YAZARLAR

Tahta bacaklı bir Nijeryalı korsanın, Danimarka’nın Kosova’da kurduğu hapishanede ne işi var?

Danimarka, Kosova’da 300 kişilik bir hapishane işletecek. Kendi topraklarındaki hapishanelere bile kabul etmedikleri sığınmacılar için. İngiltere, ülkeye şişme botlarla ulaşan sığınmacıları yedi bin kilometre ötedeki Ruanda’ya gönderiyor. Avrupa, kolonyal reflekslerini göstermeye başladı. Ama çok uzaklarda kurdukları koloniler işe yarayacak mı?

Geçen yılın Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Abdulrazak Gurnah, “Deniz Kenarında” isimli romanında sahte bir pasaportla İngiltere’ye kaçan ve sığınma talebinde bulunan bir Doğu Afrikalı’nın hikâyesini anlatır.

Abdulrazak  Gurnah

Sahte pasaportunda Şaban yazan bu sığınmacı, ülkesinde aldığı taktik gereği, çok iyi İngilizce bilmesine rağmen pasaport memurunun karşısında hiç konuşmaz. Bu sayede, ona güya yakın ve samimi davranan Kevin Edelman isimli memurun, sessizlik duvarına çarptıkça yavaş yavaş hırçınlaşan tiradına şahit oluruz:

"'Şaban Bey, kendinize, şu yanınızda getirdiklerinize bir bakın,’ dedi kolunu uzatıp eşyalarımı göstererek, asabı belirgin şekilde bozulmuştu. ‘Burada kalırsanız bunlardan başka bir şeyiniz olmayacak. Ne bulmayı umuyorsunuz burada? Bakın size bir şey söyleyeyim. Benim ailem mülteciydi, Romanya’dan göç etmişti. Daha fazla vaktimiz olsaydı, size bundan bahsederdim, fakat demek istediğim, insanın kendini bulunduğu çevreden koparıp yaşamak için başka bir yere gitmesinin ne demek olduğunu biliyorum, çünkü ailem buraya geldiğinde bunu yaşadı ve bunun mükâfatını da biliyorum. Fakat benim ailem Avrupalı, hakları var, ailenin bir parçası onlar. Şaban Bey, halinize bir bakın. Bunu söylemek beni üzüyor çünkü anlamayacaksınız ama keşke anlayabilseydiniz. Sizin gibi insanlar nasıl bir zarara yol açtıklarını hiç düşünmeden akın akın buraya geliyor. Siz buraya ait değilsiniz, bizim değer verdiğimiz şeylere değer vermiyorsunuz, bunlar için nesiller boyu bedel ödemediniz ve biz sizi burada istemiyoruz. Sizin için hayatı zorlaştıracağız, size saygısızlık edeceğiz, hatta belki şiddet uygulayacağız. Şaban Bey neden bunu yapmak istiyorsunuz? (Çeviri: Müge Günay)

*

Kurgular birer birer gerçek oluyor. “Sizin için hayatı zorlaştıracağız” cümlesinden bugünün Avrupasına çekeceğimiz bir hat var. 

Kosova’nın doğusunda, Priştine’ye 50 kilometre mesafede bir cezaevi… 100 bin nüfuslu Gilan şehrinde. “Danimarkalıların gelip gittiği yer” diye sorulunca, şehir sakinleri doğrudan orayı gösteriyor. 

Bir süredir Kopenhag’dan gelen ‘devletli’ misafirleri var Kosova’nın. Birtakım görevliler, adalet bakanlığı yetkilileri iki ülke arasında mekik dokuyor. Gilan’daki hapishaneyi inceliyorlar. 

Bu hapishaneye önümüzdeki yıldan itibaren daha da fazla Danimarkalı gelecek. Ya da “Danimarkalı gelecek” demeyelim de “Danimarka’dan gelecekler” diyelim. En doğrusu şu: Birkaç ‘görevli’ Danimarkalı gelecek, geri kalanları Danimarka’dan gelecek. Danimarkalı olmak isteyen ama Danimarka’nın buna müsaade etmediği insanlar gelecek.

