YAZARLAR

'Suç örgütü lideri' deyince tamam mı?

Aslında belki de Türkiye yakın tarihini, daha somut ifadeyle, yakın tarihte devletin biz sıradan insanlara açıklanmayan icraatını Peker’in konumundaki insanlardan öğrenmeliyiz...

Bir Başkadır ve Fatma’dan sonra normal tv kanallarındakiler dışında en çok izlenen dizi, şu anda, mâlûmunuz, Sedat Peker’in videoları. Heyecan vaat eden giriş kısmını azıcık uzattıysa da tempolu anlatımı, karakterlerin renkliliği, olayların hep yeni ve daha büyük olaylara gebe oluşuyla epey sürükleyici olduğunu teslim etmeliyiz.

Aslında belki de Türkiye yakın tarihini, daha somut ifadeyle, yakın tarihte devletin biz sıradan insanlara açıklanmayan icraatını Peker’in konumundaki insanlardan öğrenmeliyiz. Fakat kolay değil. Bunun için, devleti yönetenlerin teveccühünün rakiplerine yönelmesi gerekiyor. Teşkilat-ı Mahsusa’nın labirent tünellerinde, lüks otellerin takım elbiseli iri kıyım genç adamların beklediği koridorlarına sıralı odalarda, karşılıklı oturulan, buzdolaplı, televizyonlu, aynalı kara camlı lüks minibüslerde, sıradan insanların binemediği jiplerde, sıradan insanların giremediği ofislerde cereyan eden muhabbetlerden, alınan-verilen kararlardan, emirlerden, yapılan-bozulan planlardan, anlaşmalardan haberdar olabilmemiz için, birilerinin oralardan tepesi atmış halde çıkması şart. Bu da yetmiyor. Kendini tehditle yüzyüze hissetmesi gerekiyor. Sadece lafta değil. Kendisine karşı açık gözdağı girişimlerine -veya ötesine- kalkışılması bekleniyor.

Herkesin internetten kendi yayınını yapabildiği dönemdeyiz. Sedat Peker de bu imkânı layığıyla değerlendiriyor. Dekoruna, ayrıntılarına özen gösterilmiş mizansen içerisinde, hakikaten sahneyi doldurarak, mecburî savunma mı sahiden meydan okuma mı olduğunu biz sıradan insanların hemencecik çözemeyeceği bir oyun sahneliyor.

Bu oyunun ilk dikkat çeken yanı, verdiği taze bilgilerin ona ancak devlet görevlilerince iletilmiş olabileceği gerçeği! Niyeyse, Peker’in videolarındaki istihbarat sızdırma işlemini üzerine alınan, buna öfkelenen, “aramızdaki köstebekler kimler?” diye ayağa kalkan olmadı. Oysa polisten başka kimsenin bilemeyeceği şeyleri anlatıyor Peker. Hâlihazırda orada süren, canlı ilişkileri olduğunu, kendisine anbean bilgi verildiğini saklamıyor. Aksine.

Peker videoları üzerine, mizansen, ayrıntılar, “şifreler” üzerine çok konuşuldu, konuşulacak. Muhtemelen bunlar, ilk videodaki Omerta kitabının yerini ikincisinde Troçki’nin alışı gibi, bölümün konusuna bağlı olarak değişikliklere uğrayacaklar; bunlar da yorumlanacak.

