YAZARLAR

Suikastın cinsiyeti eril yapının cinsiyetçiliğini bozabilir

Ülkücü camiada bu denli güçlü ve camianın karar vericilerine karşı yürütülen hak arayışının ilk örneğini oluşturdu Ateş kadınları. Evet bu Ateş suikastı devlette, toplumda, yargıda, emniyette yuvalanmış devlet içinde devlet gibi davrananları görünür kıldı. Siyasette önceki suikastlara kıyasla çok daha belirgin kırılmalara yol açtı.

                                                       Ne efsûnkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
                                                       Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten

Akşamın geceye doğru ilerlediği saatlerde Ayşe Ateş ile bir telefon sohbeti yaptık. Sabahına Namık Kemal ile uyandım. Ülkü Ocakları ve MHP’liler sözde iyi bilir Namık Kemal'i ama özde hiçbir şey anlamaz ondan. Hele de Hürriyet Kasidesi’nden zerrece nasipleri yoktur. Sadece onlar değil bu ülkenin çoğunluğu Namık Kemal’in hürriyet sevdasını devletin istiklâli ile karıştırır. Ne diyelim devleti savunmak için bunca yazıp, söyleyip eylediği imajı yaratan edebiyat tarihimiz utansın. Oysa fert hürriyeti der Namık Kemal. Kişi hak ve özgürlüklerini esas alan bir anayasa yazılması, Osmanlı’nın meşruti monarşi sistemine geçmesi, ömrünü vakfettiği eylem söylem alanıdır ki ‘mesleğim’ der mücadelesine. Namık Kemal, nedeni bir bahsi diğer olan ukdedir içimde ve zorlu anlarımda hep hatırlatır kendisini. Tam istediği gibi Hürriyet Kasidesi ile anayım, Sinan Ateş suikastını, Saniye anne, eşi Ayşe, kardeşleri Selma ve Serpil’in, Ateş kadınlarının adalet arayışını onun şiiri ile anlayalım isterim. Ki, vasiyetidir de hepimize:

Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler
Ki ednâ zevki a’lâdır vezâretten sadâretden

Konumuz edebî çözümleme olmadığı için sözlük açıp bakmayı sana bırakıyorum sevgili okur. Bu arada belki benim de yaptığım gibi sözleri Namık Kemal’e ait olan Dede Efendi bestesine, “olmaz ilaç sine-i sad-pareme” diyerek eşlik edebilirsiniz. Çaresiz, onulmaz bir aşk hikayesi gibi ama aşkının adı bireysel özgürlükler, hak ve adalet ve istibdat döneminin imkansızlıklarını anlatıyor. Anayasanın rafa kaldırılıp meclisin kapatıldığı, Namık Kemal ve Ziya Paşa başta olmak üzere kendilerine Yeni Osmanlılar diyen ve ‘Batının’ Jön Türkler olarak tanıyıp tanıttığı aydınların zindan-sürgün yıllarına aittir Hürriyet Kasidesi. Önerdiğim eserin sözleri daha eski ama şairi anlamak için birebir.

Evet, Ayşe Ateş’e eşine düzenlenen suikasttan sonra giriştiği adalet arayışı mücadelesinde ülkücü camiadan gördüğü desteği veya kösteği soruyorum. Çok kararlı bir ses tonuyla camiayı ikiye ayırdığını söylüyor.

“Ülkü Ocakları ve MHP ile bunlardan kopmuş, uzaklaşmış, ayrılmış ülkücü kitleyi bir arada değerlendirmek, aynı görmek doğru değil.”

Bir de cinsiyet yönünden değerlendirmesini, ülkücü kadınların kendisine, eşinin annesine ve kardeşlerine yönelik tutumunu soruyorum.

“Çok az sayıda olsa da kadın ülkücülerin de farkı yok. Eril dille cinsiyetçi saldırılarda bulunan kadınlar da tıpkı erkekler gibi Ülkü Ocakları ve MHP bağlıları idi. Bunların dışındaki ülkücüler ilk günden itibaren destek oldular. Hem adalet arayışımda hem de kızlarımla birlikte yaşamımızı güvenle sürdürmemize büyük katkı sundular.”

Sonra herkesin aklına takılan soruyu yöneltiyorum. Meral Akşener duruşmaya niçin gelmedi, biliyor musunuz, kendisine sordunuz mu?

“Hiç sormadım, sormayı düşünmem de. Sayın Meral Akşener benim ablamdır. Benimle ve Sinan’ın cinayetiyle ilgili yaptığı ve söylediği her şey gibi yapmadıkları ve söylemedikleri de bizim ve davanın selameti için hayırlı ve uygun gördüğü tavır olduğunu düşünüyorum. Bizim hayrımızı düşünmüştür, buna şüphem yok.”

