YAZARLAR

Suyu incik, aşı cimcik, işi çinicilik, Kütahya’ya gidelim şimcik

Hiç, bir şehrin çeyiz olarak verildiğini duymuş muydunuz? İşte Kütahya, aslında böyle bir kent. Zamanında Germiyanoğulları tarafından Osmanlı’ya çeyiz olarak verilmiş. Peki, o günden bugüne neler mi olmuş, gelin beraber öğrenelim.

“Osmanlı’nın gittikçe ilerlediğini gören Germiyanoğlu, Osmanlı ile dostluğu ilerletmek istedi. Öz kızını Yıldırım Han’a vermeyi düşünerek padişaha mektup yazdı. Bu kız verme isteğinin olması için, yazılan mektubu oğlu Yakup Bey’le göndererek; Kütahya, Simav, Eğriboz, Tavşanlı şehir ve kalelerini çeyiz olarak padişaha vermeyi önerdi. Padişah bunu kabul edince düğün hazırlıkları başladı (783-M 1381). Çeyiz olarak verilen şehirlerden ayrı olarak, komşu kral ve tekfurlardan birbirinden ilginç bin bir çeşit hediyeler gelmeye başladı. Rumeli’den Evrenos Bey Yusuf yaratılışta yüz oğlan sunmuştu. Bu delikanlıların her biri, boylarının uygunluğu, vücutlarının tazeliği ile servileri kıskandırmakta yeni açılmış gülleri çileden çıkarmakta idiler. On tanesinin ellerinde halis altınla doldurulmuş tabaklar, on tanesinin ellerinde de gümüş akçalarla dopdolu yine gümüşten yapılmış sahanlar vardı. Seksen delikanlı ise ellerinde ham gümüşten işlenmiş nice kadehler, şamdanlar, ayağlar [çanak], maşrapalar, ibrikler su kapları getiriyorlardı. Bunların arkasından yüz adet işvebaz bakire cariyeler sunulmuştu. Bunların her biri, perhiz edenlerin gönüllerini çelecek kadar güzel seçmede titizlenenlerin yüreklerini oynatacak kadar dilberdi. Bunlarla birlikte öteki kral ve beylerden nice yükler dolusu eşya, kürkler, bulunmaz Hind kumaşları; sürülerle hayvanlar daha sayılamayacak hediyelik eşyalar katırlar, develer yükü ile getirildi. Böylece gelen bin bir çeşit hediye eşyayı böbürlenerek birbirlerine gösteriyorlar, krallar ve beyler padişaha bağlılıklarını ispatlamaya çalışıyorlardı”.

Tarihçi Hoca Sadeddin Efendi, Tacu’t Tevarih kitabında Yıldırım Bayezid’in düğünündeki çeyizlerini böyle sıralamış. Hediyeler de enteresan ama bizim konumuz Kütahya... Hititler, Frigler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Doğu Roma İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti, Germiyanoğulları Beyliği derken işte böyle Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmış bu şehir ve çevresi. Arada Timur bu toprakları alıp II. Yakup Bey’e geri vermiş ama bu el değiştirme çok uzun sürmemiş ve ölümünden sonra II. Yakub Bey’in vasiyetiyle tekrar Osmanlı’nın olmuş. Ayaklanmalar, Yunan işgali derken de 8 Ekim 1923’ten itibaren vilayet durumuna getirilmiş.

1936 Çamlıbahçe-Kütahya / Kiraz Bayramı

ÇİNİ TABAKTA BADEM, SARARDIM SOLDUM NEDEN

Günümüzde Kütahya, Ege Bölgesi’nde yer alan bir ilimiz. Ama fizikî, beşerî ve iktisadî coğrafya şartları bakımından hem Ege’nin hem Marmara’nın hem de İç Anadolu’nun etkisi görülüyor. Yeşil doğasına bakılınca da Karadeniz’e yarışır bir görüntüye sahip. Nüfusu 600 bine yaklaşmış durumda. Bir ara Uşak’ın il olmasıyla nüfusu azalmışsa da her geçen yıl bu sayı artıyor. Geçim kaynaklarında tarım ve madenler önemli yer tutsa da hepimizin aklına Kütahya deyince ilk olarak çini geliyor. Bunda belki de çinili kemerler, dev çini vazolar derken şehrin dev bir banyo görünümünde olmasının da etkisi vardır. İçinden her geçişimde bu his uyanıyor bende...

