Tarihimiz haykırıyor: Tanıyın, tanıtın, yaşatın!

Kitap çalışmasına karar verdiğimde, Ali’yi tanıdığımı düşünerek çok zorlanmayacağımı zannediyordum. Öyle sanıyorum ki, Ali’yi ‘tanıyan’ pek çok insan, bu fikrin benzerlerini taşırlar. Fakat çalışma sürer, tanıklık edenleri dinlerken onu ne kadar az tanıdığımı fark ettim…

Google Haberlere Abone ol

Hatice Güden*

Ali Aktaş; birçoğumuz onu, doğduğu gün idam edilen ve yazdığı son mektubu “örgütsel propaganda içerdiği” gerekçesiyle 31 yıl sonra ailesine verilen bir yiğit, sınırlarında tanır.

Oysa Ali, sadece bunlarla sınırlanmayacak sayısız direniş ve kazanımların imzacısı, yaşayan komünist kimliğin ta kendisiydi...

12 Eylül öncesi Çukurova’nın işçi kenti ve devrimci irade ile sarmalanmış İskenderun’da gerek 12 Eylül öncesi devrimci atılım yıllarını yaşayanlar ve gerekse de 12 Eylül dönemine ait vahşi işkence metotlarının uygulandığı “gözaltı” merkezlerinden ve hapishanelerinden geçenler, Ali Aktaş ismini sayısız gurur verici anılar ve tanımlamalarla anarlar…

HAFIZALARA VE YÜREKLERE KAZILMIŞ BİR İSİMDİR O

Direnişin ismidir!... Koparıp alma iradesinin, korkusuzluğun, adanmışlığın, yoldaşlığın ve siper yoldaşlığının adıdır. İnanmışlığın, insan sevgisinin, paylaşımcılığın, ikna kabiliyetinin adıdır.

Şahsen görmemiş ve tanıyamamış olanların da yüreğine ekilmiş, özgür düşler için savaşa tutunanların prototipidir o. Özlenen, aranan, “ancak böyle kimliklerle yol alınabilir, umut edilebilir” denilen ışık tutamıdır o.

Yıllar sonra onu ve biçimlendirilmesinde rol oynadığı, bıraktığı tarihsel mirası yazmak istediğimde görüştüğüm; ailesinden çocukluk arkadaşlarına, yoldaşlarından siper yoldaşlarına pek çok insanın, adeta kabuk bağlamış yaralarını tırmalamış, özlemlerini perçinlemiş olduğumu gördüm.

60 civarında, tanıklığına başvurduğum kişilerin yüzde 90’ı gözyaşlarını ya içlerine akıtarak ya da salıvererek bir süre konuşamadı. Söyleşiler, kesintilerle sürdürüldü. Yaklaşık 40 yıl sonra, hâlâ hafızalarda ve yürekte tüm canlılığı ile model olmaya, özlenmeye devam eden kaç insan vardır?

Bu çalışma bana, başka bir şeyi daha öğretti. Kitap çalışmasına karar verdiğimde, Ali’yi tanıdığımı düşünerek çok zorlanmayacağımı zannediyordum. Öyle sanıyorum ki, Ali’yi ‘tanıyan’ pek çok insan, bu fikrin benzerlerini taşırlar. Fakat çalışma sürer, tanıklık edenleri dinlerken onu ne kadar az tanıdığımı fark ettim…

O, sadece; güler yüzlü mütevazılığı, sanatçı ve sporcu yetenekleri, militan ve direnişçi kimliği ile yüreklerimize sızan biri değildi. 12 Eylül öncesinin devrimci atılım rüzgârının tüm özelliklerini üzerinde taşıyan, daha da ötesi; dönemin kalıpçı özelliklerinden, grupçuluk ve sekterlikten, ezbercilikten vb azade, insan hakları bilinci gelişkin, eşit ilişkiler kurabilen, yüreğinde derin insan sevgisi taşıyan bir komünistti. Sadece inanan, mücadelesini veren değil, tamı tamına yaşayan bir komünistti.

Ali’nin bu derinliğini, o dönemin bilinç sınırları ve kalıpları içerisinde anlama, yorumlama şansımız ne kadardı bilemiyorum… Bu günden geriye, Ali’ye dair bildiğim tek şey; onu hak ettiği gibi yeni kuşaklara taşıyamadığımızdır.

UMUT VE KAZANIMA KİLİTLENMİŞ BİR YAŞAMDIR O

Devrimci hareketin hızla büyümeye başladığı 75-77 yılları ve sonrasında; pek çok genç, yaşanmakta olan toplumsal saflaşma süreci ile hızla ilişkilendikleri ilk devrimci gruplarla yol alıyordu. Hızla örgütleniyorlardı.

