SXSW: Son günler ve Austin’e veda vakti
Yaşadığımız gezegendeki olguları anlamlandırabilmek, muhasebe ve muhakeme yapabilmek için nasıl tarihe bakmak, bilmek ve anlamak gerekiyorsa insanın kendi yolculuğu için de geçmişe bakmadan ne bugüne ne de geleceğe dair sağlıklı tespitler, çıkarımlar ve planlar yapılabilir. Tarih, insanı toprağa mıhlamadan, serbestçe dolaşmasını engellemeden aklını ve ayaklarını toprakta ve akışta tutan en önemli bilgilerden. Tarihi olan her şeyin ruhu da vardır ve o ruhlar her yerimizdeler.
Bir yerden ayrılmadan bir şeylerinizi orada bırakırsınız ya bazen, Austin’den ayrılmak da öyle her zaman, en azından benim için. Gerçekten çok sevdiğim ve üçüncü evim saydığım bu şehrin sihirli atmosferi, SXSW gibi tarifi zor niteliklere sahip bir etkinlikle birleşince insanın içine işliyor ve ayrılık iyice zorlaşıyor. Bazılarımız için bir şeyleri geride bırakmak, ayrılmak, ileriye bakmak ve yola devam etmek daha zor ve kasvetli bir yolculuk. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi, şimdi gitme vakti.
Belli bir yaşa gelince hayatta birçok yerde defalarca veya uzun sürelerle bulunmuş, bazı şeyleri pek çok kez yapmış olduğu bir öz tarihçesi oluyor insanın. Yaşadığımız gezegendeki olguları anlamlandırabilmek, muhasebe ve muhakeme yapabilmek için nasıl tarihe bakmak, bilmek ve anlamak gerekiyorsa insanın kendi yolculuğu için de geçmişe bakmadan ne bugüne ne de geleceğe dair sağlıklı tespitler, çıkarımlar ve planlar yapılabilir. Tarih, insanı toprağa mıhlamadan, serbestçe dolaşmasını engellemeden aklını ve ayaklarını toprakta ve akışta tutan en önemli bilgilerden. Tarihi olan her şeyin ruhu da vardır ve o ruhlar her yerimizdeler.
Bu ruhların her yansımasını müzikte ve müzikle yaşayan, işini gücünü de bunun üzerine inşa eden birisi olarak, sekiz sene sonra tekrar SXSW’te bulunmak büyük bir ayrıcalık ve zevkti. Bir yandan her gün deli gibi oradan oraya koştururken, bazen bedenen ve zihnen bir soluk almak için verilen spontane her molada size aktarmak istediklerimi düşündüm. Festivale 4 yazı ayırabildim ama her hissimi ve düşüncemi paylaşabilmek için 40 yazı yetmezdi sanki. Pandemi dönemi hariç neredeyse 40 yıldır aralıksız düzenlenen bu organizasyonun bir parodisini dahi yapabilmek için 40 fırın ekmek yemek gerektiğini teslim ederek bazı his ve düşünceleri sahne alan sanatçılar ve performansları üzerinden yansıtmaya çalışalım.
***
Bu festivalde planlayarak gidilen etkinlikler dışında karşınıza çıkıverip birdenbire programınızı değiştirmeye, hatta unutmaya sebep olacak performanslar bulmak pek mümkün. Açıkçası planladıklarınızdan çok bunların akılda kalması da öyle. Ne de olsa planladıklarınız arasında yerel veya genel müzik basını tarafından öne çıkartılanlar mevcut ve özellikle kültür-sanat üzerine yazan çoğu medya mensubunun dürüstlüğü (ve güdümsüzlüğü) tartışılır halde. Dolayısıyla etraflıca araştırmadan, yalnızca tavsiye üzerine gidilip görülen birçok performansa tahammül süresi 5 dakikayı geçmeyebiliyor. Ted Gioia son makalesinde tamamıyla bu konudan bahsediyor ve gazetecilerin neden bazen dürüst olmadığına dair kendince 21 sebep sayıyor ve okuyucuları listeyi zenginleştirmeye davet ediyor. Ben, ülkemizde de bolca bulunabilecek bir 22.’sini ekleyebilirim: Bir yeteneğe, sanatçıya veya ünlüye yaranma derdi.
İşte böylece tesadüfen karşıma çıkan performanslardan biri çok şaşırtıcıydı: 11 yaşında bir çocuğun ön planda olduğu bu Avustralyalı sempatik Hip-Hop / Rap grubunun ismi Flewnt & Inkabee ve bu ikili bir baba-oğul. Şaşırtıcı yeteneğiyle izleyiciyi adeta kendinden geçiren bu küçük adamın geleceğini merak ediyorum ama bu yaşta böylesine öne çıkarak bir nevi sanatsal zirve yaşamak onun psikolojik gelişimine zarar vererek biraz hazin şeyleri beraberinde getirebilir diye hissettim. Ben bu işlerdeki bu tip anomalilere karşı biraz mesafeli ve tutucuyum sanırım.