Kütahya Çini Müzesi

Kütahya’da ilk çini örnekleri, 14. yüzyılın sonlarında görülmeye başlanmış. Osmanlı’nın gerileme döneminde İznik’te çiniciliğin de aynı hızda gerilemeye başlamasıyla Kütahya yükselişe geçmiş ve ilin sembolü olmuş. Kütahya, Türkiye’deki ilk ve tek çini müzesini de sınırlarında barındırıyor.

Kütahya çinileri

Yukarıda adı geçen Germiyan Beyi II. Yakup Çelebi tarafından 1411 yılında yaptırılan imaret, medrese, mescit, kütüphane ve hamamdan oluşan külliyenin imaret ve türbe bölümü, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca çini müzesi olarak restore edilerek, 1999 yılında ziyarete açılmış. Müzedeki vitrinlerde, 14. yüzyıldan günümüze kadar Kütahya ve İznik’te üretilen çini mimari elemanlar, çini kitabeler, çini vazo, tabak, pano ve çiniden yapılma ev gereçleri kronolojik bir sırayla sergileniyor.

Sıtkı Olçar Çini Müzesi

Dünyaca ünlü çini ustası Sıtkı Olçar’ın anısını yaşatmak üzere bir de Sıtkı Olçar Çini Müzesi açılmış. Burada da Olçar’a ait çini eserleri ve kişisel eşyaları bulunuyor. Kütahya’da bir de ressam ve neyzen Ahmet Yakupoğlu tarafından 1973 yılında yaptırılan Çinili Camii olduğunu belirtip çini konusunu kapatayım artık.

Çinili Cami-Kütahya

KÜTAHYA’NIN EN GÜZEL YANI...

En çok herhâlde Kütahya Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda askerlik yapanların ve yakınlarının yolu düşmüştür Kütahya’ya... Bedelli askerlikle bu ziyaretler epey artmış durumda şehre. Asker yakınları, genelde asker teslimi ya da yemin törenlerinde şehrin bir günlük ziyaretçileri hâlinde ancak Türkiye’nin batısında yaşayanların tatil zamanlarında zorunlu güzergâhı durumunda Kütahya. Tıpkı Afyon gibi içinden geçene çok ve yine tıpkı Afyon gibi tek bir ana cadde gibi algılanıyor. Hâlbuki etrafında görülesi birçok yer var bu ilin de... Ama nedense insanlar genelde uzak duruyor. Hakkında büyük önyargı olan şehirlerden... Adının “kötü nahiye” kelimelerinin birleşmesinden oluştuğunu iddia edenler olsa da bunun aslı astarı yok ama Kütahya’yla ilgili güzellemeler okumak da pek mümkün değil. Ekşi Sözlük’te “Ege’nin Kayseri’si” diyen de var, “Batı Anadolu’nun doğu şubesi, atanamamış Siirt” ya da “Türkiye’nin en büyük köyü” diyen de. Eskişehir ve Afyon çıkış yollarını “Kütahya’da gidilmesi gereken yerler” listesine koyan da var, “Ankara’ya gitmenin en güzel yanı, İstanbul’a dönmesi” sözünü “Kütahya’nın en güzel yanı Eskişehir’e gitmesi” şeklinde uyarlayan da. Şu bir gerçek ki azıcık sosyalleşmek isteyenler, genelde bir saat mesafedeki Eskişehir’e gitmeyi tercih ediyor. İstanbul, Ankara ve İzmir de 350 kilometre gibi bir mesafede olunca, daha uzun yolu göze alanlar da bu illerin yolunu tutuyor. Gençlerin kimisi dönüyor ama büyük bir çoğunluğu da arkasına bakmadan memleketini terk ediyor. Bu açıdan Bilecik’ten çok farklı değil benim gözümde. Bilecik’in gençleri de Bursa ya da Eskişehir’e gezmeye gider ama İstanbul’da yaşama hayalleri kurardı, kuruyor da. Sonuçta ben dâhil çoğu kişi, bu “hayal”ini gerçekleştirdi ve mecbur kalmadıkça hiç kimse memleketine dönmedi.

