Tatar Çölü’nün ardında şimdi ne var?
İtalyan yazar Dino Buzzati’nin eseri ‘Tatar Çölü’, geçen yüzyılın edebi zirvelerindendi. Buzzati bu zirveye, mekânlar ve zamanlar ötesi insanı müthiş bir beceriyle anlatarak çıktı. Tatar Çölü şüphesiz bugünün insanına da sesleniyor ama bugünün insanının orada anlatılan zaman algısıyla ne kadar ilgisi var acaba?
1.
Tatlı ve müzikli bir tesadüf… Sezen Aksu’nun ilk stüdyo albümünün adı ‘Allahaısmarladık’, Tom Waits’inki ise ‘Closing Time’. İkisi de bu albümleri 23-24 yaşlarında çıkarmış. Kariyer başlangıçlarını veda ve kapanış ifadeleriyle yapmışlar. Yine ikisinin de daha önce başka kayıtları var, bildiğimiz adlarıyla sanlarıyla ilk stüdyo albümleri bunlar. 1970’li yılların işleri…
Müziğin güzelliğine dikkat çekmek için yazmıyorum bunları (ki çok da güzeller); zaman üzerine düşünürken aklıma takıldığı için yazıyorum. İnsan yolun başındayken çok mesafe kat ettiğini düşünür. Nitekim yine Sezen Aksu’nun yine aynı yıllarda yaptığı ‘Kaybolan Yıllar’da da hisler böyledir: “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” der, Aksu… Ama hangi yıllarını? On beş, on altı yaşlarını mı? Tom Waits, az önce bahsettiğim Closing Time albümündeki Martha şarkısında birbirini 40 yıldır görmeyen eski sevgililer arasındaki bir telefon konuşmasını anlatır: “Ben kendimi daha da yaşlı hissediyorum, sen de epey yaşlandın.”
İlk gençlikte, o kendini ispatlama telaşında, özellikle iyi hikâyeciler tecrübe eksikliklerini iki yöntemle kapatır: Ya yaşadıkları zamanı sonsuz genişletmeye çalışırlar ya da kendilerini ileriki yaşlarında hayal etmeye… Bu çok doğaldır. Çünkü zamanla bir hesaplaşmaya girişmemişlerdir. O büyük kapıdan içeri daha girmemişlerdir. Kayboldu denilen yıllar henüz gerçekten kaybolmamıştır. Onların gerçekten kaybolup kaybolmadığına dahi henüz kafa yorulmamıştır.
2.
Yıllar geçer. İnsan büyür. Zamanla hesaplaşma gerçekten başlar. Hele zamanın akışının delice hızlanması beklenen bir dönemde yaşıyorsa… İtalyan yazar Dino Buzzati, ‘Tatar Çölü’nü 1939’da yazmış ve 1940’da İtalyan ordusunda görev yaparken yayımlamıştır. Edebiyat dünyasının klasikleri arasına giren bu kitap bize, gözden uzakta, bir dağın yamacında ve Tatar Çölü isimli uçsuz bucaksız bir çölün yanıbaşında bir ortaçağ kalesindeki bekleyişi anlatır. Buzzati, başkarakteri Teğmen Giovanni Drogo’nun ilk görevine yollandığı bu kaleyi, Bastiani Kalesi’ni sanki dünyanın sonundaymış gibi resmeder. Askerler orada çölün bir ucundan çıkıp gelecek Tatarları beklerler. Yazar, tüm dünya savaşı beklerken bir savaşı bekleme romanı yazmış, aynanın karşısına ayna tutmuştur.
Romanı esas çekici kılan, Tatar Çölü’nün sadece beklemeyi anlatmamasıdır. Eser, ümit etmeyi, geçip gitmeyi de anlatır. Buzzati’nin ustalığı, üçünü bir yumak gibi birbirine dolaması ve birbirlerinden ayrılmaz kılmasındadır. Beklemek, ümit etmek ve geçip gitmek… Hepsi aynı kapıya çıkar. Zamanın kapısına.
Büyük soru her zaman şudur: Biz zamanın içinde yol alırken onunla ilişkimizi anlayabilir miyiz?
