Tarkan’dan Leman Sam’a 'sanatçının sözü'
Turancı bir aile geleneğinin zorlu tedrisatında yetişmiş Tarkan, insan hakları ve özgürlük mesajları verirken on yıllarca “demokrat” bildiğimiz Leman Sam açıkça ırkçılık, ayrımcılık yapıyor.
Bilgisayarın başına oturduğumda aklımda Enes Kara’nın hepimizi kedere boğan intiharının ardından Tarkan’ın yaptığı paylaşım ve bu paylaşımın kamuoyunda ve sosyal medyada bulduğu yankı üzerine bir şeyler yazmak vardı. Bunu yapmaya çalışacağım tabii ancak Twitter dünyasında bir anda “patlayan” başka bir sanatçı açıklamasıyla karşılaştım ekrana bakarken. Yılların sanatçısı Leman Sam, Twitter’da ırkçılığın tüm saldırganlığıyla, daha önce paylaştığı kimi mesajlara benzeyen ancak bu kez gemi azıya almışçasına bir paylaşım yaptı. Diyordu ki, “Yıllar önce bu soysuz araplara tepkili olduğum içi uzun süreli lince maruz kalmıştım, şimdi herkes ne mal olduklarını anladı” (Yazım yanlışları Leman Hanım’a ait). Zannediyorum konu, Katarlı olduğu söylenen bir sürücünün aracını bile isteye yolun kenarında duran köpeklerin üzerine sürmesiydi. Sonrasında o görüntüleri de öfkeden dudaklarımı kemirerek izledim.
Şimdilik ilk mevzuya dönelim.
Tarkan, çok ilginç, hakikaten kendine has bir yerde duruyor hem popüler müzikte, hem sosyolojik olarak karşılık geldiği noktalarda, hem de aslında kişisel hikâyesiyle kurduğu “sanatçının kimliği” tartışmalarında. Ortaya çıktığı, çıkar çıkmaz da popüler olduğu günden bu yana bir yandan ana akımın tam ortasında işgal ettiği yerin hakkını “popstar”lığın tüm kartlarını başarıyla açarak veriyor, diğer yandan da öyle veya böyle kitlenin genelgeçer muhafazakâr yargılarının, kurallarının dışında bir tutum sergilemeyi beceriyor. Buna denge politikası da denebilir pekâlâ ki Tarkan’ın ticari kalibrasyonunda olup da büyük ve nüfuzlu bir ekip tarafından bu dengenin içinde tutulmak istenmeyen bir sanatçı da yoktur. Tarkan’ın bu oyundaki başarısı, hangi konuda ne kadar konuşacağını ve bunu nasıl ifade edeceğini gayet iyi biliyor olmasında. Olumsuz ve "stratejik" anlamına gelen bir çağrışımı yok burada kullandığım “oyun” kelimesinin, yanlış anlaşılmasın. Ancak kültür endüstrisinde niyetlerin her zaman gösterinin ardında kaldığına, daha doğrusu en iyi ihtimalle sanatçının özne olarak varlığı ile endüstrideki imajının, yani niyet ile gösterinin, mutlaka gösteri öncelikli olarak birbirine uydurulduğuna inanan bir geri kafalıyım!
Yıllarca yalnızca sabun köpüğü konulardan bahseden, en azından büyük medyanın böyle şeylerden bahsetmesini tercih ve talep ettiği Tarkan, Türkiye’nin en parlak pop yıldızı olarak uzun süredir sosyal medya hesaplarında çevre, tarihi varlıklar, erkek şiddeti gibi konularda paylaşımlar yapıyor; bu paylaşımların tümü haber değeri taşıdığı için sosyal medyanın sınırlarını aşarak televizyonlarda, gazetelerde yer buluyor. Takdir edip destekleyenlerin sayısı çok olsa da her olumsuz olayda, durumda doğal olarak duydukları suçlulukla Tarkan’ın mesajlarına alınıp ona saldıranların sayısı da az değil. Popstar neyse ki bu provokatif pasları görmezden geliyor.
