YAZARLAR

Taraftar da porsiyonları küçülttü

Maça gidemeyen hatta takımını televizyondan bile izleyemeyen taraftar, hıncını buna sebep olanlardan değil kendisiyle bire bir aynı durumdaki başka takım taraftarından çıkarıyor…

Pandeminin getirdiği sıkıntılardan toparlanır mıyız diye umut etmekle belli ki ülkemizi fazla hafife almışız. Bütün dünyada süregelen ekonomik sorunlar yurtiçindeki efsanevi yönetimle birleşince nur topu gibi bir krizimiz oldu. Sonuçta, Türk futbolunun halihazırda sallantıda olan mali durumu çöküş noktasına geldi. Kulüplere üzülsek mi bilemiyoruz. Sanki bugüne kadar yaptıklarıyla merhameti çok da hak etmiyorlar. Ama taraftarın durumu günden güne kötüye gidiyor. Türkiye’de taraftarın futbolla kurduğu ilişki hem zayıflıyor hem de bozuluyor…

YÖNETEN SİZSİNİZ

25 Ocak 2005 günü Nicolas Anelka Fenerbahçe’ye imza attığında 1 Euro 1,75 liraydı. Sekiz yıl sonra 20 Ocak 2013’te Wesley Sneijder Galatasaray’a transfer olduğunda Euro’nun değeri 2,34 liraya gelmiş, aradaki sekiz yılda yaklaşık yüzde 30 yükselmişti. Sneijder transferinden bu yana sekiz sene daha geçti ve bu süreçte Türk lirası Euro karşısında altı kat değer kaybetti. Bugün 1 Euro 14 lirayı geçmiş durumda. Üstelik – sayın eski bakan duymasın – ligdeki oyuncu mevcudunun yarısını oluşturan yabancı oyuncular maaşlarını çoğunlukla Euro veya dolar üzerinden alıyor. Yani büyük yıldızların sahalarımızı şenlendirme ihtimalleri azalıyor.

Kur farkından kaynaklanan transfer sorunu tek yönlü değil. Mevcut durumla birlikte eldeki iyi oyuncuları dışarıya kaptırmamak da zorlaşacak. Hal böyle olunca nitelik düşecek, bize benzeyen ucuz pazarlara yönelmek ve işe yarar oyuncuları bulmak için daha derin kazmak gerekecek. Aslında yapılması gereken zaten buydu, ama yapılmamıştı. Bu yüzden aynı tutum sürdürülürse bundan sonra da yapılmayacak. Para bizi kurtarmamıştı, parasızlık da kurtarmayacak.

Üstelik Türk futbolunun cazibesini azaltan tek unsur kur farkı değil. UEFA sıralamasında ciddi bir gerileme yaşayan kulüpler yeni sezondan itibaren yepyeni bir döneme giriyor. Süper Lig şampiyonu bundan böyle Şampiyonlar Ligi gruplarına doğrudan katılamayacak. Son yıllarda Avrupa kupalarındaki performanslarına bakınca, ön elemeleri aşıp gruplara kalma şansı yüksek görünmüyor. Kendinizi bir yabancı futbolcunun yerine koyunca, Şampiyonlar Ligi’nde oynamayan bir Süper Lig kulübü çok da çekici gelmiyor.

Öte yandan gerçekler kulüpleri pek de merhamete mazhar kılmıyor. Türkiye’de bugüne kadar eli bollaşan her yönetim savurganlık yaptı. Enayi Ajax gidip yeni antrenman sahaları kuruyor, aptal Liverpool yeni altyapı tesisleri açıyor, ama süper zekâ dört büyükler saha zeminini düzeltmek, öz kaynağa yatırım yapmak, hoca ve oyuncu yetiştirmek yerine 32 yaşındaki ya tutarsa transferlere bel bağlıyor. Sonra her biri beş kulübe yetecek parayı batırıp siyasilerin önünde el pençe divan duruyor, vergi afları, borç yapılandırmalar lütfediliyor. Ardından aynı siyasilerin bağlantılarından “feyz alan” atamalar herkesi sinirlendiriyor ama kimse ağzını açıp tek kelime edemiyor. Sonra birinin elinde bir megafon, diğerinin ağzında dört yüzüncü kez aynı uydurma, berikinin gözlerinde aynı boş bakışlar görülüyor. Hal böyle olunca zor günde yönetimin yanında olmak, empati yapmak, hak vermek giderek zorlaşıyor. Zaten bir anlamı da yok. Nasıl olsa onlar bir yolunu bulup işini hallediyor; ama taraftar için durum böyle değil.

SADAKATİN BEDELİ

Türkiye’de yaşayan bir futbolseverin Süper Lig’in yanı sıra Avrupa’nın büyük liglerini ve turnuvalarını takip edebilmesi için dört ayrı platforma abone olup ayda 300 TL civarı bir bedel ödemesi gerekiyor. Bu yayınların bazıları için sağlam bir internet aboneliği de şart. Yani ülkemizde evden çıkmadan, arabaya veya toplu taşımaya binmeden, stada ulaşmadan, bilet almadan maç izlemenin fiyatı ayda yaklaşık 400 lira seviyesinde. Sadece kendi takımını izlemenin bedeli ise – Avrupa maçları dahilse – 250 liraya yaklaşıyor. Eğer bir densizlik yapıp maçı tribünden izlemek isterseniz bu parayı tek maçta da harcayabilirsiniz.

Üstelik bir ligin yayın hakkı çoğunlukla tek bir yayıncının elinde olduğundan ortaya yayın tekelleri çıkıyor ve fiyatları düzenleyecek makul bir ölçüt bulunamıyor. Korsan yayınlar için – haklı olarak – sesini yükselten kulüpler, kendi gelirlerini borçlu oldukları resmi yayıncıların fiyat düzenlemeleri konusunda sessiz. Ayda 400 lira harcadıktan sonra aldığınız hizmet de pek matah sayılmaz. Kesilen yayınlar, yasadışı bahis şirketlerine kaptırılan sanal reklam tabelaları, Avrupa kupalarında maçı televizyondan izleme seçeneğinin sunulmaması, birçok yayında yetersiz, kiminde hamaset tutkunu spikerler sizi bekliyor.

Tüm bu maddi kısıtlar ortaya yepyeni bir taraftarlık pratiği çıkarıyor. Maçlar önce özetlere, sonra sosyal medyadaki iki dakikalık, bir dakikalık, bazen otuz saniyelik fragmanlara bölündü. İndirgemeciler çağında ve ülkesinde, oyun iki kritik pozisyona, zaman ve süreç de anlara indirgeniyor. Bunu yapan taraftar aptal olduğu için böyle yapmıyor. İnsan bağ kurduğu ama sürekli dışına itildiği bir şeye katılamadıkça dikkat çekmeye çalışır. Çok sevdiği takımının maçını izleyemeyen taraftar, şanlı formayı eskisinden de ateşli savunuyor, rakibine eskisinden de çok sövüyor. Tribüne gidip tezahürat yapamıyor veya ekran başında heyecanlanamıyorsa, hıncını bunları yapamamasına sebep olanlardan değil, kendisiyle bire bir aynı durumdaki başka takım taraftarından çıkarıyor. Neyse ki henüz ekstra ücret istemeyen sosyal medyada en sert çıkışları yaparak hem kendini hem renktaşlarını tatmin ediyor.

Üstelik artık “rasyonel” görünmek çok daha kolay. Bir maçı izlemeden de rakamlara bakıp iyi kötü bir şey söyleyebiliyorsunuz. Bahis şirketlerinin hizmetinize sunduğu ve birçoğu pek bir şey ifade etmeyen istatistikler, gerçeğin içinden size yetecek kadar bir parça sunabiliyor. Eğer bütün bu uğraşlardan ve renklerden sıkıldıysanız, taraftarlığı başlı başına bir kenara atıp oyuna yeni bir ilişki kurma biçimine de yönelebilirsiniz. Bahis bültenleri sizin için var. Ekonomik ortam kötüleştikçe bir son umut olarak bahis seçeneği güç kazanıyor. 18 yaşından büyük biri elbette istediğini yapabilir ve buna kimseye zararı olmayan bahis de dahil. Ancak 15 yıl öncesinden kalma bir maçın tekrarında, üzerinde bira markası yazan bir reklam tabelasının üzerini mozaiklemek için canhıraş çaba gösterenler, maç yayınlarından önce, sonra ve hatta sırasında her tarafı kaplayan bahis reklamlarına ağzını açıp tek kelime etmiyor. Hal böyle olunca kazanmanın ve kaybetmenin sırrını vereceği iddiasıyla hazırlanmış rakamlara “çalışıp” maçı Yeni Sekme içindeki küçük ekrandan takip etmek, yeni bir futbol izleme biçimine dönüşüyor.

İZLEMEYİVERSİNLER

Peki bunca derdin tasanın içinde, insanlar yiyecek ekmek bulmakta, ev kirasını, kredi kartı borcunu ödemekte zorlanırken, her şey bitti de sıra futbola mı geldi? Evet. Hatta tam da bu yüzden. Çünkü hayatta kalmak ile yaşamak arasında bir fark var ve yaşamamızı sağlayacak mütevazı ilgi ve meraklarımız günden güne elimizden gidiyor. Kerameti kendinden, serveti kim bilir nereden menkul vaizler porsiyonları küçültün, az yiyin, dışarı çıkmayın diye nutuk atmayı, hayatta kalma reçeteleri buyurmayı sürdürüyor. Moto-kurye olmak için 4 yıl üniversite okuduğunuz tek ülke olan Türkiye’de yaşamak ayıp, eğlenmek yasak; kendini insan gibi hissetmeni sağlayacak etkinliklere meyletmek ise büyük günah. Sıra futbola, hatta sadece futbola değil sinemaya, tiyatroya, basketbola, gezip dolaşmaya, bir yerlerde oturup bir şeyler yiyip içmeye gelmeli. Makul bir işte çalışıp kazandığın parayla bunları yapmak yanlış bir şey değil. Normal insanlar böyle yaşıyor. İnsan biraz da menfaati olmayan bir şeye ilgi ve merak duymakla insan oluyor.

Taraftarın futbol porsiyonu mecburen küçüldü. Burada normal insan istenmediği belli, ama galiba bu kadarı da biraz fazla. Karamsar kadercilik karamsar kadercilerin işi. Bugünü yaratan zihniyet kendini bile doyuramadı ve doyuramayacak. Dolayısıyla bize vereceği bir şey yok. Gerçekten yeni bir dönem başlayacaksa, insanın aklına hakaret etmeyen, aynı bitik söylemi yeniden üretmeyen bir yaşama ve futbol kültürü oluşturmak gerekiyor…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.