Tarikatların kıskacındaki kent: Dersim
Munzur Üniversitesi ve tarikatlar son derece planlı ve sistemli biçimde Dersim’i ve Kızılbaş/Alevi toplumunu kuşatmışlardır. Amaçları bazı cemevlerini, ocakları ve dedeleri de kullanarak Dersimlileri Şiileştirmektir…
Kazım Gündoğan*
Uzun süredir medyanın ve toplumun gündeminden düşmeyen, Meclis'te soru önergelerine de konu olan Munzur Üniversitesi ve Rektörü Ubeyde İpek’in tarikatlarla olan ilişkileri ve kentte yaşanan kriminal olaylarla anılması, gündemdeki yerini koruyor.
Bir üniversite neden tarikatlarla birlikte bir kente ve topluma karşı konumlanır? Bir devlet neden buna göz yumar veya bu tutumu destekler ve bunda rol oynayanları ihya eder? Bu politikanın, tavrın bir anlamı ve amacı olmalı. Elbette var... Tek dil ve tek din esaslarına dayalı kurulmuş ve hâlâ tüm katılığıyla bu dinci ve ırkçı politikalarla varlığını sürdüren bir devletin, “İslam olmayan inanç topluluklarını İslamlaştırma” ve “Türk olmayan etnik toplulukları Türkleştirmek” amacıdır.
Dersim toplumu hem etnik, hem inanç kimliği nedeniyle devlet için “sorun” olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla devletin gerek şiddet, gerekse de ideolojik aygıtları bu sorunu çözmek için vahşice işlemektedir…
Devletin bir ideolojik aygıtı olarak Munzur Üniversitesi de, Dersim’in tarihini, kültürünü, doğasını, inancını, dilini ve bütünlüklü olarak sosyal yapısını değiştirme, İslamlaştırma ve Türkleştirme politikalarında son derece karanlık ve kirli bir rol oynamaktadır.
Stratejik İslamist akıl, hedef olarak şunu belirlemiştir; “Dersim Kızılbaş / Alevilerini İslamlaştıramadık, bari Şiileştirelim.” Bu amaca uygun olarak oluşturulan kurumların, işleyen aygıtların, kullanılan yerel aktörlerin hepsinin son derece koordineli çalıştığı açıkça görülebilir bir durumdur.
Neden Dersim? Bu soruyu Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) Başkanı Ercan Geçmez şöyle yanıtlıyor: “Dersim, çok özel bir bölge. Doğasıyla, inanç yapısıyla, tarihiyle Aleviler açısından merkezi bir yerdir.” Yer yer İslam dönemi inanç ritüelleri barındırsa da, esas olarak İslam öncesi inanç ritüellerinin hâlâ sürdürüldüğü son derece özgün ve otantik bir inanç coğrafyasıdır Dersim. Bu özgün ve otantik yapısı nedeniyle gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet devletinin tekleştirici saldırılarının hedefi olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Aslında bu özgün doğa, insan ve inanç coğrafyası insanlığın zengin kültürel ve doğal mirası olarak kabul edilmesi ve korunması gerekirken, İslamist ve Türkçü tekçiliğin vahşi saldırıları nedeniyle büyük yıkıma, değişime uğramış ve uğratılmaktadır…
Bu yıkım ve değişim, uzun zamandır üniversite, tarikatlar ve yerel işbirlikçileri aracılığıyla sürdürülmektedir.
Üniversite ve rektörünün bunda oynadığı rolü kısa bir süre önce başlıca Alevi Federasyonları ve Dersim kurumları, “Munzur Üniversitesi Rektörü Bir Asimilasyoncudur!” başlıklı ortak bir metinle deşifre ederek taleplerini kamuoyu ile paylaştılar.
TARİKATLAR, ÜNİVERSİTE VE ŞİİLEŞTİRME
Üniversitenin yıkıcı ve çürütücü faaliyetleriyle koordineli olarak sürdürülen tarikat faaliyetleri hakkında, Dersim Araştırmaları Merkezi (DAM) yaptığı alan araştırması ile çok önemli veriler paylaştı.
