Suç işlememişlerin gücü
Bugünü okurken egemenlerin gücüyle büyülenmek ya da ezilmek yerine suçsuzların gücünü hatırlamalı.
Sahne şöyle: Turgut Özal Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak yemin edeli birkaç saat olmuş. Kenan Evren veda konuşması yapıyor. 12 Eylül’den bahsediyor. Anarşi ortamı diyor... Konuşuyor da konuşuyor. Mine Abla, Evren’in söylediklerini duyar duymaz “Bizi buldun seeeen, bizi buldun di miii!” diyerek ağlamaya başlıyor.
O kadar içten ve yakıcı bir serzeniş ki bu, roman kahramanının elinden alıp sahiplenmemek mümkün değil. Ülke siyasetinin savurup durduğu, totaliter yönetimlerin öğüttüğü, hayatları çalınan insanlara ait bir serzeniş... Bize ait. Şükran Yiğit’in o muhteşem romanı Burası Radyo Şarampol’den bu sahne.
Maalesef “Bizi buldun seeeen, bizi buldun” diyerek serzenişte bulunan kuşak bir tane değil. Çalınmış onca hayatı geride bırakıp, adaleti inşa etmeden adil bir yaşam sürebilir mi insan? Öldürenlerin, kıyımı süsleyerek sunanların bedel ödemediği bir ülkede “dürüst” siyaset yapılabilir mi? İşte bu yüzden kim bilir daha kaç kuşak aynı serzenişte bulunacak. Kim bilir daha kaç hayat çalınacak.
Çalınmış hayatlar bahsi beni birden Salâh Birsel’in “Doğanın Şavkı” denemesine fırlatıyor. Birsel, “insanların yakalarına cinayet ve ölüm kokartları takmaları”nın tarihsel örneklerini veriyor bu yazısında. Örnekler arasında en dikkat çekiciler Nazilere dair olanlar. “Çalınmış hayatlar”ı neden bu denemeye bağladığım belli oldu işte.
Salâh Bey örneklerini doğa güzelliklerinin bile insanı engelleyememesi üzerine kurar. Hitler’in 30 Haziran 1934 sabahı, SS birlikleriyle göz kamaştırıcı bir ormandan geçişini anlatır. “(…) Ormana teyet Tegernsee gölünün kıyısını izlediği halde çevrede tespih çeken ağaçları, tepelerde yeni yeni beliren alaca ışığı sezinleyememiştir. Çünkü kafasında Bad Wiessee’de eğlence kurmuş eski kavga arkadaşlarını basmak, onlara ölüm şerbeti içirmek ve de zalimliğini ve zorbalığını tüm Almanya’ya yaymaktan başkası yoktur.”
Nazi humması olarak bahseder bundan Salâh Birsel.
İnsanlık ve hırsızlığın, doğa ve cinayetin, gerçek ve bilimkurgunun yan yana oluşuna dikkat çeker. Örnekler verir. Çocukları öldüren bir Nazi başkanının, karısına yazdığı mektupta kızamık olan evladının sağlık durumunu sormasından bahseder. Ve çukurları Yahudilerin cesetleriyle doldurup üstüne beton döken Nazilerden birinin aynı akşam bahçesine diktiği gülleri merak edişinden söz açar.
Salâh Birsel, toplama kamplarından kurtulmayı başaran Simon Wiesenthal’in bir saptamasını da alıntılar. Wiesenthal, 1945 yazında özgürlüğüne kavuştuğunda ömrünü Nazi suçlularının bulunmasına ve yargılanmasına adar. Şöyle bir detay anlatır: “Cinayetle suçlanan SS’lerin gözlerinde Yahudileri tutukladıkları zaman gördükleri ifadenin tıpatıpı vardır. Yalnız Museviler bağışlanmak için hiçbir şey yapmadıkları halde SS’lerden kimileri yere diz çökerek yalvar yakar olmuşlardır.”
Korku…
Bağışlanmayı gerektirecek bir suç işlememişlerin gücünü kanıtlıyor bu örnek.
Hiç unutmamamız gereken bir güç bu. Tarih gizli değildir ki… Bugünü okurken egemenlerin gücüyle büyülenmek ya da ezilmek yerine suçsuzların gücünü hatırlamalı.