YAZARLAR

Suikast, birileri ve ötesi…

Ayşe Ateş: “Bunlar yapılırken hiç kimse, kurumsal kimliğimize saldırılıyor, demedi. Kenarda durdular, gülümseyerek izlediler hattâ. Ne zaman ki bu cinayetin gerçek failleri, azmettiricileri ve ötesinin gün ışığına çıkacağını anlayınca birden feveran etmeye başladılar.” Cinayetin röntgeni çekilmiş de raporu yazılmış gibi!..

Ülkü Ocakları’nın suikastla öldürülen eski genel başkanı Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş, Sözcü TV’de yayınlanan “İpek Özbey ile Nokta Atışı” programında söyledikleriyle, herkesin bildiği sırları sır olmaktan çıkardı. Suikastın sebepleri ve cinayet örgütünün hiyerarşisine dair işaret ettiği yerlerden manzara apaçık seyredilebiliyor. (Burada yer vereceğim alıntıları programın sosyal medyada paylaşılan bir bölümü ile Duvar’ın ve BirGün’ün ilgili haberlerinden aldım, yer yer toparladım.)

Öncesinden başlayalım.

  • Ayşe Hanım, Sinan Ateş’e yönelik sistematik itibarsızlaştırma ve fiilî saldırıları hatırlattı: “…hakaret edildi, iftiralar atıldı. Sonra korkutalım dediler. Sinan’ın… arkadaşlarına düşman oldular. Onları taciz etmeye başladılar. Çağrı Ünel’e 10 kişi saldırdı. Bu saldırıda yirmi yaşındaki genç bir çocuk öldü. Bu olayı Sinan’ın itibarını bozmak için kullandılar… Ülkü Ocakları’na ve MHP’ye mensup kişiler tarafından Sinan Ateş uluorta tehdit edildi, iftiraya uğradı. Sistematik olarak itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.” Yüzlerce, belki binlerce tanığı, işiteni, üstüne konuşanı olan bir süreçten sözediyoruz. Bunu en başa yazmalıyız.
  • Hemen altına, “kurumsal kimlik” altbaşlığını koymalıyız. Ayşe Ateş sık sık, Sinan Ateş’e yönelik sistematik düşmanlığı geliştirenlerin ve sonunda cinayeti örgütleyenlerin açık kurumsal kimliklerini vurgulamaya özen gösteriyor: “Bunu yaparken” yani cinayeti örgütlerken, diyor, “bu kurumsal kimlikleri kullandılar.”
  • Ayşe Ateş’in anlattığına göre, eşi bir gün eve gelip, “Ayşe,” diyor, “birileri geldi, önüme bir çanta para koydular. Dediler ki, al bu parayı Sinan, devamı da var, bu siyaseti bırak. Bu işleri bırak. Hayatına, keyfine, yoluna bak. Nasıl istiyorsan öyle yaşa ama bu işleri bırak kardeşim, çekil kenara. Keyfinde zevkinde yaşa Dünyanın neresinde istiyorsan. Hayatının sonuna kadar para sıkıntısı çekmeyeceğini sana garanti ediyoruz. Tek bir şartımız var, bu işleri bırak.”
  • Ayşe Ateş bu olayı sadece cinayete ışık tutabilecek herhangi bir geçmiş ayrıntı olarak sunmuyor. “Bu,” diyor, bence Sinan’ın neden öldürüldüğünün cevabı.” Yani böylesine ağırlıklı, belirleyici bir “bu işleri bırak” dayatmasından sözediyoruz. Fakat “katiller”in halen “oturdukları makamlar” ve “kendilerine kalkan yaptıkları kurumsal kimlikler”i adıyla sanıyla anmakta beis görmeyen Ayşe Ateş, sözkonusu “parayı al git” teklif-tehdidini yapanları açık etmiyor: “Sinan bu teklifi yapanların kim olduğu söylemedi bana.” Evet, belki isim isim saymamış olabilir, ama Sinan Ateş eve gelip olayı anlattığında Ayşe Hanım’ın sormadığına, üstelemediğine inanmakta şüphesiz güçlük çekeriz.
  • Nitekim Ayşe Ateş, hayatî veya ölümcül “Sinan Ateş sizce neden öldürüldü?” sorusunu cevaplarken, öyle görünüyor ki, eşini siyaset dışına itmek isteyenlerin kimliklerine dair bilgisiz değil. Orada da aynı “birileri”yle karşılaşıyoruz. Cevabına şöyle başlıyor Ayşe Hanım: “Kitleleri arkasından sürükleyebiliyordu, insanları birbirinden ayırmıyordu. Hem sosyal hem siyasi çevresi çok genişti, neredeyse herkese hitap ediyordu. Millete hizmet aşkıyla doluydu. Bu, birilerine fazla geldi…” Biraz kırpalım: “Kitleleri arkasından sürükleyebiliyordu… hem sosyal hem siyasi çevresi çok genişti… Bu, birilerine fazla geldi.” Kim bu birileri?
  • Öyle çok bilinmez şeylerden bahsetmiyoruz aslında. Sinan Ateş’in arkadaşına gönderdiği bir mesaj var, meselâ bilinen: “Beni öldürmeye karar vermişler, sürekli geriyorlar ortamı, sağa sola haber yolluyorlar.” Ayşe Ateş, “Bunu herkes biliyordu,” diye anlatıyor. “Sinan onu öldürmek isteyenleri biliyordu. Bunu herkes biliyordu, arkadaşları da biliyordu. Bir gün geldi, ‘Ayşe, beni öldürmek için kiralık katil arıyorlarmış’ dedi. Koruma istemesini söyledim, ‘Ben onlardan korkmuyorum’ Bir de, dedi ki: ‘Herkes her şeyi biliyor, devletim beni korur’.”
