YAZARLAR

Süper Lig Veda Sezonu

Ben normal bir lig istiyorum. Süper Lig bugünkü süper ülkeyi yaratanların olsun. Şampiyonluğu da hiç yüzü kızarmadan, depremzede kentlerin takımlarına karşı kaybettiği puanların peşine düşen yöneticilere verebilirsiniz…

"Süper Lig" tabiri Türk futbol kamuoyunun gündemine ilk kez Haziran 2001’de girdi. 2001-2002 sezonuyla birlikte profesyonel futbol liglerinin yapısında değişime gidildi. Ancak Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmî sitesine göre yeni etiket 2002-2003 sezonundan itibaren yapıştırıldı. Bundan böyle ligimiz “Süper” olacaktı.

Aynı günlerde memlekette genel seçim telaşı vardı. Kasım 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidar oldu. Aradan geçen yirmi yılda siyasi iktidar ülkeyi ne kadar süperleştirdiyse, onun güdümünde hareket edenler de ligi ve futbolu o kadar süperleştirdi. Ülkedeki hemen her şey gibi futbol da iktidarın her alana teşmil ettiği yöntemlerle yeniden inşa edildi. Ve yıkıldı.

***

Süper Lig, süperlik vaadiyle başladı. Eskinin sorunlu mirasının üzerine bir mağduriyet söylemi kuruldu. Yeni açılımlar için santra vakti. Menderes’in attığı tohumlar, Özal’ın açtığı ufuklar üzerine dört başı mamur bir neoliberal miras kurmanın vakti gelmişti. Her yerde ve sahada.

Sonra para bolluğunun getirdiği şımarıklık ve hem kötü hem kötü niyetli yatırım kararları. Abartılı transferler. Mavi boncuklar. Devlet, din, aile yüzünden birey olmaya fırsat bulamamış insanlara “Gelin sizi özne yapalım!” vaadi. Herkesi yaşadığı ülkenin ve tuttuğu takımın gerçeklerinden koparma seferberliği. Bedava bilet, yapay taraftar grupları.

Hemen akabinde harıl harıl bir yer kapma ve adam yerleştirme savaşı. Sahayı parselleme. Senin olmayanı, senden daha vasıfsıza sadaka usulü dağıtıp kendine borçlu bırakma taktiği. Bu sayede yanlışlarından hesap sorulmayacağını garanti altına almak.

Sonra alabildiğine inşaat. Stadyum hamlesiyle altyapıyı betona indirgeme süreci. Zemini bozuk olsa da, içindekilerin maaşı ödenmese de, tribünü dolduracak insanların bilet parası olmasa da ziyan etmez. Yaparız. Yıkıldı mı? Gene yaparız. Aynı adama yaptırırız.

Sonra yandaşlara af. Alt ligdeki topçular açlık sınırının altında forma terletirken “Büyüklere” vergi affı, borç, yeniden yapılandırma, hatır gönül işleri. “Ankara’da bizi çok seviyorlar!” diye kostaklanan başkanlar. “Yürü ya kulum!” denen, kerameti kendinden menkul medya patronları.

Sonra, yemeye alışanlar işi arsızlığa vurup doymamaya başlayınca senin adamın benim adamım kavgası. Her şeyin mübah hale geldiği, herkesin alabildiğine çirkinleştiği, her şey gibi anlamından saptırılan sözde “rekabet”, özde “paylaşım savaşı”.

Sonra bunca tırmalamaya rağmen, geniş kesimlerin gönülden sevdiği kulüpleri topyekûn ele geçiremeyeceğini anlayınca “kendi kulübümüzü kurarız” kurnazlığı ve pervasızlığı. İBB/Başakşehir adındaki çılgın proje. En şampiyon biziz!

Sonra “Bunca herze yedik, ya elimizdeki gücü kaybedersek” korkusu. Fişleme tutkusu. Passolig zırvası. Stadyumun da bir kamusal alan olduğunu fark edip insanları buradan kovma çabası.

Devamında sansürcülük. Kişisel ilişkiler sayesinde fahiş ve akıldışı fiyata pazarladığın ligin yayıncısına talimat verip tribünlerden gelen sesleri yayına sokmama. “Bir taraftar olarak sus!” emri.

