Suriye’deki Alevi katliamına karşı ne yapmalı?

Süregelen Alevi katliamına karşı uluslararası ve bölgesel insan hakları sözleşmelerine taraf olan bütün ülkelerin aksiyon alması uluslararası hukukun gereğidir.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Arap Baharı olarak bilinen ve 2010’lu yılların başından günümüze tüm Arap ülkelerinde şiddet olaylarına ve ihtilallere sebep olan sürecin sonunda neredeyse bütün Arap coğrafyasındaki hükümetler emperyalist devletlerle ve onların Ortadoğu planlarıyla uyumlu olacak şekilde değişmiştir. Irak ve Suriye’de IŞİD gibi vahşi terör örgütleri sahaya sürülmüş ve bu ülkelere “demokrasi” getirme yarışına giren ABD ve Rusya gibi büyük emperyalistler ile İsrail ve İran gibi bölgesel güçler sömürü rekabetinde bu coğrafyaları mekan olarak kullanmıştır. Arap ülkelerinin bir kısmı siyasal İslamcı/selefi cihatçı örgütler tarafından yönetilir olmuştur. Buna rağmen trajikomik şekilde İsrail’in bölgedeki faşist terörü artarak devam ederken Müslümanlar mezhep savaşlarıyla meşguldür. Özetle emperyal planlar uygulamadadır.

İsrail’in Filistin işgalinde olağanüstü direnişe rağmen 50 bin kadar insanı katledilmesini neredeyse tüm siyasal İslamcı hükümetler sadece canlı yayından izlemiştir. Daha da ötesi İsrail’le ticareti dahi kesmemişlerdir. Filistin’den sonra Lübnan’ı da işgal etmeye çalışan İsrail ordusu burada karşılaştığı direniş sebebiyle askeri hedeflerine ulaşamamıştır. Tam da bu süreçte İsrail’in ekmeğine yağ sürercesine Lübnan’a karadan destek veren Suriye’de El Nusra ve IŞİD artıkları da dahil bir takım selefi çihatçı örgütün birleşmesiyle 2017’de kurulan HTŞ, nasıl olduysa 12 yıldır iç savaşta devrilmeyen Esad rejimini iki haftada devirmeyi “başarmıştır”. Selefi cihatçılar hükümeti ele geçirir geçirmez Alevilere, İsmaililere, Kürtlere, Dürzilere, Hıristiyanlara ve seküler Sünnilere saldırılarını arttırmışlar ancak ülkelerini işgal eden işgalci İsrail güçlerine karşı en ufak bir tepki dahi ortaya koymamışlardır. 

IŞİD’in eski Suriye halifesi Colani’nin liderliğindeki ve halen BM, AB, ABD ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ ve öncülleri, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşının başından beri Alevileri katletmeye devam etmektedir. 08.12.2024 tarihinde Esad’ın devrilmesinden sonra yönetimi ele geçiren HTŞ, Esad’ın tüm hukuk dışı ve zalimane eylemlerinin intikamını masum Alevilerden almaya başlamıştır. Oysa ki sanılanın aksine, Alevi halkı Esad rejimi süresince toplumun belki en fakir, savunmasız ve örgütsüz bileşeni olmaya devam etmiş, Esad zulmüne maruz kalmış ve rejimin hak ihlallerinin sorumlusu olmamıştır. 

Avrupa Arap Alevileri Federasyonu’nun 14.01.2025 tarihine kadar olan saldırıları ve mevcut duruma dair kapsamlı bilgileri derlediği rapora göre, çihatçılar Alevilerin katlinin vacip olduğu yönünde fetvalar yayarak, Yahudilerden önce Alevilerin katledilmesi hedefini koymuşlardır.