Tarihi Kütahya Konakları 

MECBURİ İSTİKAMETLER

Kütahya halkının muhafazakâr ve içe kapalı olması da biraz önyargıların artmasının sebeplerinden. Halk daha çok piknik, kaplıca, çay bahçesi tadında hayatlarını sürdürüyor. Elli binin üzerinde öğrenci pek değişiklik yaratmamış ilde. Sosyal hayatla ilgili imkânlar oldukça sınırlı. Her mekânın ona göre tarif edildiği o dev çini vazonun ilerisi, Kütahya’nın mecburiyet caddesi yani küçük yerleşimlerin iki adımda bir tanıdık görebileceği, iki tur atabileceği yeri. Cumhuriyet Caddesi, namıdiğer Sevgi Yolu... Gerçi gençler daha çok Atatürk Bulvarı tarafında takılıyor. Bu arada buralarda gezerken “Dikkat, burada taze simit satılmaz!” tabelasın görürseniz şaşırmayın. Simitler gayet taze ama “meşhur olmayan pilavcı” gibi bir reklam stratejisi!

Bir de Kütahya Belediyesi’nin önü gençlerin buluşma noktası gibi, genelde oturup çekirdek çitliyorlar ya da voleybol oynuyorlar. (Bu arada birisi, Ekşi Sözlük’te belediye binasının büyüklüğünü anlatmak için “Bilecik büyüklüğünde bir belediye binası var” demiş, incitti!).

Evliya Çelebi Anıtı (solda) ve Evliya Çelebi tabelası - Kütahya
'EVLİYA ÇELEBİ’NİN KÜTAHYALI OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?'

Belediye’nin astığı tabelada “Evliya Çelebi’nin Kütahyalı olduğunu biliyor muydunuz?” sorusunu görünce de şaşırabilirsiniz. Büyük gezgin Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde İstanbul’da doğmuş ama ataları Kütahyalı olduğu için Kütahyalılar bundan yola çıkarak kendisini hemşehrileri olarak görüyor. Evliya Çelebi Kültür Sanat Evi ismini taşıyan evin, resmî kaynaklarda Evliya Çelebi’nin doğduğu ev olduğu rivayet ediliyor. Benim bildiğim aslında bu ev dedesi Kara Ahmet Bey’in evi ama üzerine detaylı araştırma yapmadım açıkçası. Şehirde, üniversite kampüsü de dahil Evliya Çelebi’nin ismini taşıyan birkaç yer daha var; bir de Evliya Çelebi Anıtı. Anıt, Eskişehir’den Kütahya’ya girişte bulunuyor. Seyahatname’sinde, “Kütahya’nın havası ve suyu güzeldir, fincanı çeşitli maşrapa ve testileri, çanak ve tabakları hiçbir yerde yoktur. Şehrin içinde binden fazla kayalardan akan buz gibi suları vardır. Mahbup ve mahbubesi, alim ve fadılları çoktur.” şeklinde sözleri olsa da Evliya Çelebi’nin gezginliğe adım atmasında Kütahya’dan kaçış isteğinin etkisi olduğuna dair espriler de yok değil hani.

Kütahya Belediyesi logosu
ATATÜRK PERDEYİ KAPATTI MI?

Diğer bir espri de Atatürk’le ilgili... Sözde Atatürk yurt gezisine çıkmış ve bir gün sabah saatlerinde trenle Kütahya’dan geçiyormuş. Halktan kimseyi tarlasında çalışırken görmeyince sinirlenmiş ve treni Kütahya’da durdurmayarak, perdesini çekip gitmiş.

Peki, Kütahya Belediyesi’nin logosunda Avrupa Birliği’nin yıldızlarının ne işi var? Bu da şaşırtıcı değil mi? Çay bardağının etrafındaki yıldızların sebebi meğer şehrin Avrupalı diploması almasıymış. Kütahya’nın bir “Avrupa şehri” olduğunu gösteriyormuş.

Hangi bilgi ne kadar doğru bilmiyorum ama Kütahya’yla ilgili benim en büyük gerçeğim kışın soğukluğu. Hatta “İzmirlinin üşüdüğü yerde Kütahyalı piknik yapar” diye bir sözleri bile var.

Oradan oraya atlıyor gibi olacağım ama bir gerçek daha söyleyeyim mi size? Kütahya, Türkiye’de akraba evliliğinin en az olduğu il... Dilerim en kısa zamanda sıfırlanır da biz de Kütahya’yı ellerimiz acıyana kadar alkışlarız.

Lemmy Kilmister adına lokma döktüren kuzenler.

Yine başka konuya atlayacağım; ben bir de heavy metal grubu Motörhead’in kurucusu Lemmy Kilmister’in ölümü üzerine “Kendisi, sevdiğimiz, saydığımız değerli bir ağabeyimizdi. Kişiliğini hiç bozmadı.” diyerek, lokma döktüren iki kuzeni alkışlamak istiyorum! Ne diyelim, mekânı cennet olsun!