Hepsinin neticesinde nur topu gibi bir kutuplaşma. Dünyanın birçok liginde maç önü seremonisinde futbolcularla beraber formalı çocuklar sahaya çıkıyor. Dikkatinizi çekti mi bilmem, sanırım bir tek Türkiye’de bütün çocuklar ev sahibi ekibin formasını giyiyor. Karşı tarafın formasını görmeye tahammülsüzlük. Çocuk bile giymesin. Tribünde siyasilerin boy boy posterleri. Teşekkürler, dualar, minnetler.

Sonra, “Eskisi kadar kuvvetli değiliz, çok da kırıp dökmeyelim” motivasyonlu göstermelik yumuşama manevraları. Oynak lig mevcudu. Gezegende eşine pek rastlanmayan, tek sayıda takımlı ligler. Süper Lig’den at beni, in aşağı tut beni.

Sonra yönetememenin getirdiği biteviye kararsızlık hali. Sezon aşırı değişen yabancı kuralı, Merkez Hakem Komitesi kadrosu, federasyon yönetimi. Aynı tiplerin köşe kapmaca oynar gibi bir oraya bir buraya kapılanması.

***

Haritamıza bakmak ister misiniz? Süper Lig’in mevcudu tıpkı ülkenin ekonomisi gibi İstanbul’a yığılmış, buna ilaveten iktidarın makbul kentlerine yer açılmış. Ege, Doğu Anadolu, Trakya, Batı Karadeniz yok. Gerçi olanların da çoğu aslında bildiğiniz kulüpler değil. Orijinal versiyonları aynı kafadaki yöneticiler tarafından batırılmış. Yine aynı kafadaki yönetenler tarafından kestirme bir çözümle ismi değiştirilerek eski kulübün devamı gibi yapılmış. Binalar, semtler, yerel halklar gibi kulüpler de soylulaştırılmış, süperleştirilmiş.

Yönetim kurulunun tamamına yakını merkezî veya yerel yönetimle akraba, ahbap çavuş, aynı tarikatın çocuğu. Kiminde “Spor Kulübü” veya “-spor” ekinin yerinde “Futbol Kulübü” yazıyor. O küçük, canım kelime oyunları. Yan yola sapmak varken doğru yola meyledene enayi damgası.

Halimiz meydanda. Yirmi yıllık dönem şimdi berbat bir maça benziyor: Sanki 5-0 gerideyiz ve hakem inadına 15 dakika duraklama oynatıyor. Ama ne kadar kötü geçerse geçsin her maç biter. Bu da bitecek.

***

2022-2023 sezonunun adı “Süper Lig Veda Sezonu” olmalı. Birkaç sebepten dolayı. Birincisi, kaybettiklerimize veda etmek için. Kahramanmaraş merkezli iki depremde bu ligde oynamış, oynayan futbolcular, teknik kadro elemanları, kulüp emekçileri enkaz altında kaldı. Her branştan, yaştan ve uyruktan çoluk çocuk, kadın erkek yüzlerce spor emekçisi ve aileleri hayatını kaybetti. Bu insanlara veda etmek hem bir hak hem de bir gereklilik, hatta borç.

İkincisi, Süper Lig’e veda etmek için. Depremin ardından tepedekiler her zaman olduğu gibi yetkiyi kendine alıp sorumluluğu ortada bıraktı ve faillere hesap sormak yerine mağdurlara sövmeyi tercih etti. Bu lig bu haliyle ve bu yönetenlerle bir daha geri dönmemeli. Türkiye’nin yirmi yıldır cebelleştiği pişkinlikle konuşacak bir şeyi kalmadı. Futbolseverlerin de bu ligle konuşacak bir şeyi kalmadı.

Ben süper değil normal bir lig istiyorum. Altyapı hocalarıyla üstyapı hocalarının maaşları arasında beş yüz kat fark olan; bilgisizliğin, akılsızlığın ve vicdansızlığın yüceltildiği bir iklimde yeşerenlerin bağnaz ve manasız diliyle zehirlenmiş; her şeyin bir fiyatı olduğu ve satın alınabileceği düsturunu yayan Süper Lig, bugünkü süper ülkeyi yaratanların olsun. Şampiyonluğu da hiç yüzü kızarmadan, depremzede kentlerin takımlarına karşı kaybettiği puanların peşine düşen yöneticilere verebilirsiniz.

Üçüncüsü, enkaz altından çıkanlar başta olmak üzere ülkedeki milyonlarca çocuk ve gence, her şeye rağmen yeniden başlama umudunu aşılayabilmek için. Yapılacak çok şey ve bunları yapabilecek çok sayıda insan var. Ama ilk iş, bu kurak iklimi yaratanları göndermek olmalı. Futboldan ve her yerden…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.