Süslü ve bisikletli kadınlar

"Bisiklet, üzerine oturduğu andan itibaren kadınlara özgürlük ve özgüven duygusu verir ve bisiklet uzaklaştıkça özgür, dizginsiz bir kadınlığın resmi ortaya çıkar.”

Google Haberlere Abone ol

Özlem Altıparmak*

1970'lerde doğmuş bir kız çocuğu olarak benim ilk bisikletim, beyaz bir Pinokyo idi. Evin önündeki kaldırımda dört tekerle başlayıp önce üçe, sonra da ikiye düşen bir özgürleşmenin ve dizlerimde yıllardır taşıdığım yara izlerinin toplamıdır bisiklet benim için. Arkadaşlığın, kendi mahallemizin dışına çıkabilmenin ve ellerimizi bırakıp sürme cesaretinin, o küçücük yüreklerimizde ne büyük heyecan ve coşkular yarattığını anlatamam.

Bisikleti bir yana bırakıp, babamın viteslisinden Honda motosikletini tek başıma kullanmaya başladığımda 14 yaşındaydım ben. Şimdi düşününce ailemde ve bende nasıl bir cesaret varmış şaşırıyorum. Yıllar içinde motosiklet sürüşünde ustalaştım ve bir genç kızın, küçük bir Ege kasabasında motosikletle turlamasına herkes alıştı. Ceza yazmayı bir kenara bırakın, trafik polisleri Calamity Jane diye isim takmışlardı bana. Calamity’nin bela demek olduğunu ve Calamity Jane’nin amansız bir kadın silahşör olduğunu işte o zaman öğrendim. Calamity’i sevdim ve hatta ondan güç buldum. Kask falan yok tabii o zamanlar, motosiklet üzerinde rüzgâra karşı gözlerimden yaşlar akarak giderdim. O yaşta hissettiğim özgürlüğü kelimelere dökmem imkânsız.

Yıllar içinde hayat hızına ve koşturmacasına teslim olup araba, otobüs derken o rüzgârı hissetmeyi unutsam da, içimdeki Calamity her daim yaşadı sanıyorum. Arada birazcık motosiklet, azıcık bisiklet ve en çok da araba ile yol alırken, geçtiğimiz yıl kendime iyisinden bir bisiklet almaya karar verdim. İyi ki de bu kararı vermişim. Yıllar içinde yüzümde dansını unuttuğum rüzgârın ve bir başına yol gitmenin tadına yeniden vardım ve özgürleştiğimi hissettim.

Peki, bisiklet bizlerin hayatına nasıl girmiştir dersiniz? Tarihte ilk ulaşım araçları tekerleğin icadından sonra gelişmiş ve öküz, at gibi hayvanların çektiği kağnı benzeri araçlar kullanılmaya başlanmış. Kağnıları, dört tekerlekli ve kağnıya göre çok daha hızlı olan faytonlar takip etmiş. Kişiye özel ulaşım aracı olarak kullanılan ilk araç ise bisiklet olmuş. 1800’lü yılların başından itibaren farklı bisiklet modelleri geliştirilse de, bildiğimiz anlamda konforlu ve yaygın kullanımlı bisikletin çıkışı için neredeyse yüz yıl geçmesi gerekmiş. Günümüzde tam sayısı bilinmese de tüm dünyada 1 milyar bisiklet olduğu tahmin ediliyor.

Bisikletin, kadınların hak mücadelesinde yeri ve anlamı çok büyük. Çok bilinmese de, 1900’lerin başında kadınların seçme ve seçilme hakkı mücadelesine bisiklet eşlik etmiş. Bisiklet, kadınlar için tek başlarına gidebilecekleri bir ulaşım aracına dönüşmüş ve kadınlar rahat pedallayabilmek için kasnaklı büyük eteklerinden kurtulup “bloomer” denen rahat pantolonlar giymeye başlamışlar. Pantolon deyip geçmeyin. Uzun yıllar boyunca kadınlar için uzun etek dışında bir şey giymenin sakıncalı ve yasak olduğunu düşünürsek, bisikletin ve elbette pantolonun kadınların özgürlüğü açısından önemi çok daha rahat anlaşılır.

Kadınların seçme ve seçilme hakkı için mücadele yürüten Süfrajet hareketinin öncülerinden Susan B. Anthony bir konuşmasında şöyle demiş: “Bisiklet hakkında ne düşündüğümü söyleyeyim. Dünyada başka hiçbir şeyin, kadınları özgürleştirmek için bisiklet kadar etkili olmadığını düşünüyorum. Ne zaman bisiklette bir kadın görsem neşelenirim. Bisiklet, üzerine oturduğu andan itibaren kadınlara özgürlük ve özgüven duygusu verir ve bisiklet uzaklaştıkça özgür, dizginsiz bir kadınlığın resmi ortaya çıkar

Bisiklet sadece kadın dostu değil; pedal çevrildiği sürece yol giden, masrafsız, karbonsuz ve doğa dostu bir ulaşım aracı aynı zamanda. Bir yerden başka bir yere karbon ayak izi bırakmadan gitmek, pedalın gücüyle iklim değişikliğine karşı mücadele etmek aslında ne büyük bir fırsat. Bisikletle enerji çarkının dışına çıkmak ve kendi kendine yetebilmek mümkün. Doğaya, karşımızdaki insana, yola, çiçeğe, böceğe zarar vermeyen başka bir ulaşım aracı var mı bilmiyorum. Tüm bu sebeplerle bisiklet benim için “eyleyerek gitmek” ve de “giderek eylemek” hali.

Bisikletle giderken, birilerinin yanından sessizce geçip gidiyor olmaktan, rüzgârın eteğimi pervasızca uçurmasından, saçlarımın dalgalanmasından müthiş keyif alıyorum. Bakışlar sanki üzerime yapışamadan akıp gidiyor ve bedenimde iz tutmuyor. Kendimi sokağa, mekâna ve kente daha bir ait hissediyorum. Bir kadın olarak rüzgâra karşı durmak, özgürce yolunu bulmak ve o yollarda gidebilmek çok zor. Bisikletin varlığı işte tüm bu zorluğu aştıran bir şey.

18 Eylül’de Süslü Kadınlar Bisiklet Turu vardı. Süsümü, bisikletimi, keyfimi ve çiçeklerimi kuşanıp yola düştüm ve bir sürü güzel kadınla birlikte bisikletle yol aldım. Karşıyaka’nın rüzgârı biz kadınları güzelleştirdi ve özgürleştirdi. Gün geçtikçe artan ve kadın olarak var oluşumuza yönelen bu zorbalığa karşı özgürce pedallamak ve rüzgârı hissetmekten daha şifalı bir şey yok. Süsümüzle, eşitliğimizle, özgürlüğümüzle ve bisikletimizle her daim, her sokak bizim!

*Avukat