Bir buçuk yılı aşkın süredir eşinizin yaşam hakkına kast edenlerden hesap sorarken yanınızda olan gazeteciler ve yayın organları, politikacılar ve partiler hakkında “Sinan’ın dost bildikleri düşman, düşman bildikleri dostumuzmuş” sözleriniz hafızalara kazındı. Sizin de bundan sonraki yaşamınıza, kişisel değer yargılarınıza kalıcı etkisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

“Evet, kesinlikle bundan böyle benim yaşamımda, düşüncemde ırk, din gibi ideolojik ve kültürel farklılıklar da önemini yitirdi. Artık benim için sadece iyi insanlar ve kötü insanlar var.”

Evet, bu süreçte her inanç ve her düşünceden iyi insanlara, adalet arayışında Ateş kadınlarına desetk verenlere Namık Kemal de 150 yıl öncesinden selam gönderiyor:

Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazlûma el çekmez iânetten

Elini kız çocuğunun omzuna koyup güven telkin eden, babasının katillerinin bulunacağına dair söz verenlere de bir çift kelam etmiş aynı şiirinde. Torbacısı, katili mahkeme kürsüsünün ve tabii ki halkın önüne yem gibi atılırken siyasi ayağı ve azmettiricileri ayırıp aklımızla alay eden muktedire de bir çift kelam etmiş elbette:

Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten

İşledikleri suçları, hatta cinayetleri övünerek anlatıp kendilerini devletin koruyucusu gibi sunmaya kalkışan, gerçekte ise kendilerini devlet içinde devlet sayanların maşası olanlar ise duruşmalarda keyifle gazetecilere tehdit niyetine öpücük atarken Ateş kadınlarının hak arayışını değersizleştirmeye kalkıştı. Saniye anne onların gözünün içine bakarken utanmak ne kelime keyifleri bile kaçmadı. Böyle bir davranışa ne denir ben bilemiyorum ama Namık Kemal söylemiş zaten başka söze gerek yok ki tek anlayacakları da böyle bir ifadedir:

Mûini zâlimin dünyâda erbâb-ı denâ’ettir
Köpekdir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten

Evet, suikastın cinsiyetine gelelim. Her siyasi cinayetin ardından çoğunlukla adaletin peşinde koşturan kadınlar oluyor. Siz de Rakel Dink’e bir mesaj gönderdiniz. Aynı açıda kavrulup bu acıya meydan okuyan kadınların öz kardeşiniz olduğunu belirttiniz. Adalet arayışınızın yanı sıra kadın eşitlik mücadelesi açısından konuya bakarsak, ülkücü camia (MHP ve Ülkü Ocakları) içine doğmuş, orada yetişmiş kadınların hak arayışının zorluğuna dair toplumda oluşmuş kanaat hakkında ne söylersiniz?

“Ülkücü camianın parti-ocak kanadında kadınlar herhangi bir mücadeleye girecek olursa ancak aldıkları talimatı yerine getiriyor demektir. Talimatsız konuşamaz, talimat geldiyse de susamazlar. Örneğin karşılaştığım cinsiyetçi saldırılar hem erkeklerden hem kadınlardan geliyor olsa da beni önceden tanıyan kadınların hakkımda verdikleri bilgilerle ilişkili olmalı. Bu bilgilere dayanılarak talimatlandırılmışlardır. Ruj rengimden burun estetiğime ve kilo vermeme kadar uzanan “kocası öldükten sonra değişti” yönündeki kadınlığıma saldırılar böyle bir bilgi akışından kaynaklanabilir. Oysa gerçeği de biliyorlar. Burun ameliyatımın Sinan hayattayken yapıldığını… Sinan’ın öldürülmesinden sonra üzüntüden 20 kilo verdiğimi biliyorlar. Evet kendime bakıyorum. İnatla bakımlı bir kadın olmaya devam edeceğim. Çünkü geçmişte Sinan hayattayken kendime bakacak zamanım olmazdı. Yardımcım yok evde tüm işler ve Sinan’ın konumu nedeniyle çok misafirimiz olurdu. Çalışan çocuklu bir kadının, öğretmen olarak eve de yansıyan işlerinin çokluğunu tahmin edersiniz. (Tahminden öte tecrübeyle sabitti elbette) Beni kadınlığımdan vurmak isteyen cinsiyetçi saldırılara inat bakımlı olmaya devam edeceğim çünkü sık sık soframıza oturanların, çocuklarımın dede, amca gibi gördüğü insanların bize sırtını dönmesi hatta kurulan tuzağın bir parçası olması bende onların değer yargılarını değersizleştirdi. Konuya devam edersek parti-ocak kanadında alt kademelerde doğrudan talimat verilmeyen geniş kitledeki kadınların sessiz kalmasının bile bir tercih olduğunu düşünmek mümkün. Susabilecek kadar bir özgürlük alanı… Ülkücü camianın muhalif kanadında ise kadınlar açısından bu durum değişiyor. Özellikle Sayın Akşener’in parti başkanlığı ülkücü kadınların kendi güç ve cesaretlerini açığa çıkarmasını kolaylaştırdı, hatta teşvik etti. Bu kesimde kadınların eşitlik mücadelesi verdiği, bu mücadele için kendilerine zemin bulduğu söylenebilir.”

