Suyumuz ısınıyor
Acilen sera gazı salınımı durdurulmazsa, dünya eskisi gibi olmayacak. Bu duruma, insanlığın, çocuklarımızın, hayvanların ve tüm canlıların geleceği için bir dur demeliyiz ve acil önlemler almalıyız.
Bahar Göçer*
Yaz aylarının gelmesiyle hava sıcaklıkları artar ve güneş, cömertçe yansıttığı ışığıyla canlılığın devamlılığını sağlar. İlkel insanlar, güneşin kendileri için ne kadar değerli olduğunu bildiklerinden, ona karşı farklı şekillerde minnettarlık gösterirlerdi. Güneşe tapınanlar, güneşe dans ederek saygılarını gösterenler, her sabah güneşin doğuşuna teşekkür edenler gibi çeşitli ritüellerle bu minnetlerini ifade ederlerdi. Bugün de bizlerin güneşe ve doğaya minnettar olmamız gerekiyor. Ancak, bu aşırı sıcak hava koşulları insanı öyle zorluyor ki, bırakın güneşe minnettar olmayı, insanın lanet okuyası geliyor.
Hayatın temelini oluşturan ve var olmasını sağlayan güneş, son yıllarda canlılar için adeta düşmanca bir tavır sergiliyor gibi görünüyor. Yaz aylarındaki aşırı sıcaklıklar, insanlık dahil tüm canlıların yaşamını tehdit eder bir duruma geldi. Dünyanın sıcaklık dengesi bozuldu ve bu bozulma, bazı canlı türlerinin yok olmasına kadar varan tehlikeli sonuçlar doğuruyor. İklimler değişiyor ve yeryüzü yavaş yavaş ısınıyor. Bu durum, her canlı türü için önemli bir tehdit oluşturuyor.
Bu durumda, bazı sorular akla geliyor: Acaba güneş bize eziyet etmek ve canlılığı yok etmek için eskiden olduğundan daha fazla ışın mı gönderiyor? Yoksa Dünya denilen gezegende canlılığı yok etmeyi hedefleyen bir düşman mı var? Belki de yer küre bir sebepten fazla ısındığı için bize ceza veriyor.
Aslında dengesi bozulmuş bu sıcak hava ve iklim değişikliğinin cevabını herkes biliyor. İlk okulda okuyan bir çocuktan, tarlada buğday yetiştiren çiftçiye kadar herkes durumun farkında. Dünya ısınıyor, başka bir değişle küresel ısınma var. Bunun nedeni Güneş'in düşmanlığı değil, insanlığın doğaya yaydığı ve Dünyanın geleceğini hiçe saydığı sera gazı denilen şey. Bu gaz insanlık tarafından yaratıldı ve sanayi devriminden beri sürekli doğaya salınıyor. Dünyanın etrafını sardı ve miktarı her geçen gün daha da artıyor.
Güneş Dünya'ya sürekli olarak ışın gönderir ve bu ışınlar sayesinde Dünya ısınır ve aydınlanır. Ancak, bu ışınların bir kısmı Dünya'ya çarparak geri yansır. Bu geri yansıma süreci sayesinde Dünya'nın sıcaklığı dengede kalır veya sıcaklık ortalaması değişmez. Ancak, sanayi devrimiyle birlikte Dünya yeni bir teknoloji döngüsüne girdi ve ısı dengesinde değişiklikler başladı. Özellikle son yıllarda bu denge hızla bozuluyor.
Sanayileşme süreciyle birlikte, insanların yaşam standartlarının artması, daha fazla enerji kullanımı, araç kullanımı, ısınma ihtiyacı, pişirmesi vb yanında büyükbaş hayvan yetiştirme gibi faaliyetler de atmosfere önemli miktarda sera gazı salınımına neden oldu ve oluyor. Araçlardan ve fabrikalardan çıkan gazlar, geviş getiren hayvanlarda oluşan gazlar, insanlığın yarattığı diğer gaz ve toz etkenler sera gazı denilen şeyi yarattı ve yaratıyor. Atmosferi saran miktarı her geçen gün daha da artıyor. Güneş'ten gelen ışınlar Dünya'ya ulaştığında, bir kısmı Dünya tarafından emilirken, bir kısmı da yansıyarak tekrar uzaya geri gönderilir. Ancak, sera gazları bu yansımanın bir kısmının uzaya gitmesini engelleyerek Dünyada kalmasına neden oluyor. Bu Dünya'da kalan ışınlar Dünyayı yavaş yavaş ısıtıyor. Bu da küresel ısınma yaratıyor.
