'Taşra bunalımında' bir ara mı?
"Kar ve Ayı", özellikle ilk uzun metrajını sunan bir yönetmenden beklenmeyecek derecede olgun ve derinlikli bir film. Evet, dediğimiz gibi bazı kusurları mevcut ama insanların eleştirdiği 'taşra bunalımı' tekrarından belli ölçülerde sıyrılan ve bazı yeni parıltılar veren bir yapım!
Selcen Ergun’un ilk uzun metrajlı sinema filmi "Kar ve Ayı", mekanını, atmosferini ve konusunu sinemamızdaki son dönem bağımsız filmlerin ilerlediği yola paralel bir şekilde biçimlendiriyor. Sinemamızın bağımsız ve genel tabiriyle 'sanat' filmleri, özellikle son birkaç yıldır anlattıkları olayı şehirlerin merkezinden çok taşra bölgelerine taşımayı tercih ettiler. Özellikle Nuri Bilge Ceylan’ın filmleriyle bu 'eğilim', daha sonra birçok yönetmenin dikkat çeken filmleriyle devam etti.
Bu akımın nispeten genç temsilcilerinden Emin Alper ("Kurak Günler") ve Özcan Alper ("Karanlık Gece"), sinematografik açıdan üst düzey örnekler çıkardılar ve haklı olarak (bir kez daha!) beğeni topladılar ve festivallerden birçok ödülle döndüler.
Kuşkusuz dramatik bir olayı göstermek veya hatırlatmak için bazı taşra kasabalarının 'kapalı', kasvetli, baskıcı ve mutaassıp ortamı oldukça elverişliydi ve bizce bu mekan 'seçimi' bir 'kolaycılıktan' ziyade anlaşılabilir bir karara işaret ediyordu. Ve yönetmenlerin amacı o bölgeyi ve orada yaşayanları kötülemek değil daha çok bu kasabalar genelinde hakim olan katı kuralların ne kadar tehlikeli ve dengesizce sonuçlar verebileceğini göstermekti.
Bu filmler her ne kadar çarpıcı ve birçok açıdan başarılı olsalar da özelikle az önce değindiğimiz iki filmin benzer bir yapı taşıması (hatta ne zaman çekildikleri bile tartışıldı!) ister istemez akıllara "Acaba bir konu kısırlığı yaşanıyor mu?" sorusunu getirdi.
Selcen Ergun’un filminin yine 'kapalı' bir taşra kasabasını seçmesi, yine buraya gelen yabancı bir karakteri ön plana çıkarması ve yine bu başkarakterin kasabanın değer yargılarıyla çatışmasını anlatması bir 'aynı konuya dönüş' şüphesi uyandırsa da hikaye ayrı 'damarlara' açılmayı ve kendince nüanslar göstererek özgün bir yere geçmeyi başarıyor. Her ne kadar beraberinde bazı zayıflıklar getirse de…
Konudan bahsedecek olursak: Aslı (muhtemelen büyük bir şehirden) Karadeniz bölgesindeki Şavşat kasabasına görev yapmak üzere gelen genç bir hemşiredir. Kara kış günleri geçmiş olmasına rağmen kasaba halen karlar altındadır ve ulaşım çok kısıtlı imkanlarla sağlanmaktadır. Muhtar dahil neredeyse herkes Aslı’yı sıcak karşılar, hatta köyden Samet ona karşı belli bir ilgi duymaya başlar. Sadece hastalarından biri olan Cemile’nin kocası Hasan, karısına dinlenmesini söylediği için ona karşı düşmanca bir tavır sergiler. Bir gün Hasan ortadan kaybolur ve baş şüpheli onunla kişisel bir husumeti olan Samet’tir.