İşin bütünü pek tuhaf tabiî. Sonuçta, bir ara özel-bireysel mitingler tertiplemesine, insanları oluk oluk kan akıtmakla tehdit etmesine ses çıkarılmayan, hattâ bunları yapsın diye önü açılan şahsı herkes “suç örgütü lideri” diye sunuyor. Bu takdim şekli pek sevildi. Oysa kısa süre önce adam kendi adına miting tertipledi, devletin güvenlik kuvvetlerinin koruması altında. İşte, çeşitli “suç örgütü liderleri”nin yükseliş ve düşüş eğrileri, zamanlamaları, Türkiye’de devletin işleyişi ve bazı politikaları hakkında fikir verdiğinden, yakın tarihi onlardan öğrenmek siyasetçi yalanlarından, propagandacı zırvalarından çok daha aydınlatıcı. Üstelik Peker -hayattaki bütün icraatını bir Türklük “dava”sına bağlayıp, milliyetçi saflarda kendisine duyulan sempatiyi canlı tutmak ve yaptığı işlerin “suç örgütü” faaliyetinden ibaret olmadığını sık sık hatırlatmak için başvurduğu hamaset faslı dışında- dinleyeni sıkmayacak şekilde, bayağı güzel anlatıyor.

Evet, herhangi bir şekilde birilerini damgalayıp hakaretamiz lafları peşpeşe sıralamaktan özel şehevî tatmin duyan iktidar propaganda aygıtı başta, herkes bir “suç örgütü lideri”dir tutturmuş gidiyor. Oysa bu adam, henüz yetiştirilmekte olan, yirmili yaşlarında bir gençken, devletin karanlık işlerindeki marifetleriyle ünlenmiş bulunan, yanlarına salavatla varılan adamlara akıl verebiliyor, arası bozuk olanları barıştırmaya çalışabiliyordu.

Bugün, Fethullahçıların herkesi salak yerine koyarak yaptıkları delil uydurma ve çarpıtma işlemleri yüzünden “Ergenekon Davası” ile ilgili her şeye yalan dolan muamelesi yapılıyor. Oysa, suç kanıtları açısından, hukukî bakımdan son derece yetersiz ve -birkaç hadise dışında- boş olan Ergenekon İddianamesi’nde, sahteliği kimse tarafından ileri sürülmemiş, zaten akışları ve ayrıntıları bakımından sahici olduklarından şüphe duymayacağımız telefon dinleme kayıtları var. Çoğu, iddianamede isnat edilen suçlara -özellikle sanıkların hep beraber bir silahlı örgüt kurduğuna- kanıt olmak bakımından yetersiz ve ilgisiz kalıyorlar. Buna karşılık, birçok kimsenin hayatının “olağan akışı”, ilişkileri hakkında gayet bereketli kaynaklar. (Yanlış anlaşılma olmasın diye izah ediyorum: Telefon konuşmasının sahiciliğinden bahsediyorum, konuşanın anlattıklarının sahiciliğini genellikle sınama şansımız yok. Sadece, anlatıyor oluşu da bize birşeyler anlatıyor. Ayrıca doğruysa, daha önemli.)

Size Sedat Peker’in 21 Temmuz 2004 günü yaptığı bir telefon konuşmasından parçalar aktaracağım (imla ve yazım hatalarını düzelterek). Kiminle görüşmekte olduğunu yazmayacağım, şu anda bizim için önemi yok. Samimi sohbet edebildiği bir gazeteci demekle yetineyim. Ayrıca konuşmadan parçalar seçip onları aktaracağım, bahsettiği kişilerin eğlence hayatındaki maceraları gibi ayrıntıları da ayıklayacağım. Dinleyiniz:

“Bu Korkut abiler filan var ya… Bu Korkut filan, bu Milli Yol diye bir şey diyordun ya sen. (…) Dedim, abi, şu an ülke sıkı durumda yani. Ülkenin polisi görevini yapıyor. Adliyesi yapıyor. Askeri yapıyor. Şu an bu ülkede kaosa ihtiyaç yok. (…) Ben zaten böyle bu tip birşeylerin içersinde zaten bulunmam. O da yapalım derken böyle yuvarlak ortada bırakmıştı hani. Şöyle yapmak böyle yapmak lazım filan diye. (…) Meğerse bu kendi[leri]ni bir parti gibi görüyorlarmış. (…) Bir gün biz İbrahim Şahin bana dedi ki, işte sen, dedi, bu olaylar, dedi, konuşuluyor filan piyasada… İlk böyle karşılaşıyoruz, aramızda bir sorunlar var, geçmiş. Dedim ki, ne konuşuluyor kardeşim, ben yaşadığımız bir şeyi konuşmam. İçinde olduğum hiç bir şeyi de konuşmam. Kaldı ki, bunların içinde de değilim ben, dedim. (…) Ya bir de politik lider değil (…) Rahmetli Çatlı’yı bunlar kokaine alıştırıp öldürdüler çocuğu yani. (…) Veli Abi beni on sene evvel uyarmıştı, biliyor musun? Bir de kibar kibar uyarmıştı. Yani direkman söyleyemiyordu. Ben de bunları barıştırmak için ne yapıyordum, biliyon mu (…) Bir Korkut Abi’nin yanına giderdim. Abi, Veli abi seni ne kadar seviyor, şöyle seviyor, böyle seviyor, sonra Veli Ağabey’in yanına giderdim. Abi seni böyle seviyor, şöyle seviyor. (…) Başladı Veli Abi’nin arkasından konuşmaya. Niye dedim. Yavuz Ataç birşeyler söyledi, dedi. Yavuz Ataç’ı aradım. Abi sen böyle bişey söyledin mi, dedim. Sonra dedim ki, yüzleşelim, bak, ben 22 yaşında çocuğum. (…) Bu ne demek, dedim ya, benim adımı siz, ben siz birbirinize yakın olun diye şey yapıyorum dedim. Tutuyorsunuz, dedim, beni de işin içine çekiyorsunuz, dedim. Siz ne yapıyorsunuz, dedim. Yüzleşin abi, kim yalan söylüyorsa çıksın…”

Aynı konuşmanın devamında, Peker neden “bu tip bir hareketin” içinde olmayacağını tekrarlıyor; fazlasıyla ilginç bir örnek seçerek:

“…ne maddî ne manevî desteklemem, dedim. Kardeşim, bir sene önce söyledim. (…) Şimdi ne yapacağız yani? Onu soruyorum. Bir de bunlar cahil. Bir de tutar, bir kahve mahve tarattırırlar, iki genç çocuğun eline verip.”

Karşısındaki, “Yok canım,” diyor, “yapmazlar öyle şeyler. (…) O tür illegal şeylere sapmazlar.”

Peker, “...On sene evvelinde,” diye anlatmaya koyuluyor, “olayların içinde (…) aklı başında insanlar vardı. Devlet kararı, hükümet kararı vardı. (…) Şu ülkenin istikrara ihtiyacı var. Eskisi gibi değil. Polis işini yapamıyordu. Adliyeler yapamıyordu. Mecburen eskiden birşeyler oluyodu. Artık eskisi gibi değil ülke... Oturuyor, zemin güçleniyor, devlet güçleniyor, polis güçleniyor, yani böyle bir şey yok, diyorum. Yav anlamadım (…) yani ne yapacaklar. (…) İşte, Mehmet Ağar filan bunlar birleşeceklermiş…”

Şimdi de Peker’in 3 Ağustos 2004 günkü bir telefon konuşmasından parçalar aktaracağım (yine imla ve yazım hatalarını düzelterek). Bu defa kiminle görüştüğünü söyleyeceğim: Veli Küçük’le. Niye aktarıyorum? Çünkü özellikle neyin ne olduğunu bilen birilerinin “suç örgütü lideri”, “suç örgütü lideri” diye tekerleme gibi tekrarlayınca kendini Peker’den uzakta tutabileceğini sanması sinirime dokunuyor. Peker, ömrünü, “Aa, benim suçla, örgütle ne işim olacak!” ifadesi takınıp saf pozlarda dolaşanların yanına bile yaklaşamadığı karanlık diyarlarda geçirmedi. Herkes hep beraber ortalıktaydı. Buyurunuz:

Veli Küçük - Ümit Özdağ (…) telefon etti, ille de buluşalım, falan diye. Ümit’le görüşeceğiz. (…)

Sedat Peker - (…) Ağabey, kendisini gıyabında tanıyorum ama beyefendiden çok umutluyum.