KÜRESEL ISINMANIN ETKİLERİ
Küresel ısınmanın etkilerini daha ayrıntılı hatırlayalım ve başımıza gelenleri gözden geçirelim. Kutuplar, dünyanın bir tür buzdolabı gibi işlev görerek gezegenin sıcaklığını dengelemekte ve canlıların alıştığı ısıyı sağlamaktadır. Ayrıca, güneş ışınlarını da en çok yansıtan kısım. Ancak, artan sıcaklık ve iklim değişiklikleri bu dengeyi bozdu ve buzullar erimeye başladı. Buzulların yavaş yavaş erimesiyle birlikte, bilim insanlarının öngörülerine göre, bazı bölgelerde deniz seviyelerinde yükselmeler meydana gelecek. İlerleyen yıllarda kıyı şeridindeki düşük rakımlı alanlar deniz seviyesi artışından etkilenecektir. Doğal olarak, kutuplardaki buzlar eridikçe, kıyıları işgal edecektir. Kim bilir hangi yerleşim alanları su altında kalacak?
Buzulların erimesiyle birlikte okyanuslardaki tuz oranı azalır. Bu değişim tuzun karışım oranını etkiler ve okyanus sularının tuzluluğunu düşürür. Okyanus tuz oranı düştüğünde denizdeki canlılar bu durumdan etkilenir. Bu tuz oranı değişimi okyanus ekosistemini de bozacaktır.
Hadi biraz daha artıralım, artıralım derken küresel ısınmanın neden olduğu sorunlar zaten katlanarak büyümektedir. Bu yüzden artırmak değil hatırlamak diyelim. Mevsimler değişiyor, alışkın olduğumuz yaz ve kış mevsimleri artık eskisi gibi değil. Bahar zamanı beklenenden daha geç geliyor. Son dönemlerde yaz aylarında kuvvetli yağışlar meydana geliyor. Eskiden nadir görülen bu yağışlar, özellikle yaz mevsimine girerken ve yaz aylarında sıkça karşılaşılan olaylar haline geldi. Mevsimlerin değiştiğini söylemiştik, şimdi ise zamansız ve yoğun yağmurlar ile fırtınalar ortaya çıkıyor. Meteoroloji kurumu sürekli uyarılar yapıyor çünkü bu beklenmedik yağışlar sürekli risk taşıyor ve yağışların ardından can ve mal kayıpları yaşanıyor. Eğer bir kıyamet alameti olacak olsa, muhtemelen kendini böyle gösterirdi. Ayrıca, kış mevsimleri de daha soğuk olabiliyor. Sonuç olarak, coğrafyadaki mevsimlerin dengesi değişiyor ve bu değişimler küresel ısınma ile ilgili gelişiyor.
Mevsimlerin değişmesi, gıda üretimi dengesini ciddi şekilde etkiliyor. Her yıl ekilen ekinler, alışık oldukları mevsim dengesi bozulduğunda, beklenen verimi sağlayamıyor veya ürün alınamıyor. Meyveler ve diğer bitkiler, alışık oldukları mevsim döngülerine sahip olamazsa, meyve vermiyorlar. Dahası, aşırı sıcaklık dalgalanmaları, aşırı soğuk hava koşulları, dolu ve su baskınları da meyve ve sebze erişilebilirliğini olumsuz etkiliyor. Bu durumlar, insanların tükettiği gıda dengesini bozuyor ve doğal yaşamın habitatını tehdit ediyor.