Hop başka bir konudayız şimdi de... Kütahya’nın Çukurköy Mahallesi’nde bir yılda trafik kazalarında “Halil” isimli dört kişinin ölmesinin ardından bu ismi taşıyanların bir araya gelip “Haliller olarak sokağa çıkmaya bile korkuyoruz, endişeliyiz.” açıklaması yapmasına ne demeli? Sahi ne oldular acaba? Umarım hepsi sağlık ve sıhhattedir.

Anadolu Kültür ve Sanat Müzesi 
MÜZELERİNİ GEZ GEZ BİTMEZ

Yukarıda şehrin birkaç müzesinden bahsettik. Maşallah, Kütahya’da da müze bolluğu var. Onların yanı sıra Kütahya Arkeoloji Müzesi, Kossuth Evi Müzesi, Porselen Müzesi, Kent Tarihi Müzesi, Ressam Ahmet Yakupoğlu Müzesi, Kütahya Jeoloji Müzesi, Kütahya Hava Müzesi, Kütahya Millî Mücadele Müzesi, İl Eğitim Tarihi Müzesi, Tugay Anadolu Kültür, Sanat ve Arkeoloji Müzesi, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Müzesi merkezde. İlçelerinde ise Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesi, Dumlupınar Atatürk Evi Müzesi, Simav Belediyesi Kent Müzesi ve Tavşanlı Belediye Müzesi var. Gez gez bitmez yani...

Kütahya Arkeoloji Müzesi

Yeri gelmişken söyleyeyim Dumlupınar ismini de bu şehirde sık sık görebilirsiniz. Başkomutan Meydan Muharebesi, 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar-Kocatepe’den başlamış, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da zaferle sona ermiş. Dumlupınar ilçesinde bir şehitlik var; Kurtuluş Savaşı boyunca tüm cephelerde yaşamını yitirenler anısına yapılmış.

Dumlupınar Atatürk Karargahı Evi (Sol üstte), Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesi (sol altta), Dumlupınar Şehitliği (sağda)

Şehitlik, Üç Komutan Anıtı, Milisler Anıtı, 500 kişilik sembolik şehit mezarları ve kitabeleri, Şehit Baba-Oğul Anıtı, Mehmetçik Anıtı, namazgâh ve şadırvandan oluşuyor. Kentte ayrıca Büyük Aslıhanlar Üç Tepeler Şehitliği, Yüzbaşı Şekip Efendi Şehitliği, Emet Cevizdere Şehitliği, Zafertepeçalköy Zafer Anıtı, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı, Kırık Kağnı ve Üç Komutan Anıtı, Tabip Yüzbaşı Hamdi Bey Anıtı ve Gediz Abidesi bulunuyor.

Lajos Kossuth Müzesi

Bu arada Lajos Kossuth Müzesi’ne de bir parantez açmak istiyorum. Halk arasında “Macar Evi” olarak bilinen müzenin ismini taşıdığı kişi, Macar özgürlük savaşının önderlerinden. “Ne alaka?” diyeceksiniz. Kossuth ailesi ve elli altı kişilik mülteci grubu, 1850-1851 yıllarında Kütahya’da misafir edilmiş ve Lajos Kossuth Macaristan Anayasası’nın tasarısını bu evde hazırlamış.

Germiyan Sokağı
GERMİYAN ETKİSİ

Kütahya’da “Germiyan” ismine de sık rastlayabilirsiniz. Mesela Germiyan ve Ahierbasan sokaklarına muhakkak uğrayın. 19. yüzyıl sivil mimarlık örneklerinden ve konut mimarisi bakımından Anadolu’nun ahşap mimari özelliklerini taşıyan tarihî Kütahya evlerini burada görebilirsiniz. Vâcidiye Medresesi, Taş Vakfiye, Süleyman Şah Türbesi, Analcı Mescit, Kurşunlu Cami, Kale-i Bala Cami, Servi Çatal Cami (Süleyman Bey Mescidi), Balıklı Cami, Yakup Çelebi İmaret Mescidi ve Yakup Çelebi Türbesi de Germiyanoğulları dönemi eserleri...