11 Aralık 2012’de Akrab Katliamı’nda çoğunluğu Alevi olan yaklaşık 300 kişinin öldürüldüğü veya yaralandığı; Ağustos 2013’te Lazikiye’deki Alevi köylerine yapılan saldırılarda en az 190 Alevinin öldürüldüğü; 9 Şubat 2014’te Maan Katliamı’nda 21 Alevinin öldürüldüğü; 25 Nisan 2015’te İştebrak Katliamı’nda vahşice yöntemlerle 200 Alevi köylünün öldürüldüğü; 12 Mayıs 2016’daki Zara’a saldısında en az 19 Alevi köylüsünün öldürüldüğü ve 70 kişinin kaçırıldığı; 23 Mayıs 2016’daki Ceble ve Tartus saldırılarında en az 184 Alevinin öldürüldüğü bilinmektedir. HTŞ’nin kuruluşundan önce El Nusra veya IŞİD tarafından yapılan bu Alevi katliamlarının faillerinin neredeyse hepsinin bugün HTŞ üyesi veya yöneticisi olduğu bilinmektedir.

HTŞ’nin yönetimi ele geçirmesiyle birlikte 5 Ocak 2025 tarihine kadar Humus’ta en az 90 Alevinin canice işkencelerle öldürüldüğü; 7 Aralık 2024’te Hama’da onlarca Alevi köylüsünün işkenceyle öldürüldüğü, kimilerinin diri diri yakıldığı ve yüzlerce evin de yakılıp yıkıldığı; 7-8 Ocak 2025 tarihlerinde beş Alevi inanç önderinin öldürüldüğü; 8 Ocak 2025 günü yabancı cihatçı militanlar tarafından çocuklar dahil 3 Alevi köylüsünün öldürüldüğü; şimdiye kadar binlerce Alevinin haksızca gözaltına alınıp işkence gördüğü; Homs’da 3.000 Alevi gencinin gizli hapishanelere götürüldüğü; Alevilere yönelik sistematik olarak elektrik verilmesi, tırnakların sökülmesi, kemiklerin kırılması, enerji-su-gıda kaynaklarının kesilmesi gibi sayısız işkence yönteminin uygulandığı; Alevilerin en kutsal mabedlerinden olan Al-Khasibi Türbesi’nin içindeki insanlarla birlikte yakıldığı; pek çok inançsal ve kültürel öneme sahip Alevi yapılarının yıkıldığı; tüm bu vahşete karşı yapılan protestolarda en az 30 Alevinin öldürüldüğü ve yüzlercesinin işkencelerle gözaltına alındığı; sayıları on binleri bulan cezaevlerindeki Alevi tutsaklara ağır işkenceler yapıldığı; Alevi kadınlara yönelik yaygın tecavüz, köleleştirme ve topluluk önünde soyarak hakaret etmek gibi aşağılık saldırıların artarak devam ettiği ve tüm bu sistematik yöntemler vasıtasıyla Alevilerin inançlarından, kültürlerinden, köylerinden, kimliklerinden, tarihlerinden ve ülkelerinden kopartılmaya uğraşıldığı kaydedilmektedir.

KATLİAMIN HUKUKİ NİTELİĞİ

Sivil ve masum Alevi halkına yönelik olarak gerçekleştirilen yukarıda sayılan insanlık dışı eylemlerin savaş suçu, insanlığa karşı suç ve soykırım suçu niteliğinde olduğunu hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Belli bir sivil gruba yönelik devlet yahut paramiliter güçler tarafından toplu kıyım, işkence, tecavüz, aşağılama, inançsal ve kültürel mabedlerini yıkma, soylarının devamını engelleme ve zorla yerinden etme gibi eylemler ulusal ve uluslararası hukuk metinlerindeki anılan suçların maddi ve manevi unsurlarını karşılamaktadır.

Suriye'nin yeni rejim mensupları Kürtlere, Dürzilere, Şiilere, Hıristiyanlara ve diğer seküler topluluklara karşı da şiddet kullanmaktadır ancak sadece Alevi kimliğine sahip olan herkesin istisnasız katlinin vacip olduğunu fetva etmektedir. Her türlü medya ve propaganda aracıyla Alevileri katletme çağrısı yapılmaktadır. Aleviler cihatçıların vahşi saldırılarına karşı tamamıyla savunmasız haldedirler. Bugüne kadar farklı ülkelerde yüzlerce yıldır pek çok katliama maruz kalan Alevi halkı bugün tüm dünyanın bilgisi dahilinde canlı yayınlarda katledilmeye devam etmektedir !