HAYVANLARIN KÜRESEL ISINMA İLE İMTİHANI
Bembeyaz, tombul ve sevimli kutup ayılarının neslinin tükendiği söyleniyor ya, bu belki çoğumuz için pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak, kutup ayıları gibi başka hayvanlar da tehlike altında ve her geçen gün daha fazla hayvan, kutup ayılarının kaderini paylaşacak. Hayvanlar, yaşadıkları topraklarda ısının yükselmesi, su kaynaklarının azalması, gıda eksikliği gibi sebeplerden dolayı yaşamakta zorlanacaklar. Göç edebilenler, kendi doğal ortamlarına yakın koşullar sunan bölgelere gidecekler. Ancak göç edemeyenler, nesillerini sürdürmekte zorlanacak. Kendimizi düşünelim; ne kadar sıcak suyla duş alabiliriz ya da ne kadar sıcak bir ortamda yaşayabiliriz? Sıcağa dayanabildiğimizi varsayalım, peki ya su kaynaklarının tükenmesi sorunu ne olacak? Kullanılabilir su kaynakları hızla azalıyor. Kuraklık, kendi ülkemizde bile yoğun şekilde hissediliyor. Eğer su olmazsa, canlıların hayatta kalması mümkün olmayacak. Bitki örtüsü ve onunla birlikte diğer canlılar da yok olacak.
Toprağı nasıl ekip biçeceğiz? Su olmayınca tarım yapılabilir mi? Muhtemelen farkındasınızdır, çiftçilerin ektiği ürünler ya doluyla zarar görüyor ya da kuraklık nedeniyle düzgün verim alamıyorlar. Eğer çiftçi toprağını sulayabiliyorsa, bu da tatlı su kaynaklarını tüketiyor. Koca tarım arazilerinin sulanması hem kuraklığı artırıyor hem de bu iş için harcanan su, tatlı su kaynaklarını daha da tehlikeye atıyor.
Hazır çiftçilikten bahsetmişken, endüstriyel hayvancılığın etkilerinden de söz etmeliyiz. Kesime yönelik hayvanlar olan inek, koyun gibi hayvanların yetiştirilmesi giderek zorlaşıyor. Su ve gıda sıkıntısı çeken hayvanların bakımı, bu şartlarda hemen hemen imkansız hale gelebilir. Ancak, endüstriyel hayvancılığın doğaya bir başka zararı daha var. Bu hayvanlar, atmosfere metan gazı salıyorlar. Endüstriyel hayvancılık o kadar yaygın ki, havaya önemli miktarda metan gazı salınmasına sebep oluyor. Hayvancılığın endüstrileşmesi, beraberinde küresel ısınmayı da hızlandırıyor.
Bu küresel ısınma, hayvanların hareketliliğini de artırıyor. Hatırlarsanız, bir zamanlar Afrika'dan Türkiye'ye büyük çekirge sürüleri gelmişti. Gelecekte bu tarz hayvan göçleri daha da artacak. Kendi bölgelerinde yaşayamayan hayvanlar, yaşam koşullarının normaline daha yakın yerlere göç edecekler. Bu göçler, hem hayvanların geldiği hem de gittikleri yerlerin dengesini bozacak ve başka tehlikeleri de beraberinde getirecek. Bu yollar üzerinden hastalık taşıyan mikroplar da yayılacak. Bilindiği gibi, insan bünyesi bazı mikroplarla savaşmayı bilirken, bazılarına karşı yabancıdır. Bu hayvan göçleri, bölgedeki insanların daha önce karşılaşmadığı mikropların transferine neden olacak. Bir otelde yaşanmış bir hikaye anlatayım: Norveç'ten gelen bir aile, ani ateş ve halsizlik gibi semptomlarla hastaneye kaldırıldı. Üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra, hastalığın sebebi lejyonella mikrobu olarak belirlendi. Bu mikrop, Norveç'teki soğuk iklim nedeniyle orada yaşayamaz, dolayısıyla Norveç'ten gelen aile hayatlarında ilk kez bu mikroba maruz kaldı ve bağışıklık sistemi daha önce bu mikropla karşılaşmadığı için müdahale edemedi. Yani her iklimin kendi mikropları var ve bağışıklık sistemi ona göre savaşmayı biliyor.
