YAZARLAR

Tanrı, halife ve muhalifler

Muhalefet etmek gene Bakara ayetine gönderme yaparsak, tanrısal düzlemin kendisine bile şirk koşmaktır, insanın en büyük günahı ama onu insan yapan en büyük özelliğidir, dolayısıyla muhalefet etmek bir otoriteden emir ve talimat beklemek değildir. Biraz cürümdür, biraz cürettir, biraz fiili meşru mücadele, gücünün yetmediği yerde halifeye şefaat dilenmek değil, halka şikayet etmektir.

Rabbin bir gün meleklere: “Yeryüzünde bir halife /muhalif varlık oluşturuyorum.” dedi. Melekler: “Orada düzeni bozacak ve kan dökecek birini mi oluşturuyorsun?[1*] Her şeyi mükemmel yaptığın için sana yine de boyun eğeriz. Senden dolayı onu kutsal sayarız.”[2*] dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi. (Bakara 2/30)

Kulakları çınlasın, bu işleri ünlü müfessir Egemen Bağış kadar bilir değiliz, Bakara ayetiyle üstadın haklı özdeşleşmesinde de gözümüz yok.

Lakin şu var, Arapça’daki en ilginç, en muvazaalı kelimelerden birisi “halife” ve Bakara ayetinde halife kelimesinden dolayı önemli bir fıkıh tartışması var.

Muhalif, Arapça’da bir şeyden sonra gelen, bir şeyden sonra geldikten sonra önceki (selef)nin yerine geçen ‘half’ kelimesinden türemiş ve yerine geldiği ya da gelmeye çalıştığı düzene karşı çıkan ‘muhalif’’ de kişinin halife olmadan önceki hali olarak, yani sonraki olmadan önceki hazırlıkları, yapması gerekenler, onun (yani halefin) selefine karşıtlığı anlamına geliyor. 

Dolayısıyla, İslam fıkhı açısından tartışmanın başladığı yer, insanın dünyevi bir varlık ama tanrısal bir hikmet olarak yaratılırken, tam da onun tanrıya şirk koşacağı meselesi üzerinden başlayan bir mesele, tanrıya sitem eden meleklerin diliyle söylersek: “Orada o düzeni bozacak”

Fıkıh tartışmasını bir kenara bırakırsak, etimolojik olarak baktığımızda, halife dediğimiz kişi, aslında sonradan gelen değil, sonradan elde edeceği makamı bugünden inşa eden, muhaliftir. Bu yüzden karşı rüzgarlar estirmesi gerekir, bu yüzden tanrısal düzlemde bile tanrının insanla kurmuş olduğu ilişki muhalefet ilişkisidir, bu yüzden insanla-tanrı arasındaki ilişki bu düzlemde çatışma üzerinden tanımlanır, o, tanrısal bile olsa düzeni bozması gereken insandır, (ki zaten öyle olmasa cennetten çıkmaması gerekirdi). Bu yüzden halife zıllullahi fi'l ard, olsa bile, muhalif tanrının yeryüzündeki gölgesine saldırması gereken kişidir.

Fakat, modernlik dediğimiz şey ve onun icad etmiş olduğu faşizm, totaliterizm benzeri rejimler Mısır firavunlarına, Ortadoğu satraplarına ve bizzat semavi dinlerin tanrılarına parmak ısırtacak bir siyasal vahdet-i vücud düzlemi yarattılar. Bu teo-politik düzleme, Schmitt’ten ilhamla siyasal ilahiyat deniliyor. Burada artık, en genel anlamıyla kuvvetler ayrılığından, siyasi partilerden ve herhangi bir ayrıksı sesten bahsedemiyoruz. Burası son derece ritüelistik bir alan ve bu ritüeller, milli şef ya da reisin bedenini totem haline getirecek, tabulaştırılmış kent peyzajları, materyal kültür ve söylem seti tarafından belirleniyor. Aynı şekilde bütün yetkiler ve sorumluluklar hukuk tarafından ve hukuk aracılığıyla değil, şef, kayzer ya da reisin iradesi olarak tebliğ, tensip ve tevdi ediliyor. Milli şef, kayzer ya da reis tanrısal bir vücud olarak mutlak günahsızlığı temsil ediyor, sözleri ve yapıp ettikleri herhangi bir şekilde hukuki yargılamaların ya da dünyevi sorgulamaların konusu edilemiyor, çünkü onun söylediği artık dünyevi bir şey değil, bütün noksan sıfatlardan münezzeh fıkıh kelamı ya da bizim bildiğimiz şekliyle ‘nas’.