TAHSİLLİ İNSANLARIN KAÇIŞI
"Kar ve Ayı" filminde başkarakter Aslı, tıpkı "Kurak Günler"deki savcı Emre gibi tahsilli bir kişiyi temsil ediyor. Ancak şu açıdan bir fark var: Emre karakteri taşra kasabasına görev icabıyla biraz kerhen gelmişken, Aslı tamamen kendi isteğiyle gelmiş gibi duruyor. Dolayısıyla başkarakterin hiç tanımadığı bir ortamda yaşadığı 'kültür şoku' çok daha hafif oluyor. Bunda tabii ki Aslı’nın savcı Emre kadar kasabanın 'iç işlerine' karışamamasının da payı var ama bu seferki dağ kasabasının diğerlerinden daha 'açık', daha az baskıcı ve davetkar olduğu da tartışılmaz bir gerçek.
Bu durum protagonistin izleyeceği yol kadar senaryonun dramatik yanını da tümüyle etkiliyor. Aslı, ne "Kurak Günler"deki Emre kadar adam kayırmalarına, rüşvet tekliflerine ve hakkaniyetsiz tekliflere göğüs germek zorunda kalıyor ne de "Karanlık Gece"deki İshak karakteri gibi kendisinin de dahil olduğu bir trajedinin izlerini silmeye çalışıyor. Emre’nin kendini içinde bulduğu, İshak’ın ise adeta kaçtığı bu tehditkar ortam, Aslı için yeni bir hayatın başlangıcı haline dönüşüyor. En azından başlarda…
Ancak değindiğimiz gibi bu 'edilgen' duruma geçiş senaryodaki dramatik yapıyı da biraz zayıflatıyor. "Kurak Günler"deki ‘Kim yaptı?’ ve "Karanlık Gece"deki 'Nasıl oldu?' soruları yerini burada basit bir 'ortadan kayboluşa' bırakıyor. Her ne kadar amiyane tabirle bu 'piyasadan çekilme' belli bir endişe yaratsa da bu olayın seyirciyi diğer filmlerde olduğu gibi ‘diken üstünde tutmadığı’, üstünde ciddi bir baskı yaratmadığını görüyoruz. Belki de bu nedenle başkarakterin iç dünyasına yeterince giremiyoruz.
GEÇMİŞİM NEREDE?
Aslı karakterinin geçmişi hakkında da bir bilgi noksanlığı çekiyoruz. Birçok durumda başkarakterde bir derinlik yaratacak bu 'muğlaklık', burada bir eksikliği ortaya çıkarıyor. Aslı’nın idealist bir hemşire olduğu, eldeki kısıtlı imkanlarla bile işini en iyi şekilde yapmaya çalıştığı ve ailesi tasvip etmese de kendi isteğiyle büyük bir şehirden adeta 'kaçıp' bu dağ kasabasına geldiği aşikar ama bunun gerçek nedeni asla anlaşılmıyor: Çok kötü bitmiş başarısız bir evlilik mi? Bilmediğimiz aile içi bir eziyet mi? Yoksa mesleğini daha 'işe yarar' bir hale dönüştürmek isteği mi? Bütün bu sorular havada kalıyor ve asla tam bir cevap bulmuyor. Üstelik bu 'eksiklik' zamanla Hasan karakterinin kayboluşuna dair ilgimizi de azaltmaya başlıyor. Bu arada tabii ki açık etmeden final çözümlenmesinin oldukça basit olduğunu ve aklımızda yine cevaplanmayan sorular yarattığını belirtmekle yetinelim.
Filmdeki başarılı oyunculuklara değinecek olursak, Merve Dizdar’ın performansını övmeye gerek var mı? Dizdar (bir kez daha) hüzünlü bir karaktere, tekrara düşmeden, nüanslar katarak ve çoğunlukla donuk yüzünün ardından insani 'çatlaklar' vererek, deyim yerindeyse 'parmak ısırtan' bir performans sergiliyor. Canlandırdığı Aslı karakteri zaman zaman filmin başkarakteri değil adeta filmin kendisi haline geliyor.
Sonuç olarak "Kar ve Ayı", özellikle ilk uzun metrajını sunan bir yönetmenden beklenmeyecek derecede olgun ve derinlikli bir film. Evet, dediğimiz gibi bazı kusurları mevcut ama insanların eleştirdiği (eğer öyleyse?) 'taşra bunalımı' tekrarından belli ölçülerde sıyrılan ve bazı yeni parıltılar veren bir yapım!