  • Aslında sırf bu tutum ve bu söz üzerine çok şey söylenir. Yaşasaydı, Sinan Ateş’e, “Niye o senin olsun, nereden çıkarıyorsun?” diye sorabilir ve ekleyebilirdik: “Sen onunsun. O kimi isterse onu korur. Ya da korumayıverir.” Nitekim Ayşe Ateş, TV programında gazetecinin, “Cinayet işleyen arkada bu kadar iz bırakır mı?” sorusuna, “Bence şunu gösteriyor,” cevabını veriyor. “Çok güveniyorlar.” Kime? Kime güveniyorlar, “kurumsal kimlik”leri kullanarak suikast örgütleyenler? Hem de herkesin her şeyi bildiği ortamda! Ufak sorumuz şu: Madem herkes biliyor, niye kimse söylemiyor?
  • “Kurumsal kimlik” motifini ısrarla vurgulamakta Ayşe Ateş son derece haklı. Cinayet organizasyonunu tarif ederken hernekadar, “Bunlar MHP’nin, Ülkü Ocakları’nın içine sızmış provokatörlerdir,” mealinde sözler etse de, “Kurumsal kimliğe saldırıyı ben mi yapıyorum yoksa MHP’nin, Ülkü Ocakları’nın içine sızmış eli kanlı katiller mi yapıyor?” yollu “esirgeyici” ifadeler kullansa da, hakim vurguları hep “kurumsal kimlik” üzerinde. Sinan Ateş hakkında, ‘Ekibi kurduk, kafasına sıkacaklar’ mesajı atan Ankara Ülkü Ocakları İl Başkan Yardımcısını ve cinayete bulaşmış “kurumsal kimlik”li başkalarını örnek veriyor, “kiralık katilleri dışarıda bırakmak” kaydıyla, “tutuklu ve şüphelilerin neredeyse yüzde doksanı Ülkü Ocakları ve MHP ile ilişkili,” diye belirtiyor. “Bu kurumsal kimliği kullanıyorlar. Bunlara bu kimliği ben vermedim ki!”
  • Kimlikler kadar, bunların “verilmesi” yani “verenler” gibi bir mesele var tabiî… Ayşe Ateş, “kurumsal kimlik”lerin failler ve eylemden ayrışabilmesi için mâkûl şartı tarif ediyor: “İçinize sızan, paralel örgüt mü, dışarıdan mı besleniyor, nasıl geldiler çıktılar, belli olmayan bu adamların yargılanmasına yardımcı olacaksınız ki, kurumsal kimliğinizin daha fazla zarar görmesinin önüne geçeceksiniz.” Bunu da meşru isyan izliyor: “Onu da mı ben yapayım? Yeter artık!”
  • Ayşe Ateş’in sözlerinin bütünlüğü içerisinde, “içinize sızanlar” motifinin eğreti durduğu, mâlûm mecburiyetlerden kaynaklanan bir diplomatik örtü olduğu âşikâr. MHP ve Ülkü Ocakları kimliğiyle iş gören ve Sinan Ateş suikastını planlayıp icra eden örgütlü yapının varlığını ve -devlet görevlilerinden de pervâsızca apaçık yardım alarak- iş görmedeki rahatlığını, “içeri sızan” birileriyle izah etmek fazlasıyla yetersiz ve imkânsız. Nitekim Ayşe Hanım da, yalnız örgütlü bir yapıya işaret etmekle kalmıyor, bir hiyerarşiyi de sürekli hatırlatıyor: “Bu kimliği onlara ben vermedim, onları bu koltuklara ben oturtmadım. Onların bunları yapmasına izin veren veya yönlendiren ben değilim,” Dolayısıyla, sözkonusu kurumsal kimlikleri taşıyan kişiler arasında bir hiyerarşi de kuruyor - “kiralık katilleri dışarıda bırakarak”!: (1) o koltuklarda oturanlar, (2) kullandıkları kurumsal kimlikleri onlara verenler, (3) onların eylemlerine izin verenler, nihayet (4) onları yönlendirenler. (2, 3, ve 4 bazen tek merci olabilir.) Böylece Ayşe Ateş’in organize cinayet örgütü dediği yapı, o “kurumsal kimlik”lerle bütünleşiyor. Olağan hiyerarşinin sırf bu cinayet için kurulan ilişkide tersine çevrileceğini falan varsayamayız herhalde; saçma olurdu.
  • Ayşe Ateş’in çizdiği resimde bu üstüste oturan hiyerarşiler ayrıntısı, sürecin ileriki aşamalarından başka olgularla pekiştiriliyor. Bunlar, “şu şu kişiler şu kişiyi şu plakalı araçla şuradan şuraya götürdü, şu kişi aldı sakladı” cinsinden bağlantı ve örgütlü faaliyet delilleri değil, bambaşka düzlemde, daha derinlikli göstergeler: Cinayet hazırlanırken, işlenirken, ertesinde katiller kaçırılır, saklanır, bin türlü dolap çevrilirken, demek istiyor Ayşe Ateş: “Bunlar yapılırken hiç kimse, kurumsal kimliğimize saldırılıyor, demedi. Kenarda durdular, gülümseyerek izlediler hattâ. Ne zaman ki bu cinayetin gerçek failleri, azmettiricileri ve ötesinin gün ışığına çıkacağını anlayınca birden feveran etmeye başladılar.” Cinayetin röntgeni çekilmiş de raporu yazılmış gibi!.. Kimdir “kenarda duran” ve kurumsal kimliğe saldırı karşısında bir aşamaya kadar ses çıkarmayanlar? Şüphesiz, kurumsal kimliğe sahip çıkması beklenebilecek mevkilerdeki kimseler. Yani mütemadiyen kimliklerinden sözedilen “kurum”lardan yetkililer. Bunların kenarda durmaları belki kurumu kargaşadan uzak tutma gayretine falan bağlanabilirdi. Ancak Ayşe Hanım, “hattâ” diyor, “gülümseyerek izlediler”. Niye gülümsesin bu yetkililer? Sinan Ateş gibi, hem okuryazar hem popüler hem genç dinamik, müstakbel Ülkücü lider adayı sokak ortasında kurşun ardına kurşun sıkılarak öldürülmüşken? Yoksa birileri kalplerinden geçeni okumuş da onlara sürpriz yaparak gerçek olmasını mı sağlamış? Veya planları umdukları gibi yürümüş de başarıya mı ulaşmış? Niye gülümsüyor bu “kurumsal” yetkililer? Daha önemlisi: Gülümsemediyseler dahi Ayşe Ateş niçin onları zihninde gülümserken canlandırıyor?