Yapılan araştırmada, “Tarikatlar Fethullah’ın bıraktığı yerden, örgütlenmelerine devam ediyorlar” denilerek dernek ve vakıf adı altında örgütlenen cemaat/tarikatların isimleri açıklandı.
DAM’ın hazırladığı raporda Dersim’de faaliyet sürdüren tarikatlar; “Munzur Eğitim ve Kültüre Hizmet Derneği (Süleymancıların), Ehlibeyt Sevenler Eğitim Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği (Menzil Tarikatı), Ensar Vakfı Tunceli Şubesi, Birlik Vakfı Tunceli Şubesi, İlim Yayma Cemiyeti Tunceli Şubesi, TÜGVA Tunceli Temsilciliği ve Milli Beka Hareketi Derneği gibi (sosyal medya üzerinden) çok sayıda dini cemaat farklı isim altında faaliyet sürdürüyor. Ayrıca, Atatürk Mahallesi’nde bu tarikatlara paralel ticari işletmeler açılıyor ve bunlar günbegün çoğalmaktadırlar” denilmektedir.
Ayrıca rapor, tarikatların en yoğun örgütlendiği alanın Munzur Üniversitesi olduğuna dikkat çekmekte ve ilişkiler hakkında şöyle yazmaktadır: “Araştırmamız sonucunda gördük ki tarikatların çalışmaları esasen üniversite bünyesinde görevli akademisyenler eliyle yürütülmektedir. Dolayısıyla tarikatlar Dersim’e kendiliğinden gelmiyor. Devlet bürokrasisi işin içinde ve bir nevi onların eliyle örgütleniyorlar. Yani bilfiil devlet mekanizması yol vermekte ve bu asimilasyon çalışması aleni olarak desteklenmektedir.” Devamında, bu tarikatların yoksul, işsiz Dersim gençlerine yardımcı olmak vaadiyle ilişki kurup tarikat öğretisi ve dini eğitimler üzerinden etkilemeye çalıştıkları ve bu ilişkiler içinde küçümsenmeyecek oranda “devlet memuru” olduğu, hatta “Dersim’de bir süredir taciz, tecavüz olaylarına adı karışan bazı güvenlik görevlileri bu tarikatlar zihniyetinden bağımsız ele alınmamalıdır” denilerek toplum duyarlılığa çağrılmaktadır.
Bu konuda önemli açıklamalarda bulunan araştırmacı-yazar Nesimi Aday ise, ‘’Munzur Üniversitesi’ndeki birçok kadronun, Dersim’in etnik kimliği ve inancı üzerinde toplum mühendisliği yapan kurumlara, kuramsal lojistik sağladığını düşünüyorum. Yine kayyımların Dersim Cemevi üzerinde oynadığı oyunlar unutulmadı. Yanına müftüyü de alıp Cemevi’ne çıkartma yapan kayyım vali Tuncay Sonel’in, gri pasaport taşıyan ve Alevi Ocakları tarafından düşkün ilan edilen dedeler tarafından Hızır olarak lanse edilmesi halkın belleğinde tazeliğini koruyor. Bu yönüyle Dersim Kızılbaşlığı büyük bir saldırı altındadır’’ değerlendirmesinde bulundu.
Dersim özgülünde üniversite mi tarikatları yönetiyor, yoksa tarikatlar mı üniversiteyi ele geçirmiş sorusuna net yanıt verebilmek kolay değil. Ancak net olarak görülen durum şudur; İslamlaştırma ve Şiileştirme amaçlı çalışmalar paralel yürütülmektedir.
Dersim’de tarikatların karanlık faaliyetlerine dair açıklamalarda bulunan HBVAKV Başkanı Ercan Geçmez özellikle ocaklar ve tarikatlar ilişkisine dikkat çekmektedir.