İşte bu noktada, siyasi partiler muhalefet odağı olarak tümüyle ortadan kalkıyor, milli şef, kayzer ya da reisin siyasal ilahiyatı içinde, artık siyasi renkler var ama siyaset yok (komünizm gelecekse onu da biz getiririz) ilahiyat düzleminin içinde melekler panteonundaki mırıltıları andıran eğilimler var, milli şef ya da reis ya da kayzer burada yerinden edilecek birisi değil, yerine hazırlanılacak, ondan sonrası düşünülebilecek birisi değil (çünkü o ezel ve ebed) onlardan önce Almanya, İtalya, Türkiye, Rusya yoktu (sonrası zaten hep tufan) ona muhalefet etmek darbecilik ve vatan hainliği. Fakat milli şef ya da kayzer ya da reisi muhalefetle yerinden edilmesi gereken bir iktidar odağı (halife) olarak görmek değil (haşa) ama onun manevi şahsında mücessem siyasi ilahiyatı tanıyıp, ona boyun eğip, o sistemin içine girip, onu, onun hakemliğine başvurulacak, gerektiğinde şefaat istenilecek birisi olarak görmek beklenen ve arzulanan. Bir de tabii, alayiş ve sitayişle teşrifat, ayakta alkışlayarak karşılamak.

Bu muhalefet meselesine nereden geldik? Elbette CHP’nin muhalefet bakanı Özgür Özel’in geride bıraktığı muhalefet bakanlığı performansı ve (10.12.2024) Salı günü mecliste yapmış olduğu konuşmadan:

"Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı eğer buradan bir talimatınız olursa, Cumhuriyet Halk Partili belediyeler bölgelerindeki, hatta yakınlarındaki tüm okullarda öğrencilere sıcak yemek vermek ve ücretsiz sağlıklı su vermek için göreve hazırdır. Sadece buradan bir talimatınızı bekliyoruz. Bunu yapmak isteyen belediyelerimizin okul kapılarında engellendiğini de milletimize şikayet etmek isterim."

Muhalefet bir sistemin, yazılımın boşluklarının test edildiği demo program değildir, yazılım sürümlerindeki eksikleri tamamlayan servis paketi değildir, anti-virüs programı değildir. Muhalefet, sindirimi kolaylaştıran yararlı bakteri değildir, bünyeyi güçlendiren anti-dot değildir. Muhalefet, iletişim başkanlığının söylemlerinin test edildiği bir örneklem grubu değildir.

Muhalefet etmek gene Bakara ayetine gönderme yaparsak, tanrısal düzlemin kendisine bile şirk koşmaktır, insanın en büyük günahı ama onu insan yapan en büyük özelliğidir, dolayısıyla muhalefet etmek bir otoriteden emir ve talimat beklemek değildir.

Muhalefet etmek biraz cürümdür, biraz cürettir, biraz fiili meşru mücadele, gücünün yetmediği yerde halifeye şefaat dilenmek değil, halka şikayet etmektir. Siyaset dediğimiz şey seyis ile at arasındaki ilişkiden modellendiği için biraz nobranlık biraz zorbalıktır, hatta belki biraz da kararında hilaf. 

Tüm bunlarla birlikte muhalefet etmek ahlaki bir tutum ya da etik bir mesele değildir. 

Ne var ki, muhalefet ahlaki bir mesele değilse de muhalefet ediyormuş gibi görünmek ama öyle yapmamak ahlaksızlıktır.

Çünkü bakterinin bünyesi onu var eden ekosistemden ziyade, ona karşı uygulanan yarım yamalak anti-dot aracılığıyla dirençli hale getirildiği gibi, reislik, milli şeflik, kayzerlik kurumları da milli şefler ve onların taraftarlarından ziyade, muhalefet ediyormuş gibi görünen, bir sonraki döneme kendisi için hazırlık yapıyormuş gibi görünen ama aslında muktediri tanrısal bir figüre dönüştürmekten başka bir planı olmayan ve peşine taktığı kitleyi dağlardan aşırıp firavunun sarayının kapısına bırakan insanlar tarafından kurulur.


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.