Ayrıca “ve ötesi” nedir?

Buraya kadar, Ayşe Ateş öğretmenlik pratiğinin de avantajıyla, yeşil tahtanın başına geçmiş, bize karmaşık bir problemin çözümünü basitleştirerek izah eder gibi. “Bu suçlular,” diyor, “hepsi makamlarında oturuyor.” Ancak birden silgiyi kaptığı gibi yazdıklarını silmeye girişiyor: “Sayın Bahçeli'nin yapması gereken bu katilleri görevden alıp, adaletin önüne atmaktı.” Anlamak zorlaşıyor. Duraksıyoruz.

Ayşe Ateş devam ediyor: “Benim ne MHP’nin kurumsal kimliğiyle ne Ülkü Ocakları’nın kurumsal kimliğiyle bir derdim yok. Bundan elli yıl sonra da benim kocam, Ülkü Ocakları Genel Başkanı olarak anılacak. Niye ben ömrümüzü, canımızı verdiğimiz bu kurumlara düşmanlık güdeyim? Benim umursadığım tek şey bu katillerin yakalanıp yargılanması.”

Bunca yıllık aidiyet, ideoloji, yaşananın ağırlığı… Peki. Silgi tahtada hızla dolaşıyor, geçtiği yerleri soluklaştırıyor. “Ben ne ocağı ne partiyi bir şeyle itham etmiyorum. Bu iki kurumun da içine sızmış olan gruplar, katiller var. Bu katillerin, bu kurumların içinden temizlenmesi lazım.”

Kalakalıyoruz. Boş tahtayı izlemek zor. Ayşe Ateş, CHP Genel Başkanı ile görüşmesinde Özgür Özel’in kendisine, “Devlet Bahçeli’nin bu işte dahlinin olduğunu düşünüyor musun?” sorusunu sorduğunu aktarıyor, gerisini anlatıyor: “Ben de, ‘Hayır… Devlet Bahçeli’nin bu işle hiçbir ilgisinin, alâkasının, haberinin olduğunu düşünmüyorum. Onun bilgisi dışında yapıldığını düşünüyorum’ dedim. Hâlâ da öyle düşünüyorum.”

Cevabını Ayşe Hanım’dan beklemek şüphesiz haksızlık olur, ama cevaplayacak “birileri” çıkar umuduyla şu soruyu ortaya atmak zorundayız: MHP ve Ülkü Ocakları içerisinde, devlet görevlilerinden de yardım alarak “hareket”in geleceğini şekillendirebilecek kanlı işler yapan, suikast tertipleyen, “hepsi gayet organize suç örgütü gibi hareket eden” bir ekip varsa ve genel başkanın hakim olamadığı veya zaten onun bilgisi dışında iş gören bu elemanlar hâlâ koltuklarında oturuyorlarsa, burada millî güvenlik sorunu boyutlarında bir mevzu yok mudur?

Öbür ihtimalleri ise bizim gibi fânilerin konuşması ne mümkün!..