Tatilde dinlenmek mi, yorulmak mı?
Dar alanda yoğunlaşan büyük tesisler turizm merkezlerinin taşıma kapasitesini zorluyor, altyapı sorunlarına yol açıyor, arıtma tesisleri yetersiz kalıyor, trafikte konvoylar, havaalanında uzun kuyruklar tatilin sağladığı dinlenmeyi yorgunluğa dönüştürüyor. Yereldeki dinamikler açısından bakıldığında doğal kaynaklar geri dönüşü olmayan biçimde yok ediliyor, tesisler zamanla eskiyor, tadilatı mümkün olmayınca âtıl kapasiteye dönüşüyor.
Dokuz günlük bayram tatili bitti, kervanlar yola düzüldü ve nihayet turizm istilası sona erdi. Tatilin ilk dört gününde yalnızca Bodrum’a yüz binden fazla araç giriş yaptı, Muğla Akyaka’nın nüfusu 15 kat arttı, dönüş aşamasında ise 2 Temmuz Pazar günü İstanbul Havalimanı, 1642 uçuş ve 265 bin 961 yolcu ile rekor bir yoğunluğa ulaştı. Şehirlerarası yolculuk yapamayanlar da yine bulundukları illerde gezilere katıldılar; örneğin İstanbul’da Adalar’da yaşanan yoğunluk ve bunun olumsuz sonuçları haberlere yansıdı. Tatil, gezi ve benzeri rekreasyon etkinlikleri elbette toplum için, özellikle çalışan kesim için bir yenilenme imkânı sunar, ama bu durum yerli nüfusu yerinden ettiğinde, doğal çevrenin taşıma kapasitesini aştığında, altyapı insan hareketliliğini karşılayamadığında herkes için eziyete döner, sürdürülebilir olmaktan çıkar. Siz sıcak kumlardan serin sulara atlamanın hayalini kurarken, kumlarda sigara izmaritlerine denizde karpuz kabuğuna denk gelir, dönüş yolundaysa mutlaka bir trafik kavgasına tanık olursunuz.
TURİZM PATLAMASINI DOĞRU OKUMAK
Turizm faaliyetleri pandeminin etkisiyle bütün dünyada dönüşüm geçirdi. Ülkelerin pandemiye yönelik farklı düzeydeki güvenlik önlemleri ve farklı ülke vatandaşlarına yönelik kısıtlamaları uluslararası hareketliliğin radikal bir biçimde azalmasına neden oldu. Uluslararası örgütlerin ve hükümetlerin yoğun çabalarına rağmen küresel turizm hareketleri halen pandemi öncesi düzeylere geri dönmüş değil. Türkiye uluslararası turizm açısından hâlâ en yüksek yabancı turist sayısına sahip ülkelerden biri. Ama uluslararası turizm ötesinde iç turizmin patlamasını anlamak için başka nedenlerin üzerinde durmak gerekiyor. En önemli neden Türk lirasının değer kaybından ötürü yurtdışı tatil maliyetlerinin artması. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin başta Avrupa ülkeleri için bir göç kaynağı haline gelmesi ve buna bağlı ortaya çıkan güvenlik kaygısının vize başvurularını olumsuz etkilemesi. Birçok Türk vatandaşı değil vize almak, vize randevusu dahi alamıyor. Benzer bir durum pasaport başvuruları için de geçerli, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün pasaport birimleri aylardır randevu yoğunluğuyla başa çıkmaya çalışıyor. Ekonomik ve bürokratik gerekçelerin ötesinde, belki dolaylı bir etken de Türkiye’de kentleşmenin rekreasyon faaliyetlerine alan tanımayacak biçimde ve yoğunlukta olması. Özellikle metropollerde insanlar kent merkezinde nefes alacak, spor yapacak ya da herhangi bir dinlenme aktivitesi gerçekleştirecek alan bulamıyor, kent çeperindeki dar alanlar ise ulaşım ve yoğun talep nedeniyle beklentiyi karşılamıyor. Kentleşme sürecinde yerinde dinlenme ve yerinde yenilenmeye imkân tanıyacak ortak alanların düşünülmesi, nefes alan kentler için modeller geliştirilmesi gerekiyor.