Süregelen Alevi katliamına karşı uluslararası ve bölgesel insan hakları sözleşmelerine taraf olan bütün ülkelerin aksiyon alması uluslararası hukukun gereğidir. Uluslararası “demokratik” kamuoyunun bu sınavı hakkıyla verebilmesi yüz binlerce insanın yaşamını kurtarabilir. 

BAŞVURULMASI ÖNERİLEN HUKUK YOLLARI

Yukarıda tespit edilen ve en yakıcı şekliyle devam eden savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçunun öncelikle durdurulması elzemdir. Bölgede yaşayan Alevi halkının ve ayrımcılığa/eziyete maruz kalan diğer halkların can güvenliklerinin sağlanması için uluslararası barış güçlerinin bölgeye konuşlandırılması, insani koridor oluşturularak temel insani yardımın bölgeye ulaşmasının sağlanması, nefret suçlarına karşı sıfır tolerans gösterilmesi, kadınlar ve çocuklar için özel koruyucu mekanizmaların düzenlenmesi ve şimdiye kadar işlenen suçların faillerinin tarafsız ve bağımsız mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmaları insanlığın, hukukun, uluslararası sözleşmelerin ve adaletin gereğidir.

Bu amaçlarla öncelikli olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvurularak aşağıdaki talepleri iletmek gerekmektedir:

  • Koruma Sorumluluğu Doktrininin (R2P) etkinleştirilmesi
  • BMGK’nın derhal bu gündemle toplanması
  • Güvenli bölgelerin ve insani koridorların oluşturulması
  • Acil insani yardımın temin edilmesi
  • Acil ateşkesin sağlanması için yerel aktörlere angajman uygulanması
  • İnsan hakları izleme ekiplerinin konuşlandırılması
  • Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikayette bulunulması
  • Yeni rejim aktörlerine ekonomik, askeri ve hukuki yaptırımlar uygulanması
  • Geçiş dönemi adalet mekanizmalarının oluşturulması
  • Uluslararası kamuoyunun bilgilendirilmesini ve insan hakları savunuculuk kampanyasının örülmesi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne yapılacak başvuru haricinde değerlendirilmesi mümkün olan diğer Birleşmiş Milletler mekanizmaları ise şu şekildedir:

- Suriye Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu

- Suriye Özel Raportörü

- İnanç Temelli Ayrımcılık Özel Raportörü

- İnsan Hakları Konseyine Şikayet

- İşkenceye Karşı Komite ve Zorla Kaybetmeler Komitesi gibi ilgili komitelere bildirim.

Birleşmiş Milletler mekanizmalarının dışında diğer uluslararası ve bölgesel insan hakları mekanizmalarına da başvurmak uluslararası ve bölgesel kamuoyu oluşturulması marifetiyle katliamların önlenmesine yardımcı olabilir. Koruyucu mekanizmaların iç hukuk yollarının tüketilmesi, muhatapların ilgili hukuk metinlerini tanıması gibi bazı usul şartlarının mevcut olağanüstü rejim sürecinde tüketilmesi beklenemez. Öte yandan katliamlara derhal müdahale edilmemesi halinde telafisi mümkün olmayan ve soykırım sonucuna varabilecek olan çok ciddi somut bir tehlike mevcuttur.

Başvurulması önerilebilecek olan diğer mekanizmalar ve dayanak belgeler ise şu şekildedir:

- Tüm ülkelerdeki savcılıklara eş zamanlı olarak suç duyurusunda bulunmak

- Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığına kurumsal ihbarlar

- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne özel başvuru yolu

- İnsan hakları çalışması yürüten sivil toplum örgütlerine raporlama ve bildirim destekleri

- Arap İnsan Hakları Şartı, İslam Birliği Teşkilatı İnsan Hakları (Kahire) Bildirgesi ve Evrensel İslam İnsan Hakları Bildirgesi gibi Arap ve Müslüman insan hakları belgelerine dayanarak bu çevrelerde kamuoyu oluşturmak.