Tabii ki devletin kırmızı çizgilerini geçmiyor, oralara pek uğramıyor da. O her daim kor gibi tüten, dokunanı yakan konular hakkında ne düşünüyor bilmem ancak bir Ahmet Kaya örneği var önünde sonuçta. Öte yandan Castro’nun ölümü üzerine “Ülkesini ve insanını emperyalizme karşı cesaretle, onurla korudu. Değerli lider Fidel Castro, sen hiç unutulmayacaksın” diyebilecek kadar da küresel politikayla ilgili.
Sanatçıların aile geçmişleri, özel ilişkileri; eserlerine, işlerine doğrudan bir etkisi yok ise didiklenecek şeyler değil. Tarkan’ın Enes Kara ile ilgili mesajını okuyunca bu kez o aile geçmişini de hatırladım lakin. Tarkan’ın bir ferdi olduğu Tevetoğlu ailesi, Türkiye’de Türkçülük ve Turancılık davaları açısından çok mühim bir aile. Nihal Atsız’ın ırkçı fikirlerinin Anadolu’nun kimi bölgelerinde özellikle öğretmenler arasında yaygınlaşmasında bu ailenin kimi fertlerinin rolü büyük. Bildiğimiz kadarıyla çocukluğu boyunca belki de bir aile geleneği olan sert bir tedrisata maruz kalan sanatçının, Enes Kara ile ilgili mesajında aileye yaptığı vurguyu görünce, doğru mu bilmem, aklıma zorlu bir çocukluk ve ilk gençlik geçirmiş olması geldi. Diyor ki Tarkan, “(Çocuklarınızın) Özgür iradelerine, istek ve seçimlerine saygı duyun. Önceliğimiz onların mutluluğu olmalıdır. Yaşadıkları hayat, onların hayatıdır. Çocuklarınız ne sizin malınızdır ne de size aittir. Onlar, biz anne-babalar vesilesiyle dünyaya gelmiş özgür ruhlardır. Çocuklarınızın ışığını söndürmek yerine bırakın, o ışıkla aydınlatsınlar yüreklerimizi.” Ve mesajı, değerini bir kat daha artıran şu sözlerle bitiriyor: “Unutmayınız ki; asli görevimiz çocuklarımızı korumak, kollamaktır. Bağnaz ve yobaz zihniyetlerin sömürülerine hizmet ettirmek değildir.” Tarikatların nüfuzlarının zirvesinde olduğu bir dönemde bu sözleri söylemesi cesaret örneği olarak görüldü, takdir edildi. Ben de öyle düşünenlerden biriyim.
Yine de Tarkan bir kahraman değil; her gün muktedir zihniyet yüzünden başımıza onca kötü şey gelirken, apolitik oldukları için değil, aksine gayet politik bir sessizlikle "Aman musluğumuz kesilmesin, dikkat çekmeyelim" diyerek sessiz kalmayı seçen ünlü sanatçılar etik düzeyi sıfırın çok altına çektiği için onun kıymeti artıyor, durduğu mutedil yer önem kazanıyor. İyi de oluyor; adını fantastik Turan’ın fantastik bir kahramanından alan ancak belli ki dönüştüğü kişi, kendisi için hazırlanmış kalıplara sığmayan bu en ünlü yıldızımızın her sözü, milyonlar tarafından duyuluyor, dinleniyor, ciddiye alınıyor. Bu da bizi bir sonraki konuya getiriyor.
Leman Sam sesine hayran olduğum bir sanatçı. Özellikle 90’lı yıllarda yaptığı işlerdeki tutumu ve belki de müzikal çevresi gereği yalnız mahir bir şarkıcı, yorumcu olarak değil, durduğu yer itibariyle de müzik dünyamızın önemli bir ismi haline geldi. Türkiye’de bir şarkıcıyı otomatik olarak “solcu” klasmanına sokan eylemlerden biri Livaneli şarkısı yorumlamasıdır, malum. Leman Sam sanatçıyla birlikte şarkı yorumlamakla kalmadı, ‘Livaneli Şarkıları’ adıyla ilk solo albümünü yaptı. ÖDP’nin öncülük ettiği eylemlerde yalnız sahneye çıkmadı, sloganlar attırdı, tempo tutturdu. Barış zincirlerinde polisle karşı karşıya geldi. Takip edebildiğim kadarıyla son yıllarda özellikle sokak hayvanları ve yeşil alanlar gibi önemli konularda inisiyatif alıyor, eylemlere destek veriyor, bu konuları takipçileriyle paylaşıyor.