Zaten hiçbir dış/yabancı güç yerli işbirlikçiler olmadan sizin ülkenize, evinize, dilinize, inancınıza hükmedemez ve onu elinizden alamaz. Ne yazık ki, Dersim’de küçümsenmeyecek oranda işbirlikçi ve çıkar çevrelerinin tarikatlarla ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir. Ancak toplumdaki yorgunluk, parçalılık ve rekabetçilik durumundan kaynaklı oluşan boşluklar nedeniyle hem tarikatlar hem de işbirlikçileri pek çok alanda küçümsenmeyecek oranda mevziler elde etmişlerdir. Bu durum onlara büyük avantaj sağlamaktadır.
Önce devletin “gri pasaportlu Dedeler”inin aktifleştirilmesi, sonra tarikatların partner olarak seçtiği ve birlikte çeşitli faaliyetler yürüttüğü bazı “Alevi Ocakları”nın bu süreçte nasıl bir rol oynadıkları başlı başına araştırılması ve üzerinde önemle durulması gereken bir sorundur.
Tarikat yapılanmalarının “ocaklar” adı altından yürütüldüğünü, Dersim’deki bazı ocakların ismiyle büyük şehirlerde dernek ve vakıfların kurulduğunu anlatan Ercan Geçmez, özellikle İstanbul’daki kimi ocaklar adına kurulan derneklerin bunda çok önemli bir rol oynadığına ve tarikatlara zemin hazırladığına dikkat çekmektedir. Geçmez, devamında ise, tarikatlar ve işbirlikçi ocaklar üzerinden Şiileştirme çalışmalarına dair şunları anlatmaktadır: “Aleviliği Şiirleştirme çabası Dersim’de çok yaygın bir durum. Bazı kurumlar eliyle bu tarikatlar orada uluslararası destek alıyor. Bazı Alevi siyasetçi ve Alevi önderler Şiiliğe de hizmet ediyorlar. (…) Devlet tarafından beslenip ekonomik olarak sürekli güçlenen kişiler var. O isimler yumuşak geçişin bizzat sebebi olan kişilerdir. Bu projenin öncüsü bizzat Ahmet Davutoğlu oldu. Davutoğlu’nun başbakanlığı sürecinde bütün Alevi örgütleri olarak kendisiyle yaptığımız bir toplantıda, orada bulunan bir Alevi Dedesi Davutoğlu’nun en has adamlarından biriydi. O isim, çok açık konuştu ve dedi ki; ‘Alevi örgütleri misyonunu tamamlamıştır. Bu işi Alevi dergâhları, yani kurduğumuz ocakların dernekleri ile yürütmek lazım.’ Sanırım o proje şu anda yürüyor.”
Davutoğlu ile bağlantılı olan bu anlayışta, Alevilerin demokratik örgütlenmeleri olan dernek ve federasyonların “misyonunu tamamlamıştır” tespiti ya da söyleminin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu aslında, buraların ‘devlet tarafından kontrol edilemediği ve yönlendirilemediği’ anlamına gelmektedir. Öte yandan Alevi çalışmalarını “Alevi dergahları, (…) Ocakların dernekleri ile yürütmek” gerektiği söylemi ise, bu ocak ve dergahların denetlenebilir, dönüştürülebilir olduğuna işaret eden stratejik bir aklın devrede olduğunu göstermektedir.
Munzur Üniversitesi ve tarikatlar son derece planlı ve sistemli biçimde Dersim’i ve Kızılbaş/Alevi toplumunu kuşatmışlardır. Amaçları bazı cemevlerini, ocakları ve dedeleri de kullanarak Dersimlileri Şiileştirmektir…
Bitirirken iki noktaya vurgu:
Birincisi; kimi Dersimli kurumların ve Alevi Federasyonları’nın bu tabloya kayıtsız kalmaları veya biçimsel tepkilerle durumu geçiştirmeleri anlaşılır ve kabul edilir değildir.
İkincisi; bazı çevrelerin, Dersim’i, ‘tarikatların örgütlenemediği tek şehir’ olarak göstermeye çalışmalarının düşündürücü ve gerçeği yansıtmayan bir tespit, söylem olduğunu belirtmeliyim.
*Araştırmacı, yazar