Germiyan Kültür Yolu
DEVLERİN İNŞA ETTİĞİ KALE

Her yerin kalesi olur da Kütahya’nın olmaz mı? Üstelik efsanesi de var: Bir zamanlar Kütahya’da minareden boylu, olağan üstü, dev gibi iri ve güçlü adamlar yaşarmış. Ömürleri de boyları gibi uzunmuş. Bazıları susadığında eğilip kente üç kilometre uzaklıktaki Felent Çayı’ndan su içermiş. Bir gün liderleri, devlere yan yana dizilmelerini emretmiş. Dizinin bir ucu Yoncalı’ya, diğer ucu Nemrut kayasına ulaşmış. Nemrut kayasından kesilen oda büyüklüğündeki kaya parçaları elden ele geçirilerek, Gulam köyü diye bir köyün yanında işlenmiş. Sonra Hisar tepeye taşınarak Kütahya Kalesi yapılmış.

Kütahya Kalesi

Gelelim gerçeklere... Antik dönemlerden beri iskân edilen Kütahya Kalesi, 5. yüzyılda Bizanslıların yaptırdığı surlarla ve Selçuklular, Germiyanoğulları ve Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle güçlendirilmiş. Yakın zamanda da kalenin bazı kısımlarında onarımlar ve iç kısımda çevre düzenlemeleri yapılmış.

Kütahya’nın diğer tarihî yerleri şöyle: Ulu Camii, Mevlevihane (Dönenler) Camii, Şaphane Kocaseyfullah Camii, Yeşil Camii, Tavşanlı Ulu Camii, Hayme Ana Türbesi, Dedebali Türbesi, Paşam Sultan Türbesi, Şair Şeyhi (Hekim Sinan) Türbesi, Ana Sultan Türbesi, Sunullah Gaybi Türbesi, Celaleddin Çelebi Türbesi, Rüstem Paşa Medresesi, Hıdırlık Mescidi, Muvakkithane, Kütahya Eski Hükümet Konağı, Altıntaş Çakırsaz Han, Kütahya Bedestenleri, Hürriyet Çeşmesi, Menzilhane...

Mızık Çamı

Yavaş yavaş doğaya adım atalım isterseniz. Daha önce de belirttiğim gibi Karadeniz’le yarışır bir yeşilliğe sahip Kütahya ilçeleri...Tavşanlı’daki Vakıf Çamlığı Tabiatı Koruma Alanı ve Domaniç’teki Kaşalıç Tabiatı Koruma Alanı, büyük ölçüde Karadeniz orman ekosisteminin özelliklerini yansıtıyor. Muhteşem karaçam ve kayınların yanı sıra hayvan çeşitliliği bakımından da Türkiye’nin en özel alanları buralar. İlginizi çekerse iki yer daha söyleyeceğim: İlki, Domaniç’in Domur köyündeki “Mızık Çamı”... 1980 yılında doğal etkenler sonucu yıkılan ve anıt ağaç olarak tescil edilen çamın boyunun on bir metre, çevresinin 4.70 metre, yaşının da yaklaşık 740 olduğu tespit edilmiş. İkincisi, Kütahya merkeze bağlı Kumarı köyünde ise tarihte birçok medeniyete tanıklık eden ve bin yıllık olduğu tahmin edilen kestane ağacı... Türkiye’nin en yaşlı kestane ağacı unvanına sahip.

Bin yıllık kestane ağacı - Kütahya
TARİHTE YOLCULUK: FRİG VADİSİ

Ve geldik Frigya Vadisi’ne... Afyon yazısında da anlattığım Frig Vadisi’nin bir kısmı Kütahya'da bir kısmı da Eskişehir’de... Kütahya sınırları içerisinde, merkeze yedi kilometre uzaklıktaki Yeni Bosna köyünden başlayarak, Kütahya’ya elli dört kilometre uzaklıktaki Ovacık köyüne kadar ilin doğusu boyunca uzanıyor bu alan...

Frigya Vadileri

Sabuncupınar, Söğüt, İnli, Sökmen, Fındık ve İncik mağaralarının bulunduğu kuzey bölüm ile daha güneydeki Ovacık köyü, İnlice Mahallesi ve çevresini kapsıyor. Frigler döneminden, ana tanrıça Kybele’ ye adanmış açık hava tapınakları, sunaklar ve kaya mezarları, savunma ve barınma amaçlı pek çok yapı günümüze ulaşmış. Daha sonra Roma ve Bizanslıların da yerleştiği bölgedeki kilise ve şapellerde, kök boyalı haçlar, meander motifleri, yazı ve fresk izleri hala seçilebiliyor.

Frigya Vadileri

Frigler ve Bizanslar tarafından kayalar oyularak yapılan, Deliktaş Kalesi ve Penteser Kalesi, Kütahya bölümünde. Buraları yürüyerek gezmek, insanı gerçekten tarihte bir yolculuğa çıkarıyor.

