Tarık Çelenk: Çankayalı cumhurbaşkanı Yavaş, icraatın başına İmamoğlu

Yaptığı araştırmalar ve yazdığı kitaplarla Türk sağının fotoğrafını çeken Tarık Çelenk, muhalefetteki adaylık tartışmasına ilişkin, 'Yavaş Çankaya'da, İmamoğlu icraatın başında' formülünü öneriyor.

Fotoğraf: Gazete Duvar
Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Yerel seçimlerden sonra adı ‘normalleşme’ olarak konulan bir süreç başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile seçimden birinci çıkan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel arasında yapılan ziyaretlerden anlamlı bir sonuç çıkmadı. ‘Normalleşme’  süreci, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’deki Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açılışında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) sıralarına gidip, milletvekillerini selamlamasıyla boyut değiştirdi. 

Bahçeli, başkası söylediğinde ‘terör örgütü propagandası’ sayılabilecek sözlerini ise, 22 Ekim’de TBMM kürsüsünde dile getirdi ve Abdullah Öcalan’a çağrı yaptı. “Teröristbaşının tecriti kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin” diyen Bahçeli, 5 Kasım’da yine TBMM’de bu önerisini yineledi.

Bahçeli’nin iki grup toplantısı arasında ise, önce CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne sonra da DEM Partili Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyımlar atandı. Bu ‘yeni normal’e karşı, muhalefet yekvücut bir görüntü veremedi. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun cepheden karşı çıktığı kayyım atamalarına, Mansur Yavaş ilk başta ‘temkinli’ yaklaştı.

Muhalefetteki bu görüntü, kimilerine göre iktidarın kurduğu yeni oyunun arzuladığı sonuçtu. İmamoğlu ve Yavaş üzerinden dönen Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışması, kayyım atamalarıyla iyiden iyiye kızıştı. Türk sağını en iyi tanıyan isimlerden biri olan, ‘mahalle’nin kitabını yazan, çözüm sürecinde Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan Tarık Çelenk’in formülü ise şöyle: Çankayalı Yavaş, icraatın başında İmamoğlu...

Tarık Çelenk’in Gazete Duvar’ın sorularına yanıtları şöyle:

Yerel seçimden sonra bir 'normalleşme' süreci başladı. Sizce buna ihtiyaç var mıydı? AK Parti ile CHP'nin başını çektiği bir normalleşme mümkün mü?

Altılı Masa'nın özü bir normalleşme projesiydi. Aktörlerindeki ya da siyasetteki çelişkiler ne olursa olsun Altılı Masa bir normalleşme projesiydi ama toplum onu satın almadı. Toplum normalleşmeyi değil de kendi açısından güvenliğini ve kaygılarını önemsedi. Çoklu yapı güven vermedi. Toplum, sınırlar içinde yaşamayı seviyor. Altılı Masa'nın sınırları belli değildi.

“Yönetim kakafonisi olur” hissini uyandırdılar. Buradan bir armoninin çıkmayacağı, tek derdin iktidarın gitmesi olduğu gibi bir kaygı yarattılar. Gezi olaylarından sonra başlayan Türkiye'nin yeni normali, toplumda güvenlikçi politikaların satın alınmasının önünü açtı.

‘FİLOZOFU OLMAYAN, YANLIZCA BÜROKRATI OLAN BİR TOPLUM…’

Gezi döneminde daha farklı davranılsaydı ne olurdu?