Danimarka, iki hükümetin 2021 sonunda ortaklaşa açıkladığı üzere (henüz meclislerinde onaylanmadı) Kosova’ya gelecek yıl 300 mahkûm gönderecek. Sığınmacılara yönelik zaten sımsıkı politikalarını daha da sıkılaştıran Danimarka’nın, Gilan’daki hapishaneye öncelikle sınır dışı edilmesi beklenen sığınmacıları yollaması bekleniyor. Danimarka’ya ulaşıp sığınma talebinde bulunan ve reddedilen sığınmacılar, ülkelerine gönderilmek için Kosova’da bekleyecekler. Danimarka’da değil. Ülkenin adalet bakanı Nick Haekkerup’un mesajı katî; kaderini Avrupa’da çizmek isteyenlere son derece açık ve net bir işaret göndermek istediklerini söylüyor: “Geleceğiniz Danimarka’da değil, o yüzden bizim hapishanelerimizde kalamazsınız.

Suriyeli sığınmacılar, Kopenhag’ın artık Şam ile teması olmadığından, onlara ne yapılacağına karar verilene kadar Kosova’da kalacak. Muhtemelen yıllarca… Afrikalılar, Afganlar, Ortadoğulular… Avrupa’da yaşama umutları sıfırlanan, sıfırlanmak istenen herkes…

Kosova Gilan - Cezaevi

Sadece sığınmacılar gelmeyecek Gilan’a. Gine Körfezi açıklarında Danimarka donanmasıyla kavgaya tutuşan ve yakalanan tahta bacaklı Nijeryalı korsan da Kosova’da kalacak. Afrika’nın denizlerinde yakalanıp getirilen bu korsan, Danimarka yargısını uzun süre meşgul etmişti; devlet onunla ne yapacağını bilemiyordu. Şimdi gözden uzağa sürmeye karar vermiş. Avrupa sınırları içindeki ama henüz yeterince Avrupalı kabul edilmeyen Kosova’ya gönderiyor. Danimarkalı bir cezaevi müdürü ve gardiyanlarla birlikte…

*

‘Ceza koloni’lerini tarihten biliyoruz. Emperyal, kolonyal devletlerin, imparatorlukların bir icadıdır. Edebiyatta da yeri geniştir, hatta Franz Kafka’nın doğrudan bu isimle bir öyküsü var. 

Britannica.com’un tanımına göre, uzaklarda, özellikle de deniz aşırı yerlerde kurulan bu kolonilerde, suçlular, zorunlu çalışma ve izolasyon yöntemleri kullanarak cezalandırılıyor. “Tarihte yeri var” dedim ama bugünde de yeri var. O meşhur “Guantanamo” en sertinden bir ceza kolonisi. Diktatörlüklerden, iklim krizinden canlarını kurtarıp kendini Avustralya’ya atan mülteciler için de koloniler var: ‘Medeniyet’e ayak basması istenmeyen bu göçmenlerin ‘vahşi koşullarla’ terbiye edildiği uzak adalar. Hakkında çarşaf çarşaf yayın yapılmasına rağmen, Avustralya bu kolonilerden vazgeçmiyor. İşin ilginci, Avustralya’nın kendisi de İngiliz imparatorluğu için bir tür ceza kolonisiydi. Bugünün Avustralyalıların önemli bir kısmı 18’inci yüzyıl ve sonrasındaki mahkûmların soyundan geliyor.

İşte Avrupa sınırları içinde, Danimarka yasalarının geçerli olacağı bir uzak ‘ceza kolonisi’ kuruyor bugünün Vikingleri…

Karşılığında da Kosova’ya 210 milyon euro veriyorlar. 