Ali ise 75 yılından itibaren İskenderun’da bulunan değişik gruplardan insanlarla görüşüyor, öğrendiği tüm eylemlerin gerek örgütlenme sürecinde ve gerekse de anında aktif yer alıyordu. Sadece eylemlere değil, duyduğu seminerlere ve çalışmalara gençleri taşıması ile de aktif bir kimlikti. Çalışmalarına katıldığı bazı gruplardan insanlar, Ali’nin kendi yoldaşları olduğunu düşünüyordu. Fakat Ali, hiçbir guruba kendisini ait hissetmiyor ve grup yöneticileri de bunu biliyordu.

Ali, devrimci olmaya kararlıydı. Bir yandan mücadelenin bütün pratiklerinde yer alıyor, diğer yandan araştırıyordu. İlk kez 1976 yılında, doğal önderlikten örgütlü önderliğe adım attı. Örgütlenir örgütlenmez de önüne koyduğu ilk görev; eğitim gördüğü ve idaresinden öğrencisine faşistlerin kuşatması altında olan İskenderun Lisesi’ni faşistlerin elinden almaktı… Kendisini örgütleyen yoldaşı da aynı okuldaydı ve Ali’nin bu kararlılığının omuz başındaydı. 1 yıl gibi kısa bir sürede, Ali’nin öne çıkan etki gücü ve önderliği ile okul, devrimcilerin hakim olduğu bir mevzi haline geldi.

Keza, 12 Eylül faşist darbesi ile yaşanan yenilgi sürecinde; işkencehane ve hapishaneler, yenilginin öne çıkan resmiydi. Ali, darbe öncesi sıkıyönetim sürecinde tutuklanmıştı. Darbe sonrası, İskenderun işkencehanesi yeniden dizayn edilmiş, 2 büyük nezarethane, 10 adet 70 cm. genişlikte olduğunu düşündüğüm hücreler yapıldıktan ve o dönemde gözaltına alınarak çeşitli karakollara dağıtılan bizler bu hücrelere getirildikten sonra Ali yeniden işkenceye getirildi.

Bütün nezarethane ve hücreler tıka basa doluydu. İşkence yapılan salon, bulunduğumuz nezarethane ve hücrelerle yan yanaydı ve bütün sesler duyulabiliyordu. Çözülmeler ya da teslimiyetçi bağırtılar olduğunda kapı özellikle açılıyor ve dinletilerek yenilgi ruh hali kamçılanıyordu. Ali yeniden getirildiğinde çözülmeler, zayıflıklar artmıştı. Hatta sınırlı da olsa bazıları, henüz işkence görmeden çözülmeye başlamıştı.

Ali’ye herkesten çok daha uzun süren ve ağır işkenceler yapılıyordu. Fakat “ah” sesi dahi işitilmiyordu. Çıldırıyordu işkenceciler. “Bağır, bağır ulan” çığırtkanlıkları ile yükseltiyorlardı elektrik mekanizmasını. Vücudundaki kurşun ve saçmalar nedeniyle elektrik işkencesi sıkça uygulanmaktaydı. Ağır işkenceler ardından hücreye getirilirken, Ali’nin marşlar söyleyerek hepimize moral vermeye çalıştığını görürdük. Aslında göremezdik… Hücrelerimizin 15-20 cm’lik mazgalları kapatılırdı.

Ali’nin gerek işkencedeki tutumları ve gerekse de işkenceye getirilenlere yönelik insanlık dışı uygulamalara yönelik aldığı tutumlar nedeniyle kısa sürede, başta kararsızlık geçirenler olmak üzere zayıflık gösterenleri de toparlamaya başlamıştı.

Aynı şey hapishanelerde sürecekti… İşkencehanelere insan göndermeme başta olmak üzere pek çok zindan uygulamasına karşı mücadelenin ilk imzacısı ve önderi olmayı sürdürmüş, yenilginin yıkıntıları arasında kalmış insanları yeniden ayağa kaldırmış, direniş ruhunu örgütlemiş bir kimlikti o.

Gazeteci-yazar Ender İmrek’in söylediği; “Biz yaşıyorsak eğer, yaşamımıza siper olanların varlığındandır…” sözünün arkasında yatan, bir tarihtir Ali.

Ölümsüzlüğe uğurlayışımızın 38. yılında; yaşamının bütün ayrıntılarında umut ve zafer ikilisini bulacağınız Ali’yi yakından tanımanız, yaşatmanız umuduyla…