Farklı yerlerden gelen mikroplar bir araya gelirse, oldukça ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Eğer susuzluk nedeniyle temiz suya erişim engellenirse veya yeterli su bulunmazsa, salgın hastalıkların yayılması daha da artabilir. Bu küresel ısınma durumu, sıcaklık ve su kaynaklarının azalması nedeniyle insanları göçe zorlayacaktır. Sıcaklık artışı, belirli bölgelerde ekosistem ve iklim dengesini bozarak, insanları kendi yaşam koşullarına daha uygun yerlere göç etmeye zorlayacaktır. Bu göçün, özellikle buzulların olduğu bölgelere doğru olacağı tahmin ediliyor. Türkiye'nin habitatı da bu durumdan etkilenecek ve bu topraklarda yaşayan canlıların dengesi de bozulacaktır
Son günlerde, felaketler peşimizi bir türlü bırakmıyor. Karadeniz'deki sel baskınları, hem can hem de mal kaybına neden olurken; Akdeniz ve Ege bölgelerinde ise orman yangınları tekrar baş gösterdi. Hava sıcaklıklarının yükselmesi, yangın çıkma olasılığını artırıyor ve aynı zamanda yangınların yayılma hızını da hızlandırıyor. Bu durum, doğal dengemizin daha fazla bozulmasına yol açıyor.
Sera gazları arasında karbondioksit (CO2), metan (CH4), azot oksit (N2O) ve florlu gazlar gibi maddeler bulunur. Bu gazlar, fosil yakıtların yakılması, tarım ve endüstriyel süreçler, ormanların yok edilmesi ve diğer insan aktiviteleri sonucu atmosfere salınır.
SORUNUN KAYNAĞI KAPİTALİZM
Dünyanın kaderi üzerine düşündüğümüzde, ana sorunun kaynağının kapitalizm olduğu açıkça görülüyor. Daha çok araba üretmek, fabrikalar kurmak, denetimsiz üretimler yapmak, açığa çıkan atıkları doğaya boşaltmak ve bunu yaparken doğal dengenin bozulmasına hiç aldırmamak. Bu sistemde tek hedef, üretimi tüketmek ve kâr elde etmektir. Ancak, hatta gölgesini satamadığımız ağaçları bile kesen bu anlayış, sera gazı salınımını durdurma konusunda isteksizdir. Salınımın kontrol altına alınmaması durumunda, dünyamız daha hızlı bir şekilde ısınıyor ve geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Eğer tüm dünya ve özellikle Türkiye, acil bir şekilde sera gazı salınımını durdurmazsa, gelecek nesillere bırakacağımız yaşanabilir bir dünya kalmayacak. Para odaklı bir yaklaşımla her şeyi alıp satmaya çalışan ve doğal dengemizi bozan bu kapitalizm, yaptıklarıyla dünyanın sonunu hazırlıyor ve gereken önlemleri almıyor. Aslında alınması gereken önlemleri uygulamak hiç de zor değil, yalnızca bazı taraflar para kazanamayacağı için bu durum onların işine gelmiyor.
Birçok ülke, uluslararası iklim sözleşmelerine imza atmamakta ve alınması gereken basit önlemlere uymamaktadır. Örneğin, bazıları gelişmekte olan ülke oldukları gerekçesiyle bu önlemleri almanın adaletsizlik yaratacağını ve kendi gelişimlerini engelleyeceğini iddia etmektedir. Bazı büyük ülkeler ise hiçbir bahane göstermeksizin, küresel ısınma ile ilgili alınması gereken önlemleri almamaktadır. Aynı şekilde, dünya devi üretim şirketleri de, üretim yöntemlerini değiştirmediği için gaz salınımını durduramamaktadır. Bu şirketler, yöntem değiştirmenin maliyetli olacağını bildikleri için bu adımlardan kaçınmaktadır. Bir kısmı ise, fosil yakıtların kaynaklarını ellerinde tuttukları ve bu işten para kazandıkları için dünyanın enerji üretim sistemlerinin değişmesini istememektedir. Dünyanın her yerinde fosil yakıtlar (petrol ürünleri, doğal gaz, kömür vb.) kullanıldıkça gaz salınımı artmakta ve bir noktadan sonra ısınma hızlanmaya başlamaktadır. Bu tür durumlar nedeniyle dünya, hızla uçurumun kenarına doğru ilerlemekte ve gaz salınımı durmamaktadır.
Eğer acilen sera gazı salınımı durdurulmazsa, dünya eskisi gibi olmayacak. Bu duruma, insanlığın, çocuklarımızın, hayvanların ve tüm canlıların geleceği için bir dur demeliyiz ve acil önlemler almalıyız.
Bir sonraki yazımda, aslında tüm dünyanın bildiği bu gaz salınımının nasıl durdurulacağını bir kez daha hatırlatacağım. Güzel günler dileğiyle…
*A sınıfı iş güvenliği uzmanı