Avustralya Christmas Island Mülteci Merkezi

*

İngiltere de, Afrika’nın iç savaş yorgunu ülkesi Ruanda’ya 120 milyon pound veriyor. Şimdilik. 

Bu ücret karşılığında Boris Johnson hükümeti, ülkeye yasadışı yollardan giren sığınmacıları yedi bin kilometre öteye sürüyor. 

Sığınmacı olmak için zaten ülkeye girip başvuru yapmak gerektiğinden, ‘yasaiçi’ bir yolla bunun nasıl mümkün olacağı muamma. Her hâlükârda İngiltere, “insan kaçakçılarına aman vermemek” adına, kendisi de göçmen kökenli İçişleri Bakanı Priti Patel elinden, ölümü ve zulümü göze alıp topraklarına ulaşan Afrikalıları, Ortadoğuluları, Asyalıları bir başka ‘koloni’ye sürüyor. Bu defa bir ceza kolonisine değil. Serbest bir tesise. Ama yolculuğun kendisi bir ceza… Ucu yeni bir yaşam rüyasına değil, Afrika’nın en sert, en dezavantajlı ülkelerinden birine çıkan bir yolculuk bu.

Açıklanan plana göre, sığınmacılar kendilerine sağlanan tesislere istediği gibi girip çıkacak; bu arada işlemleri yapılacak. İngiltere’ye yönelik başvuruları reddedilirse (bu konuda pek şüphe yoktur sanırım), isterlerse Ruanda’da kalabilecekler. Yoksa kendi ülkelerine ‘transferleri’ sağlanacak. Bu kadar. 

Sistem sığınmacıya seçenek veriyor: “Avrupa olmadı ama yeni yaşamınızı Ruanda’da kurabilirsiniz, seçim sizin” diyor. 

*

Bu seçenek vermek falan değil bir refleks aslında. Mirgün Cabas, Gain platformundaki haber bülteninde, İngiltere’nin Ruanda’ya sığınmacı transfer etme planını anlattıktan sonra, “Kolonyal refleksler ölmüyor” dedi. Öyle bir refleks.

Diri kolonyal refleksler bugün yeni bir şablon üretiyor. Bu şablon belli ki daha da oturacak. Avrupa, göçmen krizini önce göçmenleri sınırlarında tutarak çözmeye çalışıyor. Örneğin Türkiye’yle altı milyar euro’luk bir anlaşma yapıyor. Şimdilerde üç milyar euro’luk bir anlaşma daha yapmaya hazırlanıyor. Ama bunun karşılığında Türkiye, yaklaşık 4 milyon Suriyeli’yle bir mülteci krizini dibine dek yaşarken, bütün Avrupa, bir milyon civarında Suriyeli mülteciye evsahipliği yapıyor. 

Ya da onu bile yapmak istemiyor. 

Avrupa, sınırlarını aşan bazı mültecileri şiddet kullanarak geri itiyor. Türkiye’ye, Bosna-Hersek’e, Beyaz Rusya’ya…

Bunu başaramadığı (!) takdirde, bazılarını sonsuza dek ilk ulaştıkları yerlerde, Midilli’deki, Lampedusa’daki gibi kamplarda tutmaya çalışıyor.

İtalya’dan, Yunanistan’dan daha öteye, Avrupa’nın kalbine, zenginliğine her nasılsa ulaşanları da artık Kosova’ya, Ruanda’ya gönderiyor. 

Yeni yerler de bulacaklardır. Şablon daha da güçlenecek.

*

Güçleniyor da zaten. İstenmeyen ne varsa, onu dışarıya göndererek güçleniyor. Avrupa, istemediği işleri taşerona veriyor.