Gezi olaylarında daha kaynaştırıcı, uzlaşı arayan bir hikaye çıksaydı daha farklı bir Türkiye olabilirdi. Avrupa Birliği'ne daha yakın bir Türkiye görebilirdik. Ama bana sorarsan, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1911'den bu yana yapamadığı şey, devletin farklılıkları hukuk, adalet ve güvenlik içinde beraber yönetmeyi becerememesiydi. Bugün de bu performans ortaya konulamadı, devlet otoriterleşti. Bazıları bu döneme Neo-İttihatçılık diyor. Filozofu olmayan, yalnızca bürokratı olan bir toplum, farklılıkları yönetemezdi zaten. Kurtuluş Savaşı'na hazırlanan ya da ciddi bir hesaplaşmaya hazırlanan bir ülke, Anadolu'nun içindeki bir sürü farklı yapının varlığını kaldıramayacaktı. Mecburen bir tehcire gidecekti. Ama Osmanlı'daki tehcir olayı ya da Türkiye'deki Gezi olayları veya Gülenist örgütün devlete tehdidi gibi sorunlar, toplumun uzlaşması ve devletin sağduyulu olmasıyla daha problemsiz çözülebilirdi. Bugün de devletin aklı ve derinliği tartışmaları var. Fikri bir sağduyuya kavuşamayan denetimsiz emekliler veya bürokrasi tarafından oluşturulan bir devletin nasıl aklı veya derinliği olabilir ki? Geçmiş 200 yıldan çıkartılan dersler sadece bunlar mı? Ve bu çözüm, züccaciye dükkanına akıllı bir sarrafın girmesiyle bir filin girmesi arasındaki kadar farklı olabilirdi.

‘YUNANİSTAN’DAN İYİ DURUMDA BİR ORTA SINIF VAR’

Gezi'de ve 17-25 Aralık sürecinde bugünkünden farklı bir tavır alınsaydı, “beka” sorunu mu ortaya çıkardı?

17-25 Aralık, ayrı bir otoriter örgütün kendi hegemonyasını kurmak için gerçekler üzerinden yarattığı bir tehditti. O tehdidi, hem AK Parti hem de devletin diğer dinamikleri ortak bir uzlaşmayla tasfiye ettiler. Ancak toplumsal adalet duygusu arada onarılamadı. Çok daha şeffaf, çok daha demokratik bir altyapıyla bu tip tehditlerin ve sorunların uzlaşmayla ortadan kaldırabilmesi için, Türkiye'de çok nitelikli bir beyaz orta sınıf, beyaz bir burjuva sınıfıyla beraber muhafazakar dönüşümünü tamamlamış kentli dindarların birlikteliği gerekiyor. Türkiye'de orta sınıf zayıf deniyor. Ben bu kanaati kabul etmiyorum. Türkiye'de en azından Yunanistan'dan daha iyi durumda bir orta sınıf var.

Hangi açıdan söylüyorsunuz bunu? Ekonomik açıdan mı? Eğitim açısından mı?

Özellikle muhafazakar orta sınıfı ekonomi ve eğitim bakımından kastediyorum. Her iki açıdan da. Ama özellikle muhafazakar orta sınıfın entelektüel kapasitesi çok zayıf. Dışa kapalı. Bundan dolayı muhafazakar kesimin entelektüel önderi yok. Ticaret gelenekleri de tarımsal tüccarlığa dayandığı için kentli bir görgü birikimleri yok.

‘MUHAFAZAKAR ORTA SINIF EKONOMİK OLARAK GÜÇLÜ, GÖRGÜ OLARAK GÜÇSÜZ’

Bu kapalılık yaşam tarzıyla ilgili olabilir mi?

Eğer kapalılıktan kastettiğin gelişime, dış dünyadaki ötekilerin oluşturduğu pozitif şeyleri de kapatmaksa bu kapalılıktır. Ama muhafazakar dediğin işte dini yaşantısındaki gereklilikleri yerine getirmekse bunu kabul etmiyorum. Türkiye'deki muhafazakar orta sınıfın gördüğünü anlamaması ya da yanlış anlamasının temelinde kültür, sanat ve estetiği kazanamamış olması, merak etmemesi yatıyor. Bu da onları sadece ekonomik olarak güçlü ama görgü olarak güçsüz kılıyor.

‘KENTTEN GELEN İNSAN KÖYDEKİ ADAMA DÖNÜŞÜYOR’

Benim kapalılıktan kastım, Türkiye'deki tarikat ve cemaatlerin yapısıyla ilgiliydi...