Peki, siz Ayşe Ateş olarak eşiniz hayattayken farklı konularda bugün yaptığınız gibi özgürce, özgüvenle direnme gücüne sahip miydiniz?

“Sinan da aynı camiadan, benzer yaklaşımları vardı tabii ki. Beni, bizi koruma saikiyle hareket ederdi. Ancak ben hep kendi kararlarımda direnen bir kadındım. 15 yıllık evliliğimiz ve 4 yıllık nişanlılığımız sürecinde birbirimizin özel alanına saygı duyduk. Oy verme davranışıma da tatil planıma da saygı gösterdi. Gönülden istemese bile… Ki çoğunlukla işleri yoğun olduğu için böyle bir mecburiyeti olduğunu da kabullenirdi. Bugünkü mücadele azmimi hem kişiliğimden hem anneliğimden hem de çalışan bir kadın ve bir öğretmen oluşumdan aldığım gibi Sinan’ın bana tanıdığı bu özgürlük alanından bulduğumu sanıyorum. Yanlışlara sessiz kalmaz, haksızlık karşısında susmazdım. Evdeki çocuklarımı da okuldaki çocuklarımı da böyle yetiştirmeye çalıştım. Bir öğretmen olarak sorunlara karşı sessiz kalmam mümkün değil.”

Davanın gidişatı hakkında da direncini sürdürüp umudunu kaybetmediğini belirten Ayşe Ateş’in sesi konuşmamızın sadece bir yerinde titredi. O da iddianame açıklanıncaya kadar geçen uzun sürede görece sessizliğinin nedenine ilişkin soruma cevap verirken oldu. “Devlet-im” dedi. Bu camiaya teğet geçenlerin bile çok iyi anlayacağı bir yaklaşımla ülkücüler, kendilerinin devleti sevdiği kadar devletin de kendilerini sevdiğini zanneder. Buradaki devlet, Bahçeli değil tabii ki… Ama sonuçta hesap değişmiyor işte. Devletin dini adalet olduğu gibi sevgisi de ancak yurttaşının hakkını korumak, özgürlüğünü tanımak, yargıyı yansızca ve muktedirden bağımsız hukuk ilkeleri doğrultusunda dağıtmakla ölçülür, görünür. Ateş kadınları, kendilerinden önceki pek çok kadın gibi henüz bu devleti görebilmiş değil ama umutları sürüyor.

Şurası kesin ki ülkücü camiada bu denli güçlü ve camianın karar vericilerine karşı yürütülen hak arayışının ilk örneğini oluşturdu Ateş kadınları. Evet bu Ateş suikastı devlette, toplumda, yargıda, emniyette yuvalanmış devlet içinde devlet gibi davrananları görünür kıldı. Siyasette önceki suikastlara kıyasla çok daha belirgin kırılmalara yol açtı. Ve bu durum artarak sürecek gibi. Umdukları ya da planladıkları gibi 19 Temmuz'da biteceğe benzemiyor. Ancak bir başka önemli kırılmayı da tümüyle eril dünya olan ülkücü camianın parti-ocak kanadındaki kadınlar gerçekleştirebilir. Orada bir ateş yandı kolay kolay sönmez bana kalırsa. Ki geçmişte de partili bazı genç kadınlar Türk feminizmi bildirgesi yayınlamışlardı. Zaten kadın eşitlik mücadelesi adına bir kaynama vardı. Söndürülmüştü, sönümlenmişti. Ama işte eşitlik dünyanın en eski ve en haklı adalet arayışı olarak illa ki küllerinden yeniden doğar. Sinan Ateş suikastının ardından eşi, annesi ve kız kardeşlerinin adalet arayışıyla ülkücü kesimde bir yangın çıktı ve bir şeyleri değiştirirken illa ki o eril yapının cinsiyetçiliğini de bir şekilde kırar.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.