Veli Küçük - Şimdi biz bir çalışmanın içine girdik. Ümit’le devamlı görüşüyoruz. Ben işte, bak açık söyleyeyim, gönlümden geçen neydi biliyor musun? Gönlümden geçen Muhsin’di benim. Muhsin’in kendisi için demiyorum. Partisi için götürecek şeyde değil, durumda değil. (…) Onun için biz şimdi seni, onun için seni ısrarla arıyorum. Biz şimdi bir oluşum yaptık. Bu uğurda şey de ben Yılma Durak var ya Yılma’yı tanırsın. (…) Yılma Durak’ı çağırdım. Erzurum’dan Yılma Durak geldi. 4 - 5 kere buraya aldım. Burada görüştük (…)

Tanımayanlar, lütfen internette bir Yılma Durak araması yapsın. Beş dakikalık şöyle bir bakınma yeterli olacaktır. Ben de Sedat Peker’in ne cevap verdiğini aktarayım: “Muhsin Ağabey, gerekirse ileriki zamanlarda ağabey, Muhsin Ağabey’i de bu yapının içerisine dahil etme. (…) Yani Muhsin Ağabey öyle liderlik hırsı olan bir insan değil. Ülkeye faydası olan her şeye dahil olur Muhsin Ağabey.” Veli Küçük ekliyor: “Ramiz’le de konuştum ben.” (Burada tahmini size bırakıyorum.)

Görüşmenin devamında Veli Küçük önce tuttuğu evin güvenlik meselesinden sözediyor: “Bir yer kiraladım (…) İşte, onun kontratını yapacağım. Şimdi bir de camlar bir de şeyde, yol hizasında yani. Birinci kat yola, yol hizasında orası. Biraz tehlike arz ediyor, ama bir yerle görüştüm. Camlarını kurşun geçirmez yapıyorlarmış. Film çekiyorlarmış. Onları da getirip işte, kurşun geçirmez çektireceğim. Bir apartmanın birinci katında, giriş katında. (…) Bu sıkıntımı bir atlatayım, bir yerleşeyim. (…) Ondan sonra bu işleri de, ben devam ediyorum. Yılma’yı da çağırdım. Güven’le de konuştuk. Güven Ağabey ile konuştuktan sonra ben Meral’i aradım…”

Sonra Veli Küçük lafı Peker’e getiriyor: “(…) telefon olmaz. Sen geldiğinde oturacağız. Her şey dört dörtlük, çok güzel bir planlama yaptık. Konuşacağız. Ben şunu söyleyeyim, ben hiçbir partiye üye değilim. Hiçbir partide kaydım yok. Ben Türk milliyetçisiyim. Türk milletine hizmet edeceğim. Bunun için de ille bir partide bir sembol olmak veya bir pay edinmek gerekmez. Ben o açıdan çalışıyorum…”

Sedat Peker şöyle uyarıyor: “Veli Ağabey, bir şey söyleyeyim, eğer yanlış anlamazsanız. Bu kurmuş olduğunuz oluşumu direk[man] MHP’ye karşı veya MHP’ye alternatif bir oluşum gibi kurarsanız, bence kamuoyunda yanlış anlaşılabilir.”

Burada bir nefeslenelim mi?

Sedat Peker videolarını, Peker’in oturduğu şık salondan değil de, dışarıya çıkıp, tarihî geri planı azıcık gözeterek izlesek daha isabetli olur sanki.

Buna bir yazı daha ekleyeceğim. Gazete haberi aktaracağım. Oradaki olay biraz daha şenlikli, aydınlıkta cereyan ediyor.