Şöyle yazmıştır o dönem 35 yaşında, demek ki Cahit Sıtkı Tarancı’nın deyimiyle “yolun yarısında” olan Buzzati:
“O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda, yılların yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısızlığıyla ilerlemişti. İnsan bu yolda sakin, çevresine merakla bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi sıkıştıran ne de tabii, bekleyen birileri bulunurdu, arkadaşlarınız da kaygısız, oynamak için sık sık durarak ilerlerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size dostça selam verir ve suç ortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir şekilde kesindir.
Daha çok yol var mıdır? Yoo, şu ilerideki nehri geçmek şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. Belki de varmışızdır bile. Şu ağaçlar, kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. Bir an, bunun doğru olduğuna inanıp orada durmak isteriz. Sonra, kulağımıza ileride daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız biçimde yeniden yola koyuluruz.
İnsan böylelikle, umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir; güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır.
Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasındaki bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. İşte o zaman, bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız, güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız. Belirli bir zamanda, arkamızda bir kapı kapanır, kapanır ve bir şimşek hızıyla kilitlenir; geri dönecek zaman kalmamıştır. Ama işte o anda, Giovanni Drogo bunlardan habersiz uyuyor ve uykusunda çocuklar gibi gülümsüyordu.” (Tatar Çölü, Dino Buzzati, İletişim Yayınları, Çeviren: Hülya Uğur Tanrıöver)
3.
Tatar Çölü’nü okurken ister istemez bugünü de düşünürsünüz. Bugün neyi bekliyoruz? Neyi beklerken geçip gidiyoruz? Geçip gidiyor olduğumuzun farkına ne kadar varıyoruz?
‘Tatar Çölü’, geçen yüzyılın edebi zirvelerindendi. Buzzati bu zirveye, mekânlar ve zamanlar ötesi insanı müthiş bir beceriyle anlatarak çıktı. Tatar Çölü şüphesiz bugünün insanına da sesleniyor ama bugünün insanının orada anlatılan zaman algısıyla ne kadar ilgisi var acaba?
Yaşamımız hiç olmadığı kadar farklı akıyor. Yeteneklerimiz ya değişti ya değişmek üzere… Üretim araçları değişiyor. Tüketim biçimleri değişiyor. Her şeyden öte, ilişkilerimizin mecrası bile değişiyor, dijitalleşiyor.
Bütün bunlar zamanla ilişkimizi de değiştiriyor. Bir Google aramasında, bir yapay zekâ komutunda ulaştığımız bilgi şüphesiz önümüze iki üç saniyede zahmetsiz kapılar açıyor ama o bilginin edinilmesi sürecini şimdi nereye koyacağız? A noktasından B noktasına giderken, A ve B’nin varlığı şüphesiz önemlidir ama ‘giderken’ ifadesi de önemlidir. Biz giderken zaman da geçer. Şimdi biz gittiğimizi, zamanın geçtiğini nasıl anlayacağız? Gidiş yolunu ne yapacağız? Zamanla ilişkimizi nasıl kuracağız?
Zamana dair algımız aşındıkça, yeni bir zaman algısı da henüz yerleşmediğinden, adı çok iyi konulmamış, henüz yeterince tarif edilmemiş bir başka problem daha yaşıyoruz. Sosyal medyaya bakın göreceksiniz: Birçok insan, özellikle gençler, her şeye geciktiklerini düşünüyorlar. Öğrenmeye, bulmaya, biriktirmeye, harcamaya… Belli anlarda belli duraklardan geçmek gerektiğine dair muazzam bir baskı var. Zamana ilişkin bir hesap artık tutulamadığından ya da hesaplar darmadağın olduğundan insanlar çok genç yaşlarında, giderek daha fazla, kaybolan yıllarının ardından ağıt yakıyor. Aksu’nun ‘Kaybolan Yıllar’ı gibi bir hikâye değil bu; insanların gerçeği. Tom Waits, ‘Closing Time’ albümünün daha ilk şarkısının (Ol’ 55) ilk dizesinde, ‘zaman çok hızlı geçti’ der. Yaşlılar için zaman hep hızlı geçer de şimdi gençlere de çok hızlı geçiyor gibi geliyor.
4.
Buzzati’nin ‘yıllar yavaş ve hafifçe geçerken, sakin ve kaygısız bir şekilde ilerlenen yolu’na ne oldu? Tatar Çölü’nün ardında şimdi ne var?
Bu sorulara makul bir cevap bulamazsak, hızdan delireceğiz.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI