YAZARLAR

Tarihi açık olmayanın talihi de açık olmuyor!

Tasada bir denen toplum; piyasada, masada, kasada, hatta yasada, “biri” bir yana, onyüzbinmilyon ötelenmiş yana diye ayrışıyor. Buna gelir dağılımı diyorlar. Sürekli yeniden dağıtıp sürekli kat çıkıyorlar.

Duvar’da Önder Algedik o kadar net ve çarpıcı, ayrıca zarif yazmış ki, elektrik faturasını…
Hemen şalteri indirmişim!

Fakat öyle olmuyor tabii.
O yüzden, her şeyin ne kadar iyi olduğunu söyleyen devletin, daha doğrusu devlet aracıyla hüküm sürenlerin hepimizden para toplaması lazım.
Nerede yakalanırsan.

Az önce mesela, fazla uğraşmadan, yükte hafif biçimde, bir şişe su ve bir kutu laktozsuz sütte enflasyona yakalandım ve laktozdan dönmeye karar verdim.
Yazın 4 lira 75 kuruş muydu? Bu sabah 11 lira 50 kuruş olmuştu.
Fakat enflasyon yüzde 36, emekli maaş artışı yüzde 25, işsizlik tehdidiyle onca insanın kabullendiği ücret artışları sıfırın biraz üstündeydi.

Benzinde yakalanabilirdin, tütünde, içkide…
Bunlardan vazgeçmek mümkündü.
Ama eksi bilmem kaç derecede misal aç isen; gazda, sobada, odada, sofada, sofrada kıstırıyorlardı.

İçeride başına gelen her kötülük dışarıdakilerin oyunu oluyor…
Kimi felaket Allah’tan geliyor…
Genellikle de enayi, çapsız, tembel, yan gel yatan kalıyordun!

Bir fenalık için özür dileyen, birazcık utanan, sizi zor duruma düşürdük ama düzelecek diyen yoktu.
İçinden gelen varsa bile, varsa bile, var mı acaba, kendi sesini yutuyor olmalıydı!

Tam tersine, yaralı, kırgın, yorgun insanlara sürekli tepeden tepeden inip vuruyor duygusuz kelimeler. Kalplerin şalteri indirilmiş.

Öfke ile açlık, kibir ile umutsuzluk, kin ile çaresizlik, nefret ile endişe, hiddet ile düşünce, tehdit ile feryat bastıracaklarını sananların kendinden çok emin derin yanılgısı, yüksek gerilimli elektrikleriyle milyonlarca insanın ruhunu kemiriyor, eritiyor, tüketiyor.
Tutunamayan çocuklar var, düşüyorlar.
Dayanamayan anneler var, sıkışıyorlar.

“Bazı iyi şeyler dükkanı”nı da çoktan kapatmışlar.
Halkın acısında iksir, gençlerin umutsuzluğunda doping, milyonların yılgınlığında vitamin, çoğunluğun açlık ve susuzluğunda kaynak, milyonların huzursuzluğunda huzur hakkı arıyorlar.

Pandemi döneminde dünyanın en zenginlerinin servetlerine servetlerine bir kat daha eklendiği hesaplandı.
Nasıl oluyor, değil mi?
Neden insanların neredeyse kitlesel olarak can verdiği, işsizliğin, pahalılığın, umutsuzluğun, çok yerde açlığın arttığı bir dönemde onlar bir kat daha çıkabiliyor yüksek yüksek tepelere?
Onca can kaybı, nasıl oluyor da onlara bir can daha vermiş oluyor? Küçülen sofralar onların iştahına nasıl oluyor da iki kat akıyor? Çocukların, gençlerin hayalsiz halinden kayıp gidenler nasıl oluyor da onların hayasızlığına bir kat daha ekliyor?
Ülkenizde nasıl oluyor peki?

Tasada bir denen toplum; piyasada, masada, kasada, hatta yasada, “biri” bir yana, onyüzbinmilyon ötelenmiş yana diye ayrışıyor. Buna gelir dağılımı diyorlar. Sürekli yeniden dağıtıp sürekli kat çıkıyorlar.
Buna insanın insan üzerindeki tahakkümünün dağılımı diyemiyoruz yürekten.

Dağılıyorsunuz.
Ama toplanamıyorsunuz. Hepimiz yani.
Çünkü ruhlar da dağılmış; 1700’lerin, 1800’lerin, 1900’lerin o büyük ve toplu, cesur hayallerinden eser kalmamış.
Çünkü sosyalleşirken yalnızlaşmak, omuz omuza vermek varken omuz silkmek, dayanışma aramak yerine bir diğerine dayanamamak, tahayyül yerine tahammülsüzlük, yukarılardan sürekli boca edilen nefret dilinin minyatür benzerlerini bizatihi kendimiz de edinmek, yüzeyde ve yüzeyselliklerde yüzmek gibi becerilerimiz arttı.

Ciddi bir sorunuz şu:
Güncel olan, anlık akan üzerine bir alay lafımız var.
Ama bunları tarihi bağlamına, tarihin akışına, dalgalanışına, çıldırışına, duruluşuna, sadece bugünün değil, insanlığın dönüştürücü ruhuna bağlayamıyoruz pek.
Elektrik faturasından bireysel öfke çıkıyor da, siyasal-toplumsal bir özlem çıkmıyor pek.

Oysa, törpülenseler bile, bugün insanlık adına hangi hak, özgürlük, kazanımdan bahsetsek, hepsinin tarihte bir akışı, bakışı, mücadelesi, toplumsal mücadelesi var.
Başka türlüsü mümkün olmamış çünkü.

Nereden geldiyse şimdi aklıma…
Doğum gününde Nazım’ı anarken mesela…
Başına gelenleri tarihin neresine oturtuyoruz?
Doğru yanlış, hayalleri, özlemleri, hayal kırıklıkları, her dizesinin ardındaki heyecanı, yanılgıları da olmuş ama dirençli, hırpalanmış insanı?
O dizeler ne içindi ve neden şairiyle birlikte silinmek istendiydi?

Bize sadece şiir değil, sadece şair değil; duygunun, heyecanın, dizenin ardındaki düşünce, umut, hayal, tahayyül de lazım.
Çünkü o şiirin bir tarihi var!

Tarihi açık olmayanın talihi de açık olmaz…
Tarihe açık olmayana talih de açık kalmaz!

Çünkü eninde sonunda, her umut tarihten, toplumdan, bir hülyadan da beslenen bir fikre, onun paylaşılmasına, kucaklanmasına, büyütülmesine ihtiyaç duyar.
Tamam…
Bazen şiir gibi dize dize, bazen aşk gibi diz dize!
Mümkün tabii.


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.