YAZARLAR

Taliban fiyaskosundan Türkiye ve ABD için diplomasi dersleri

Başta CHP, muhalefetin bizzat genel başkanları ağzından iktidarı tutarsız ve uzgörüsüz Afganistan siyaseti üzerinden kum torbasına çevirmeleri beklenirdi ama ifadesi teskere oylamalarına yansıyan o efsunkâr “devlet” tapınçları korkarım buna engel oluyor.

Şimdi Taliban’la uzlaşmanın yollarını bulup, Kabil Havalimanı’nda NATO görevi kapsamında bulunan 600 TSK mensubunu yerlerinde tutmaya uğraşıyoruz. NATO görevi sona erdi. Hatta aralarında Alman hristiyan demokratlarının şansölye adayı Laschet, eski Britanya savunma bakanı ve NATO genel sekreteri Robertson gibi kaydadeğer isimlerin de bulunduğu pek çokları bu durumun NATO tarihinin en çarpıcı fiyaskosu olduğu görüşündeler.

Ankara’nın iddiası ve ısrarı hangi gerekçelere dayanıyor? Taliban, kendi havalimanını işletmek için TSK desteğine gereksinim duyacak. Taliban, ülkedeki tüm yabancı silâhlı güçlerin çekilmesini isterken TSK’ne ayrıcalık tanıyacak. Taliban, (kime veya neye karşı olduğunu bilemeyeceğim ama) havalimanının savunmasında TSK ile işbirliği yapmak isteyecek. Yangın ve sel afetlerine müdahalede yetersiz kalan Türkiye, eşanlı olarak Somali’ye 30 milyon dolar hibe ettiği gibi, bu defa henüz dün Vaşington’la giderlerin karşılanması ve lojistik/diplomatik destek pazarlığı yaparken, bugün tüm maliyeti kendi omuzlamaya eğilimli ve bu yetenek ile olanağa sahipmiş demek ki.

Herhalde şu saydıklarımın hiç birinin en ufak bir anlam ifade etmediği açık. ABD, kendi özel müfettişinin (“SIGAR”) raporuna göre, Afganistan’da yirmi yılda yeniden inşa için 145 milyar dolar ve savaş giderleri için Pentagon üzerinden 837 milyar dolar harcamış. Yine alçakgönüllü tutulmuş hesaplamalara göre, yirmi yılda Afganistan ordusundan altmışbin ve sivillerden kırksekiz bin kişi öldürülmüş. Taliban ile ABD’nin Doha’da yürüttüğü müzakerelerin uzlaşıyla sonuçlanmasının ardından başkan Biden toptan çekilme kararını açıklayıp, tarih olarak da Ağustos sonunu verince, üçyüzbini aşkın mevcutlu Afgan ordusu topu topu onbir günde ancak yetmişbini bulan yamalı bohça milis gücü Taliban karşısında kendiliğinden adeta buharlaşmış.  

Erdoğan IDEF 21 fuarı açılışında şöyle konuştu: “Türkiye savunma sanayinde geliştirdiği her türlü imkânı ve kabiliyeti dostlarıyla paylaşmaktan memnuniyet duyan bir ülkedir. Türkiye, eğer bir yerde bayrak gösteriyorsa tek gayesi, orada barışı, huzuru, istikrarı, güvenliği, refahı sağlamaktır. Geçmişinde sömürge, katliam, soykırım, işgal izi bulunmayan bir millet olarak gittiğimiz her yerde dostlarımıza göğsümüzü gererek tüm kalbimizle ve samimiyetimizle birlikte kazanmayı teklif ediyoruz.” Meğer böylesine sevgi pıtırcığı bir ülkeymişiz, meğer varmış dünyada öyle bir devlet, o da bizmişiz. Belki bu donanım ve kimliğe güvenerek bugün Taliban’ın kapısını çalıyormuşuz.