Dindar insanların mistik bir yön arayışı her zaman doğal bir şey. Gördüğünün arkasında bir gizemi aradığın zaman tasavvufa doğru giriyorsun. Mesela Batı'ya bakın. Cizvit Tarikatı, Harvard'ı yapmış, ortasına katedrali dikmişler o ayrı hikaye. Ama Türkiye'de bir köyde kurulan dergahta zikir yapılıyor, oraya kentten gelen insan da köydeki adama dönüşüyor.

Bu bahsettiğiniz kitlenin ne kadar tepkisel olduğunu da 2019'daki yerel seçim sürecinde gördük mesela. İstanbul'daki seçimler iptal edilince, oy tavrını değiştiren, büyük oranda bu tariflediğiniz kitleydi...

Şu ayrıntıyı kaçırıyorsun: Bu adamların beka kaygısı devletle ilgili, belediyelerle ilgili değil ki. Belediyelerde oyuyla tepkisini koyuyor. Ama genel seçim, devlet yönetimi olunca, sayın Bahçeli fikri manada birbirinin zıttı bir çok şey söylemesine rağmen hiçbir zaman yüzde 10'dan aşağı düşmüyor.

Kemikleşmiş bir yapı mı var?

MHP'nin aydın, akademik camiada ciddi bir seçmeni vardır. Bir de taşra milliyetçiliği, mesleksiz milliyetçilik var. Mesleksizler ya devlette olacaklar ya da partiye. Orta ve sahil Karadeniz'deki yapının büyük bir kısmı iktidar partilerine dayanıyor.

‘KILIÇDAROĞLU’NDAN SONRAKİ KADROLAR KENDİ POZİSYONLARINI KORUMA DERDİNDE’

Buraya kadar muhalefetin müdahale edebildiği hiçbir şey konuşmadık. Bunun sebebi ne sizce?

Türkiye'de insanlar yoruldu. Bu yorgunluğun da bir yönetimi gerekiyor. Bu sefer iş muhalefete düşüyor. Güçlü bir CHP ya da güçlü bir merkez sağ ihtiyacı var. Şu anda gördüğüm kadarıyla CHP bir merkez oluşturabilecek nitelikte değil. Çok dağınık. Kılıçdaroğlu sonrasındaki kadrolar ülke yönetme derdinden ziyade mevcut yeni durumla ilgili kendi pozisyonlarını korumanın derdinde. CHP'nin temel kadrolarında idealizm eksikliği görüyorum.

CHP'yi hattı olmayan bir yapı olarak mı tarifliyorsunuz?

Nereye gittiğini bilmiyor. Yani söylemde “MHP'li kardeşlerim”, “Müslüman kardeşlerim” diyor ama kendi inanmıyor. Anlamak konusunda bir merakı yok, samimi bir merak duymuyor.

‘İMAMOĞLU DA KILIÇDAROĞLU’YLA AYNI HATAYA DÜŞÜYOR’

Kılıçdaroğlu döneminde var mıydı bu? Çünkü toplumun çok fazla ve farklı kesimleriyle temas kurulduğu, CHP için ileri adımlar olduğu söyleniyor.

Ben bu konuda Kılıçdaroğlu döneminde samimi bir niyetin, samimi bir arayışın olduğunu biliyorum ve inanıyorum. Ama orada da Kemal Bey'in kurduğu ekibin kendi amaç ve hedeflerini gerçekleştirebilecek insanlar olduğunu düşünmüyorum.

Bir defa bu işin insanları değildi. Oradaki kadroların en büyük sorunu da anlamama sorunuydu. Bir de sağ diye gözükenler de sadece mahalleden kovulmuş, ellerinde bonservisleriyle hazır olan insanlardan oluşuyordu. Sadece söylemle, birkaç eylemle karşı taraftaki kaygılar ortadan kalkmaz. İnsanlar her zaman kendilerine benzeyenleri ve kendi iletişim kurabileceği nitelikli insanları görmek ister. Ben illa dindar insanları koysunlar demiyorum. Ama bana sorarsan CHP'de Ekrem İmamoğlu gördüğüm kadarıyla muhafazakar mahalleden çok iyi anlıyor. Çok iyi bir iletişim dili kurabiliyor. Zaten o mahalleden geliyor, sol gelenekten gelen bir insan değil. Onun yolu AK Parti'ye de düşebilirdi. Ama o da, üst düzey stratejide, Kemal Bey'in düştüğü hataya doğru düşüyor.