AİZANOİ ANTİK KENTİ

Aizanoi Antik Kenti ise Çavdarhisar ilçe merkezinde... Antik Frigya’ya bağlı olarak yaşayan Aizanitislerin ana yerleşim merkeziymiş. Kentin yüksek platosu üzerinde bulunan Zeus Tapınağı’nın çevresinde yapılan kazılarda, MÖ 3.000 yıllarına ait yerleşim izlerinin ortaya çıktığı görülmüş. 1824 yılında, Avrupalı gezginlerce yeniden keşfedilmiş, 1830-1840’lı yıllarda incelenmiş ve tanımlanmış. 1926 yılında M. Schede ve D. Krencker başkanlığında Almanya Arkeoloji Enstitüsü’nce ilk kazılar yapılmış. 1970 yılından bu yana da kazı çalışmaları devam ediyor. Kalıntılar arasında Anadolu’daki en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 15 bin kişi kapasiteli tiyatro ve tiyatroya bitişik nizamda yapılmış 13 bin 500 kişilik stadyum, iki hamam, dünyanın ilk ticaret borsa binası, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde ikisi ayakta kalmış beş köprü, iki agora, gymnasium, Meter Steunene kutsal alanı, nekropoller, antik bir bent, suyolları, kapı yapıları bulunuyor.

Aizanoi Antik Kenti

Bir de eski yerleşim yeri olan Seyitömer Höyüğü var. Höyüğün altında bulunan on iki milyon ton kömür rezervinin kullanılabilir duruma getirilebilmesi amacıyla 1989 yılından itibaren başlanan kazı çalışmalarına bir süre ara verilmiş. 2006 yılında Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından kazılara yeniden başlanmış. Kazılarda Roma ve Helenistik dönemlerine ait çömlek parçaları, ağırşaklar, sapan taşı, pota, çakmak taşından ve boynuzdan yapılmış kesici aletler, kemik halka, taş buluntular, Athena portresi, bronz sikke ve cam boncuklar bulunmuş.

Seyitömer Höyüğü
TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK TERMAL KAYAK MERKEZİ

Genelde termal turizmi için tercih edilen Kütahya’da bir de kayak merkezi var: Türkiye’nin ilk ve tek termal kayak merkezi olan Murat Dağı Termal Kayak Merkezi... 2 bin 312 metre yüksekliğe sahip Murat Dağı, Türkiye’nin en yüksek noktasından çıkan termal su alanına sahip. Doğasıyla yazın da gezilesi Murat Dağı’ndaki bu kayak merkezi, Kütahya’nın Gediz ilçesinde. Kırmızı, mavi ve yeşil renkli kayak pistleri bulunuyor.

Murat Dağı Termal Kayak Merkezi
KÜTAHYA’NIN PINARLARI

Hadi size son olarak bir Kütahya türküsünün hikâyesini anlatayım: Bundan bir asır kadar önce, ihtişamlı, güzel, delidolu, hoppala, zıppala olduğundan “Deli Düve” lakabı takılan bir kadın varmış. Tüm delikanlılar, Deli Düve’nin peşindeymiş ama o Asalı sülalesinden Vehbi isimli gence gönlünü kaptırmış. Deli Düve ve Vehbi evlenmiş ama bu durum diğer delikanlıların hiç hoşuna gitmemiş; başlamışlar onları ayırmak için plan yapmaya. Kocasından ayrılması için sürekli tehdit etmişler Deli Düve’yi. Kocasının gözlerini oyacaklarını bile söylemişler. Baştan umursamasa da sonraları korkmaya başlamış Deli Düve; “Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın, ne isterseniz yapayım.” diye haber yollamış. Deli Düve’yi çeşme başına çağırmışlar. Tam onu kaçıracakları sırada çığlıklarına Vehbi yetişmiş. Köyün gençleri Vehbi’yi bıçaklayarak öldürmüş ve Deli Düve’yi dağa kaçırmış. Başlamış ağıtlar yakılmaya. İşte “Kütahya’nın Pınarları” türküsü böyle ortaya çıkmış:

“Kütahya’nın pınarları akışır
Zaptiyeler kol kol olmuş bakışır
Asalı’ya çuha şalvar yakışır

Aman, aman Vehbi öyle de böyle olur mu
Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı

Salım geldi musallaya dayandı
Mor cepkenim al kanlara boyandı
Seni vuran zalim nasıl dayandı

Aman, aman Vehbi öylede böyle olur mu
Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı”


Serpil Kurtay Kimdir?

1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.