Yine Erdoğan berceste medya mensupları karşısında şöyle konuştu: “Amerika'nın çekilmesi sonrasında amacımız havalimanının emniyetini temin ederek bu ülkenin güvenliğine katkı sağlamaktı. Bu niyetimiz halen bakidir. Türkiye'nin Afganistan'daki askeri varlığı yeni yönetimin de uluslararası alanda elini güçlendirecek ve işini de kolaylaştıracaktır. Mesele, öncelikle Afgan makamlarıyla bir anlayış birliğine varmaktır. Farklı seçenekler üzerinde konuşabiliriz. Örneğin Libya'daki gibi ikili bir anlaşmayla da bunu çözebiliriz. Bu Taliban olabilir, daha önceki gibi mevcut yönetim olabilir. Bunların hepsiyle bizim dostluğumuz, arkadaşlığımız var. Bunun içerisinde Abdullah Abdullah bakidir, aynı şekilde şu anda ülkesinden ayrılmış olan başkan yine bunlardan bir tanesidir. Dolayısıyla hiçbir zaman kopmadık, kopmayız. Şu anda farklı tarafta kalmış olan arkadaşlarımız da yine bunların içerisindedir. Örneğin Burhaneddin Rabbani'nin oğlu gibi.” Buna da, “tut kelin perçeminden” demekte beis görülmez sanırım.

Ardından MSB Akar alsın sazı: “Biz 2002'den beri Afgan kardeşlerimizin yanında olmayı sürdürüyoruz. NATO o dönemde de tartışıyor, 'ne zaman çıkacaksınız' diyordu. Biz her seferinde dedik ki 'Afgan kardeşlerimiz istediği sürece biz burada kalmaya devam edeceğiz'. Biz aynı noktadayız. Uluslararası havaalanı'nın emniyetli şekilde açık kalmasına gayret gösteriyoruz. TSK unsurlarının diğer ülke unsurlarıyla yaptığı çalışmalar sonucunda havaalanına uçaklar emniyetli bir şekilde inip kalkmaya başladı.” Biz böyleyizdir işte, NATO göreviyle Afganistan’a gideriz, NATO görevi biter, bize o arada “sahi, siz ne zaman çıkacaksınız” diye sorulur, biz de enginlere bakarak çakmak bakışlarla “acnımız istediği zaman” der, oracıkta keseriz raconu, berbad ederiz adamı. ABD güvenli çekilme için oraya 6000 mevcutlu kuvvet indirdi. Biz, 600 mevcutla o 6000 kişilik “unsurla” “işbirliği” yapıyoruz, Akar’ın dediği o. Pekiyi bize Akar’ın sözünü ettiği “görevi” kim verdi? Varlığı kendinden menkul o “kardeşlik hukuku” ne zamandan beridir dış politika kararlarında etmendir ve ne zamandan beridir uluslararası anlaşmaların, ittifakların yerini alarak meşruluk zemini oluşturur olmuştur? Sana şimdi bir sert bakarım hadsiz, soru sormak neymiş anlarsın, karşında devlet var senin!

Çavuşoğlu da durur mu, çünkü o da girsindi topa: “Biz NATO'da konuyu konuştuğumuzda koşullar farklıydı. Şimdi fiili durum nedeniyle yeni şartlar ortaya çıktı. O nedenle ilk konuştuğumuz noktada değiliz. Şimdilik Afganistan'ın geleceğine karar vermek üzere toplanan müzakere heyetini yakından takip ediyoruz. Nasıl bir yönetim oluşacağını takip ediyoruz. Bütün taraflarla görüşüyoruz. Ortaya çıkacak yeni koşullara göre Kabil'de kalıp kalmayacağımıza, asker gönderip göndermeyeceğimize yeniden karar vereceğiz." Bir kere bu açıklama, Akar’ın dediklerini tutmuyor. Onu geçtik de, acaba havaalanındaki birlik komutanıyla, Kabil’deki büyükelçinin ilişkisi, eşgüdüm ve alt-üst vb. bakımlarından necedir?  

Ve, sıkı duralım, aciz bendenizin devr-i saltanatında (!) Irak bağlamında hasbelkader ön sıralardan izlemek ayrıcalığı iktiza ettiği üzere, bu defa Afganistan için de işte “o an” gelmiş çatmış. Hariciye koridorlarında neredeyse koşuşturanların kafa kafaya tokuşacakları bir telaşla arşive dalınıp, tozlu raflardan 1928 tarihli anlaşma bulunmuş. Malum-u alileri olacağı üzere adettendir, benzer erken dönem anlaşmaların herhalde hepsinde, “eşkıya takibi” adı altında Kürtlere sınırötesi müdahale hakkı konulmuştur. Eh işte, Erdoğan’ın yukarıda alıntıladığım diplomatik buluşundaki gibi “Libya modeli” olmayacaksa, “Irak modeli” yeğlenip, NATO/ABD sonrası Afganistan’da ve Taliban’a rağmen, 1928 tarihli ikili işbirliği anlaşması kapsamında askeri varlık bulundurulabilir! Afganistan sınırdaş da, Irak gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip de değil ama olsun. Şanlı ve liyakatı tartışmalar üstü hariciyeye de bundan böyle, “tezlerimizi savunmak” adına “bayrağı dikip, geri adım atmamak” ve her uluslararası belgeye “o cümleyi oraya –işaret parmağının ucunu masaya vurarak- dercettirmek” vazifesi terettüp edecektir.