‘YAVAŞ VE İMAMOĞLU BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR’

Muhalefette öne çıkan siyasetçiler var. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş isimleri, siyasi gelişmelerle birlikte daha çok tartışılır hale geldi. Bir yanda da Özgür Özel var. Profil olarak bakıldığında birbirine benzemeyen üç isim. Size göre bunlardan hangisinin iktidar perspektifi var?

Gördüğüm kadarıyla dünya bir popülizm çağına girmiş durumda. Mesela Erdoğan, Bahçeli kendince bugün bir popülizm uyguluyorlar. Ve işin tuhafı, muhalefette ön plana çıkan üç aktörün de ortak özellikleri popülist karaktere çok yakın olmaları. Yani popülistler, toplumda, halkın içinde, sokakta karşılık buluyor. Ama işin özüne baktığınız zaman Türkiye'de yaşanan ciddi bir devlet krizi var. Kurumların yeniden nasıl inşaa edilebileceği, tekrar nasıl normalleşilebileceği, yargının, Anayasa Mahkemesi'nin nasıl normal çalışacağı, kamuya alımların, ihalelerin nasıl normal dağıtılacağı sorunu var. İkinci mesele, Türkiye'deki insanları bağlayan artık ortak değerler, ortak tarih, ortak kültür ortadan kalkmış durumda. Üçüncü mesele, bahsettiğin aktörlerde bir devlet felsefesi olması lazım. Bir değerler sistemi felsefesi, bir projeksiyon olması lazım.

Bunu söyleyen adamların hepsi siyaset dışına itildiler. Babacan, Davutoğlu... Siyasi partilerde bu konularda çalışan insanlar vardı. Hepsi dışarıda kaldı. Bu aktörler, sıraladıklarımı ne kadar verebilirler. Verseler bile toplumda karşılıkları olur mu? Ekrem Bey sağ bir gelenekten geliyor. Dokusu öyle. Kalkınmacı karakteri var. Toplumla iyi ilişkiler kurabiliyor. Camiden çıkarken rahat diyalog kurabiliyor. İnsanlar onu yabancı kabul etmiyor. Bana sorsan Ekrem Bey'in en başta yapması gereken, hiç beklemeden CHP'nin başına geçip, acilen partisinin dönüşmesini sağlamak. Bunu, Ekrem İmamoğlu'ndan başka kimse yapamaz. Çünkü bu duygu bağı var toplumun her kesimiyle. Ama Ekrem Bey de sokak siyasetinin ötesinde üretemiyor. Orada ciddi bir sıkıntısı var. Aynı Kemal Bey'de olduğu gibi mahalleye yönelik danışman ekibi yok veya yeterli değil. Çevresindeki liberal aydınlar toplumun muhafazakar mahallesine karşı kültürel ve entelektüel yabancılık ve meraksızlık duyuyor.

Mansur Bey'in popülizminin toplumda daha etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü Mansur Yavaş insanların aradığı sakinliği, fazla konuşmayan, iddialı olmayan mütevazi hizmetleri sergiliyor. Çünkü toplum yoruldu. Mahallenin yabancılarına karşı da belli bir mesafe koyuyor. Ama tabii Ekrem Bey ne kadar kurumsal çalışmaya yatkınsa Mansur Bey'de de kurumsal çalışmaya yatkın olmama handikapı var. Bir de, Ekrem Bey'in liberal ve Kürt seçmenle kurduğu ilişkiler Türkiye'deki mesleksiz Orta Anadolu milliyetçiliğini ürkütüyor. Türkiye'deki popülist İslamcılık Ekrem Bey'den çok ürkmüyor ama taşralı, orta Anadolulu, mesleksiz milliyetçilik Ekrem Bey'den çok ürküyor. Mansur Bey'den ürkmüyor. Mansur Bey'in avantajı da bu.