Ancak bir süredir fark ettiğimiz, kafamıza dank eden bir genel durumun da dramatik bir örneği kendisi. Tıpkı Kürt meselesi gibi göçmenler ve göçmenlik meselesi de özellikle kar beyaz muhayyilelerin dünyaya, halklara, barış ve özgürlük gibi dillere pelesenk olmuş ideallere gerçekte nasıl baktığını ortaya koyan bir turnusol kâğıdı. Geçmişin keskin politik kırılmalarında solda saf tutan nice insanın ideallerinin aslında insan haklarına dair çoğu evrensel değerle pek uyuşmadığını da bu vesilelerle öğrenmiş olduk. Leman Hanım da konu Suriyeliler, Araplar olunca yıllarca hepimizi savunduğuna ikna ettiği değerlere aslında ne denli uzak olduğunu ortaya koyuyor yazık ki. Daha önce defalarca “Ülkemde Suriyeli istemiyorum” gibi laflar eden sanatçı dün kendisini aştı. “Soysuz Araplar” gibi bir ifade, bırakın kendisine John Lennon’ın ‘Imagine’ şarkısını düstur aldığını iddia eden bir sanatçının, herhangi birinin ağzından duyduğunuzda sizi yerinize mıhlayacak denli nefret dolu ve çoğu ülkede de suç.
“Sanatçılar siyaset konuşmalı mı?” tartışmasında her zaman “evet”i savundum. Siyaseti yalnız siyasi partiler arasında, onların liderleri ağzından yürütülen tartışma olarak değil gündelik hayatı, bireylerin ve halkların birbirleriyle ilişkisini, kadınların özgür ve güvenli bir hayat yaşama ihtimalini, sınıfı ve kimlikleri, eve giren ekmeğin miktarını, özetle mutluluğu, huzuru, barışı etkileyen esas olgu olarak gördüğünüzde diğer ihtimal tuhaf geliyor zaten. Hele de iktidarlar ile kitleye hitap eden sanatçılar arasındaki tarihsel oydaşmayı bildiğimiz, örneğin bir oyuncunun çıkıp (kendisinden bahsetmediği açık şekilde) “Gerekirse simit yenecek” diyebildiği bir siyaset-toplum ortamında “sanatçı siyasete karışmaz” demek abes ve açıkça kötü niyetli. Lakin siyasete, topluma değdiği yerde, işi olduğundan beter hale getirebilecek, nefreti körükleyebilecek, bireyleri ve grupları hedef hale getirecek her laftan da uzak durmalı herkes, özellikle de sanatçı. Leman Sam’ın çok eleştirilen ancak belki bir o kadar da savunulan ve paylaşılan “soysuz Araplar” lafı, sanatçı bir kişiliğin siyasi duyarlığına değil, toplumsal etki gücü olan bir kimsenin nefret söylemi ile bir halkı, bir kimliği aşağılamasına ve hedef göstermesine örnek.
Turancı bir aile geleneğinin zorlu tedrisatında yetişmiş Tarkan, insan hakları, kadın hakları, özgürlük, eşitlik, çevreye saygı mesajları verirken on yıllarca “demokrat”, “özgürlükçü”, “eşitlikçi” bildiğimiz, müziğe özgürlük ve barış mesajları vermek için kurulmuş Grup Doğuş’ta başlamış Leman Sam açıkça ırkçılık, ayrımcılık yapıyor, nefret söylemi üretiyor. Bunu bu ülkeyi en az on yılda bir baştan sona turlayan “siyasi görüşler treni”nin birçoklarını alıp başka duraklara götürebilmesiyle açıklamak mümkün tabii. Ben yine de, söz konusu hayat tarzları ve imtiyazlar olunca yüzeysel ve ifadede kalan siyasi görüş beyanlarının bir anda uçuverebileceğinin bir resmini görüyorum ikincisinde.
Bir de, severek dinlediğim kimi şarkıcıların hatıramda, kişisel tarihimde sesleri ve şarkılarıyla çizilmiş resimlerini kesip atmak zor ve acı geliyor ne yalan söyleyeyim…