İmanın şartları olduğu gibi, liyakatın da şartlarından biri kurumlar ve karar alıcılar, siyaset yapıcılar arasında inceci “denge” gütmektir. Dengenin hayırlı sonucu da, İncek’teki evin kredi taksitlerinin rahat ödeneceği ve çocukların tahsillerine rahat devam edecekleri bir “Dior Line” tayindir. Düzen kendi kendini sürekli yeniden üretir ve kara düzende galipler hep en griler arasından çıkar. Alsın mı sazı zamanında ilk Hayal Kahvesi’nde canlı dinlediğimiz Bulutsuzluk Özlemi? Yüz yıla varacak ömründe cumhuriyetimizde, çağcıl merkez sağ ve sol çıkacak da, böylece İslamcılık ve milliyetçilik layık olduğu kenarlara hapsedilecek de, Kürt sorununda akılcı politikalar sıradanlaşıp olağanlaşacak, Batı demokrasilerindeki çevreci politikalar gibi her partinin programında içkinleşecek de, o Türkiye’nin dış siyaseti, cumhuriyetle birlikte dönüşecek. Alo, se-se-se, ses deneme, çe-çe-çe, bir-ki, (buraya damak şaklatma efekti girecek), ses, se, CHP? “Sınır namustur”, öyleyse her teskerede topuk selâmı çakılan sınır ötesi harekâtlar ne yana düşmektedir?

Dış politika varsayımlar üzerine değil verilere dayanarak kurulur. Gelelim güncel ve geçerli bazı verilere*. Taliban, ilk elden Pakistan gizli servisi ISI’nin bir yaratısı. “Afgan” sözcüğü etimolojik olarak Farsça, “Peştun” terimini karşılayan sözcüklerden biri. Taliban, 100% Peştun değil ancak ezici çoğunluğu ve tepe kadrosunun tamamı Peştun. Peştunlar, tarihinde hiç nüfus sayımı yapılamamış Afganistan nüfusunun 40%’ü, komşu Pakistan nüfusunun da yarısı. Peştun töresi (“peştunvali”), özellikle kadınlar için, şeriatın en koyusundan da beter. Üstelik Peştunlar arasında, anlatım kolaylığı bakımından Suudi vahabi hareketinin Pakistan-Afganistan şubesi denilebilecek deobandilik egemen ve o Taliban denen de deobandi medreselerinin talebeleri.

Ruşen Çakır’a konuşan Olivier Roy kırk yıldır süren savaşta daha önce olmadığı gibi, bu defa da başkent Kabil’in “savaş alanı” olmayacağı görüşünde. Naçizane bence de öyle. Taliban yönetimindeki Afganistan’da bir organik şeriat devleti kurmak deneyimine değil bir “alt-devlet” yapısının ülkede görece istikrarı sağlayıp sağlayamayacağına tanıklık edeceğiz. Yakın sınama, eski istihbarat şefi cumhurbaşkanı yardımcısı Emrullah Salih ve beraberindekilerin Penşir’de bir direniş örgütleyip örgütleyemeyecekleri, ülkenin en büyük iki kenti Kabil ve Mezar-Şerif arasındaki Salank Tüneli’ne ve oradan Özbekistan’la sınır kapısı Hayrattan’ı da denetim altına alıp alamayacakları. O da zor ama Özbekistan’a varınca da zaten ardında Rusya var. Doğrusu bana hiç gerçekçi gelmiyor. 

Taliban’ın Herat’taki Peştun savaş ağası İsmail Han gibilerle, kuzeydeki Türkmen, Özbek ve Tacik etnik azınlıklarla, Şii Hazaralarla ne denli özerklik ve yerinden yönetim karşılığında uzlaşılara gireceğini de izleyeceğiz. ABD’nin Afganistan’ı bırakıp çekildiği Çin ne kadar elini cebine atacak? Rusya’nın eli ne zaman belindeki silâha gidecek veya gidecek mi? Bundan sonra ABD tarafından “kazıkçı dost” Pakistan’ın önüne bir hesap konacak mı? İran, Hazaralar lehine DMO-Kudüs Tugayı eliyle perde gerisinden müdahale tezgâhlamak zorunda kalacak mı? Bunlar da diğer izlenecek sorular. Haliyle bu soruları Ankara’da maroken koltuktan izlemek var da, eğer havalimanında 600 asker bulundurma ısrarınız varsa nereden, nasıl izlersiniz onu ben bilemem. “Mezar taşlarını Hasan, koyun mu sandın bre Hasan, koyun mu sandın?” demekle yetinelim.