İnsan ile çöpü aynı mantık silsilesi içinde kullanmaktan hicap duyuyorum ama Avrupa’nın yeni mantığı bunu içerdiğinden kullanmak zorundayım. Plastik çöpünü de dışarıya gönderiyor Avrupa. Mesela Türkiye’ye… Geri dönüşüme… Bunun için para ödüyor. Karşılığında hem kendi suyunu, toprağını bir dertten kurtarmış oluyor hem de kendi kamuoyuna bir ‘fayda’ satıyor. Geri dönüşüm faydası. Çöpten kurtulmuyorlar. Çöpün geri dönüşmesini sağlıyorlar. 

Kosova’ya da ‘öylesine’ para vermiyor Danimarka.‘Yeşil enerji’ projelerinde kullanılacak bir ücret ödüyor. 

Ruanda farklı mı? İngiltere, parayı sığınmacıları barındırsın diye vermiyor esasen, orada eğitim projelerine yatırım yapıyor. 

Avrupa’nın vicdanı bir sentin bile sebepsiz harcanmasına izin vermiyor. Zenginliğin ‘istenmeyen’ler yüzünden çarçur edilmesine iyi gözle bakılmaz çünkü. 

Sahi o zenginliğin kaynağı neydi?

*

Batı’nın Afrika’daki, Amerika’daki, Asya’daki, Avustralya’daki maceraları değil miydi bu zenginliğin kaynağı? Bu müreffeh toplum, plastik çöpünü geri dönüştüren ama istemediği mülteciyle bir çöpünü bile paylaşmayan, şişme botla geleni kimi zaman üzerini soyup sınır dışına iten, kimi zaman da uçağa bindirip yedi bin kilometre ötesine gönderen zenginlik nasıl birikmişti?

Cevap, Batı’nın kendisinin çağrılmadan gittiği bir yerden gelsin. 

Taze Nobelli Abdulrazak Gurnah’ın pasaport memuruyla sinir harbine giren sığınmacısı konuşuyor bu defa. Sığınmacı, memura ‘kapı görevlisi’ anlamında ‘bawab’ adını takmış. Avrupa’nın eşiğindeki düşünceleri şöyle:

“Kevin Edelman, Avrupa’nın ‘bawab’ı, aile evinin avlusundaki meyve bahçelerinin kapı bekçisi; bu aynı zamanda dünyayı yiyip bitirmek için dışarı çıkan kalabalıkları serbest bırakan kapı ve bizim kabul edilmek için gelip aşındırdığımız kapı. Sığınmak için. İltica etmek için. Merhamet için.”

*

Hikâyedeki ‘bawab’ Kevin Edelman, sığınmacıyı alt edemiyor. Yanında getirdiği tek lüks eşyasını, tütsüsünü el çabukluğuyla çalmakla yetiniyor.  

Bugün olsa, hem tütsüyü çalacak hem de sığınmacıyı Ruanda’ya gönderecekti. Çünkü bugün şablon var. Boris Johnson, “Merhametimiz sınırsız, imkânlarımız sınırlı” dedi. Merhamet yerine bir formül, bir şablon sunuyorlar. 

Ama o şablon da tutmayacak. 

Kosova’da kiralanan 300 kişilik hapishane, Ruanda’daki tesisler, Avustralya’daki ada hiçbir şeye yetmeyecek… 

Türkiye’deki, Suriye’deki, Ürdün’deki kamplar da yetmeyecek. 

İklim krizi geliyor. Dertler artıyor. Kitleler hareket ediyor.

D. James’in 1992’de yazdığı, Alfonso Cuaron tarafından filme çekilen “Children of Men”in dünyasına doğru hızla ilerliyoruz. Batı’nın sığınmacıların önünü alamadığı bir dünyaya doğru… 

Bugün Batı, bildiği işi yapıyor, koloniler kurarak kurtulmaya çalışıyor. Gurnah’ın romanında söylendiği gibi, hayatı zorlaştırıyor, saygısızlık ediyor, şiddet kullanıyor. 

Ama “Children of Men”de Batı’nın kendisi koca bir ceza kolonisi haline gelmişti. 

Gidişat oraya.

Children of Men filminden bir kare

 


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.