BÜTÜNSEL MÜCADELE ANLAYIŞININ TARİHSEL ZORUNLULUĞU

Elbette hukukun reddedemeyeceğimiz işlevlerinden ilki egemenlerin elinde araç olabilmesidir. Ancak bu demek değildir ki mevcut hukuk mekanizmalarını halkların lehine de kullanamayız.

Özellikle uluslararası hukuk mekanizmalarına güven giderek azalmaktadır. Hele ki üçüncü dünya savaşının içinde olduğumuzu söyleyebileceğimiz bir süreçte şimdiye kadarki koruyucu mekanizmaların tam anlamıyla işe yaramadığını tespit etmek için alim olmaya gerek yoktur. Bununla birlikte mevcut mekanizmaların yetersiz, taraflı ve gecikmeli de olsa zulme maruz kalan insanların korunmasında ve hayatta kalabilmelerinde faydalı olabildikleri de bilinmektedir.

Hak temelli mücadelelerin hukuksal boyutu yasal ve kuramsal alanlardan ibaret olmayıp, kamusal ve siyasal alandaki çalışmalarla desteklenmesi ve bütünsel kampanyaların örgütlenmesi de kaçınılmazdır.

Örgütlü bir şekilde bölgesel ve uluslararası demokratik kamuoyunun desteğinin alınması, medyada görünürlüğün sağlanması, diplomatik ilişkilerin yürütülmesi, kitlesel gösteriler yapılması, insani yardım organizasyonlarının yürütülmesi, siyasi partilerle ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği, insan hakları örgütleriyle raporlama ve bildirim çalışmaları, yani topyekün güçlü bir kampanyanın Alevi kurumlarının öncülüğünde örgütlenmesi hayati bir önem arzetmektedir. Bu kampanyanın bölgede zulme maruz kalan diğer halkların mücadeleleriyle de dayanışma vizyonu olmalı ve eşit yurttaşlık mücadelesinde ortaklaşılmalıdır.

Bu vesileyle şunu bir kez daha anlamış bulunuyoruz ki; dünyadaki tüm Alevi kurumların koordinasyonunu sağlayabilecek nitelikte bir global Alevi örgütlenmesine yaşamsal bir ihtiyaç bulunmaktadır. Aksi halde Alevi toplumunun/öğretisinin tarih olma riski artarak devam eder.

Elbette ki insani değerlere sahip olan tüm kişiler ve temel insan haklarına saygı gösteren tüm demokratik kamuoyu kurumları bu haklı mücadelede Alevilerin yanında olacaklardır. Ancak evvela Alevilerin kolektif bir bilince erişmesi ve örgütlü bir hak mücadelesi yürütme iradesini ortaya koyması gerekmektedir. Bu mücadele inisiyatifi, diğer hak temelli mücadelelerle ve sınıf mücadelesiyle de buluşmalı; antiemperyalist ve antikapitalist mücadelelerin bileşeni olmalıdır. Demokratik kamuoyu da irticai/köktendinci unsurlara karşı seküler inanç azınlıklarının yaşam ve eşit yurttaşlık haklarını korumalı; Aleviler ile diğer grupların yeni Suriye rejiminde kurucu özneler olarak kabulü ve seküler/demokratik bir anayasal rejime geçişi savunmalıdır.

Bu katliamın tarih sahnesindeki son Alevi katliamı olması için evvela tüm Aleviler; tüm halklar nezdinde son katliam olması için de tüm insanlık sorumluluk almalıdır. Bugün Ortadoğu’da milyonlarca insanın başına gelenlerin yarın bizlerin başına gelmeyeceğinin hiç bir garantisi yoktur. Sarı öküzleri verdikten sonrası malumdur.

İnsanlık canilerin, savaş ve din tacirlerinin, sömürgecilerin ve işbirlikçilerin tarihinden ibaret olamaz ! Adil bir yaşamı ortak mücadelemizle inşa etmekten başka çaremiz yoktur ! Çağımızın yezidlerine yol vermeyelim ! Bir olalım, iri olalım, diri olalım!