Bir başka benzer tesadüf de Hot Wax adlı Britanyalı Pop-Punk üçlüsüydü. Şimdiden Courtney Love, Beck, Yeah Yeah Yeahs, Wolf Alice gibi isimlerin desteğini alan onlu yaşlarındaki üçlünün ilk EP’si dünyanın önde gelen ses mühendislerinden Alan Moulder tarafından mikslenmiş. Moulder’ın 30 sene önce imzasını atmaya başladığı ‘Wall of Sound’ (Ses Duvarı) miks anlayışının bugünlerde çalıştığı Queens of the Stone Age gibi gruplara uzanıp damgasını vuran sound’unun güzel bir türevini rahatça duyabiliyoruz Hot Wax’in Invite Me, Kindly kısaçalarında. Yolda ve istim üzerinde kalırlarsa bu üçlünün yolunun açık olacağını seziyorum.
Son tesadüf ise karşılaştığıma ve haberdar olduğuma en sevindiğim Nashvilleli deliler Snõõper oldu. Klasifiye etmenin imkansıza yakın olduğu bu kural tanımaz, zıpzıpır, kalıbına sığmayan tatlı delileri seyretmek için en güzel yer bir sokağın ortası olabilirdi. New-Wave / Stoner/Psych-Rock bölgelerinde ama bu marjinal janrların dahi yörünge çeperinde dolaşan grubun solisti Blair Tramel kitaptan fırlayıp Austin’e düşüvermiş punk bir Pippi Uzun Çorap adeta. Ve şarkı uzunlukları 30 saniyeyle 1,5 dakika arasında değişiyor. Vay vay vay Snõõpers!
Planlayarak gittiğim ve buraya taşımaya değer performansların başındaysa hâlâ etkisinden çıkamadığım Kosta Rikalı piyanist Sofi Paez geliyor. Bir kilisede verdiği konserinde hayatında ilk defa Amerika’ya geldiğini söylediğinde ben de hayatımda ilk defa Kosta Rikalı bir sanatçıyı dinlediğimi fark ettim. Geçtiğimiz on yılda öne çıkmaya başlayan, klasik eğitimli ama kariyerlerini şarkı temelli alternatif-pop tarzında sürdüren ve başını Danimarkalı sanatçı Agnes Obel’in, baş altınıysa Macar Hania Rani’nin çektiği akımın yeni isimlerinden olan bu gencecik piyanist/şantözü önümüzde yıllarda çok duyacağımızı düşünüyorum. İstanbul’a gelse ilk konserini IKSV Salon veya Blind gibi bir mekânda verebilir, ama açıkçası onu Aya İrini gibi büyülü bir yerde dinlemek unutulmaz bir deneyim olur. Birkaç defa gözyaşlarıma hâkim olamadığım bu konser için kilisenin seçilmesiyse festival programcılarının yaratıcı başarısı.
Dikkatimi çeken bir şeyden özellikle bahsetmek gerekiyor. Farklı cinsiyetlerin oluşturduğu grupların sayısı hatırı sayılır derecede artmış durumda. Bu kombinasyonları daha ilgi çekici, zevkli ve önemli bulduğumu söylemeliyim. Özellikle sahneden haldır huldur testosteron akan erkek(-egemen) gruplarına artık daha seyrek rastlanıyor; birkaç istisna dışında dünyadaki örnekleri de gittikçe sıkıcılaşıyor. Cinsel kimlik ve tercih spektrumunun farklı bölgelerinden sanatçıların da sayısının artmasıyla çok daha renkli ve yaratıcı temsiller izlenebiliyor. Önümüzdeki yıllarda bunun daha da artarak norm haline geldiğini göreceğiz. Bunlardan bazılarına emsal birkaç isimden topluca bahsederek ilerlemek istiyorum, tıpkı bir gecede art arda seyrettiğim ve her birinin beni yerden birkaç santim yükselttiği gibi bir ruh haliyle: mutlu, öfkeli, çevik, atarlı, atik, duyarlı, dertli, çatır çatır çalan ve şarkı söyleyen bir sürü müzisyen. Başlıyoruz.
Yukarıda Austin’in 25 sene önce risk almadan adım atılamayan, 10-15 sene önce nezihleşmeye başlayarak popülerleşen, şu anda da gece hayatının ve birbirinden zevkli bohem barların, kulüplerin ve restoranların bulunduğu Doğu yakasının (East Austin) son yıllardaki en popüler mekânı Hotel Vegas görülüyor. Burası aynı anda biri açık hava, ikisi kapalı olmak üzere üç sahneyi bir arada yöneten, SXSW’in en popüler resmi ve program dışı konserlerinin yapıldığı, her daim önündeki kuyruk nedeniyle girmesi en zor ve meşakkatli yeri. Fotoğraf aldatmasın, burası devasa bir yer. Özellikle turnede olan grupların mutlak uğrak yerine dönüşmüş bu çok başarılı işletmeden bahsetmeden kapatmak olmazdı. Ve evet, SXSW raporumuzun ve yazının sonuna geldik. Ve en başta bahsettiklerimi hatırlayarak bitirmek istiyorum. Her güzel şeyin bir sonu var. Sonu olmalı ki yeni güzel şeyler başlayabilsin. Buradan ayrılırken hayata ve geleceğe Austin’in endemik ve bence dünyanın en komik seslerini çıkaran kuşu Grackle (altta) gibi bakmak gerektiğini düşünüyorum: mağmum ve sevecen, delici ve delişmen, tutkulu ve keskin.
NOT: Yukarıdan aşağıya 1. ve 3. fotoğraflar hariç tüm fotoğraflar Can Sertoğlu’na aittir.