Tarifinize göre bu iki isim aslında birbirini tam tamamlıyor.

Tam tamamlıyor. Ama biz İngiltere değiliz ki uzlaşsınlar. Birisi 1 numara olsun, diğeri 2 numara olsun... Böyle bir kültürümüz yok. Bir de, Mansur Bey'deki yolsuzluğa en uzak siyasetçi imajı da burada belirgin bir fark yaratıyor.

‘YAVAŞ PARTİ KÜLTÜRÜYLE HİÇ İLİŞKİ KURMADI’

Şimdi özellikle Esenyurt'la birlikte başlayan kayyım sürecinde Mansur Yavaş bir adım geride durdu. Hukukçu kimliğini ön plana çıkarttı. Yakın çevresinden bu yönde açıklamalar yapıldı. Daha sonra kayyıma karşı çıkan bir açıklaması oldu. Bu tavrı, sizin “taşra milliyetçisi” diye tariflediğiniz profili ürkütmemek için mi aldı? Tavrı, parti kültürüne aykırı değil miydi?

Yavaş, Ahmet Özer'i yeteri kadar tanımıyordu muhtemelen. Yani bana sorarsan Mansur Yavaş hiçbir zaman parti kültürüyle bir ilişki kurmadı. Ve o parti kültürü Mansur Yavaş'a yabancı. Bunu sağ seçmen çok iyi biliyor. Oradan avantaj kazanıyor. Anadolu'da CHP'ye olan bakış, Mansur Yavaş'ı pek tehdit etmiyor.

‘YAVAŞ ÇANKAYALI CUMHURBAŞKANI, İMAMOĞLU İCRAATIN BAŞINDA’

Birbirlerinin eksiklerini tamamlıyorlar dediniz ancak  Ekrem İmamoğlu'yla Mansur Yavaş ayrı ayrı aday mı olur? 

Ekrem Bey CHP Genel Başkanı olur ve Mansur Bey'in Cumhurbaşkanlığı'nda anlaşabilirler. Ama Çankayalı bir Cumhurbaşkanlığı. Ekrem bey direkt icraatın başında olur. Yani, ülkenin parlamenter sisteme geri dönüşü ya da yarı başkanlık sistemine geçmesi gibi bir formül yaratılabilir. Mevcut iktidarın aktörlerine de tehdit olmayacak bir ek formülle geçiş dönemi aşılabilir. İkisinin de cumhurbaşkanlığına aday olması durumunda ayrı bir tartışma doğar.

‘DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNE GİRERSE ÖFKE DESTEĞE DÖNÜŞEBİLİR’

Seçimin ikinci turuna Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın kalması gibi enteresan bir sonuç da yaşayabiliriz tabii...

Burada MHP faktörü var. MHP'nin pozisyonu önemli. Ama ben Erdoğan'ın yerinde olsam Türkiye'yi makul bir geçiş dönemi siyaseti ve makul bir geçiş dönemi hukuku uygulatarak ve yeniden yargılanma ya da bir siyasi genel affı yaratarak, tutarlı bir fikir zemini inşa ederek ülkeyi yeni döneme taşırım. Ondan sonra kendi yaptıklarımdan, yapmadıklarımdan da kendimi güvence altına alırım. Herkes buradan kazançlı çıkar.

 Niye yapsın peki sizce bunu?

Sertleştikçe, otoriterleştikçe düşman çoğalıyor. Düşmanlara karşı hata yapma riski her zaman var. Nefret eden bir kitlenin nefretinin artması çok riskli ve çok tehlikeli bir şey. Erdoğan bu sürece girdiği anda kendi karşısında muhalefet kalmayacak zaten. Ayrıca inanın Erdoğan ciddi bir çözüm ve demokratikleşme sürecine girebilse birikmiş öfke desteğe dahi dönüşebilir.