ABD Başkanı Biden’in diplomasi sloganı: “America is back.” Türkçesi şu: “Mekânın sahibi geri geldi.” O ABD’nin dışişleri bakanlığı yakın doğu dairesi de açıklama yaptı geçenlerde ve “Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yürüttüğü harekâtlara ilişkin istihbarattan bilgimiz var” dedi. Nasıl film ama? ABD Ankara Büyükelçiliği de biçare çırpınıyor ki Brüksel’de Erdoğan-Biden görüşmesinde Afgan sığınmacıların Türkiye’ye doluşmasına ilişkin bir uzlaşıya varılmadığını anlatacak. Acaba neden kimse ikna olmuşa benzemiyor?

Biden, Afganistan’dan Trump döneminde Taliban’la varılan uzlaşıya sadık kalarak toptan çekilme kararı almakla 2022 Kasım ayında yapılacak senato seçimlerinde muhtemelen ciddi üstünlük elde etti. Siyasetçinin önceliği seçim kazanmak, orası tamam. Ama Biden neleri yitirdi? “Mekânın sahibi geri geldi” derken, balıklama camdan atlayıp kaçar görünüm verdi, inandırıcılığını dolayısıyla ittifak kurma yeteneğini fena halde aşındırdı. Politika doğru bile olsa, uygulamada çuvallamanın o politikanın doğruluğunu da sorgulatır olacağını öngöremedi, uygulamada büyük çuvalladı. Birbirlerini ezerek güç bela vardıkları alandan kalkan ABD Hava Kuvvetleri nakliye uçağına doluşan Afgan işbirliği ortaklarını, ücreti mukabili Uganda gibi ülkelere indirmek cihetine giderek, etik rezalete tüy dikti, ABD istisnasının cenazesini kaldırdı. 

Sonuç bağlamında dilerseniz Afganistan fiyaskosu sonrası için mandıra fütürolojisi deneyelim, günümüz futbolunda artık yasak olan uzun toplarla çıkalım savunmadan. Son olarak Biden, Afganistan konuşmak için G-7’nin toplanacağını açıkladı. Kaybedip çekilen NATO, “şimdi ne halt edeceğiz” diye konuşacak olansa G-7. Bana göre sayısız dersler barındırmaktadır bu durum.  Aralık ayı sonunda da yine Biden’ın bir “Demokrasiler Zirvesi” toplaması öngörülüyor. Afganistan, NATO’nun mezartaşı ise, buradan sonraki durak uzak erimde bir küresel konfederasyon mudur yoksa total kaos mudur? NATO’nun yerini, bir “PATO” alır mı -“Kuzey Atlantik” yerine bir “Pasifik-Atlantik” Demirspor anlamında? Buraya, bize bakan yakın erimli yüzdeyse: IŞİD'le Taliban'ın "meraklı bakışlardan uzakta" Tanrı’nın unuttuğu Afganistan'da ölümüne bir savaşa tutuşması, ABD'yi de, AB'yi de, Çin'i de, Rusya'yı da zevkten dört köşe edecektir. Nasıl diyor siz “win-win” Türkçe? Ancak AKP “kurmaylarını” bilemem, onlar da belki Beylikdüzü, Esenyurt taraflarında bir otelde "gizli" görüşmeler ayarlayıp, “kardeşlerimiz” arasında arabuluculuk deneyeceklerdir.

Özcesi, başta CHP muhalefetin bizzat genel başkanları ağzından iktidarı tutarsız ve uzgörüsüz Afganistan siyaseti üzerinden kum torbasına çevirmeleri beklenirdi ama ifadesi teskere oylamalarına yansıyan o efsunkâr “devlet” tapınçları korkarım buna engel oluyor.

*Dileyen okurlar 28 dakikalarını ayırıp MedyascopeTV’de her Çarşamba yaptığım “Gündem Dışı” yayınlarının 131. ve son “Afganistan Gerçekleri” başlıklı bölümünü de dinleyebilirler.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.