TURİZM EKONOMİSİNDEN BEKLENTİLER
Turizm sektörü 1980’lerden itibaren Türkiye’nin öncelik verdiği ekonomik sektörlerden biri oldu. Bunun bir nedeni kısıtlı sermaye yatırımlarıyla doğal kaynakları, tarihi ve kültürel değerleri öne çıkararak yüksek gelir, özellikle uluslararası turizmden döviz geliri elde etme hedefiydi. İkinci bir hedef ise turizm sektörünün sağlayacağı istihdamla metropollere yönelik göçün önüne geçmek ve yerel kalkınmayı desteklemekti. Ancak bütün bunları yaparken, bu gelişim modelini daha önce deneyimleyen örneğin İspanya ve İtalya örneklerinden ders çıkarmak yerine, Türkiye hızlı bir turizm büyümesine yöneldi. Antalya’da Kemer, Belek, Side, Aksu bu büyümenin örnekleri sayılabilir. Bu tür hızlı büyümelerin her zaman bir bedeli de oluyor, bunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Dar alanda yoğunlaşan büyük tesisler turizm merkezlerinin taşıma kapasitesini zorluyor, altyapı sorunlarına yol açıyor, örneğin arıtma tesisleri bir zaman sonra yetersiz kalıyor, trafikte konvoylar, havaalanında uzun kuyruklar tatilin sağladığı dinlenmeyi yorgunluğa dönüştürüyor. Yereldeki dinamikler açısından bakıldığında doğal kaynaklar geri dönüşü olmayan biçimde yok ediliyor, tesisler zamanla eskiyor, tadilatı mümkün olmayınca âtıl kapasiteye dönüşüyor. Alanya, plansız büyüme ve değer kaybeden tesis stokuyla sürdürülebilir olmayan bir turizm gelişmesine örnek oluyor. Ulusal ölçekte baktığımızda, turizm sektörünün plansız büyümesi, kaynakların kontrolsüz tahribatı uzun vadede sağlanacak makroekonomik getirilerin kaybına yol açıyor. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü verilerine göre Türkiye 2000’li yılların başında gerek yabancı turist sayısı gerekse turizm gelirleri açısından dünyada ilk on ülke arasında yer alırken 2022’de yabancı turist sayısında dünyada dördüncü olmasına rağmen turizm gelirleri sıralamasında ilk ona giremiyor; bu durum Türkiye’ye gelen turistlerin sınırlı harcama yaptığı, Türkiye’nin turistik faaliyetlerden katma değer ve gelir yaratamadığı anlamına geliyor. Daha açık bir ifadeyle Türkiye turizmi değer kazanmıyor, değer kaybediyor. Bu değersizleşme yerli halkın yaşam kalitesini de yerli turistin hizmet kalitesini de olumsuz etkiliyor.
Turizmdeki büyümenin bir başka boyutu da istihdam üzerindeki etkisi. Turizm hizmetler sektörünün en emek yoğun alanlarından birini oluşturuyor. Geçtiğimiz hafta iş güvenliği uzmanı Bahar Göçer’in Gazete Duvar’da yayınlanan yazısı sektördeki çalışma koşullarını, iş güvenliği sorunlarını detaylı bir biçimde aktardı. Çoğu zaman turistik tesislerin ışıltılı dekorlarının arkasında kalan bu görünmez emek, sektörün gizli arka bahçesinde türlü zorluklar ve sıkıntılarla karşı karşıya. Bu emek yoğunluğu fiziksel ve zihinsel emeğin yanı sıra müşterilerle doğrudan, yüz yüze temas edilmesinden ötürü duygusal emek de içeriyor. Sektörde azımsanmayacak kadar kadın emeği istihdam ediliyor. Ancak çoğu zaman kayıtdışı ve sezonluk istihdamın yaygın olması, tesislerin büyük ve hizmetlerin standart olması nitelikli hizmet üretiminin olmadığını, bu anlamda sektördeki emek verimliliğin sınırlı düzeyde kaldığını düşündürüyor. Bir başka deyişle, farklı bölgelerde, farklı turizm türlerinde faaliyet gösteren az sayıda tesisle nitelikli hizmet vermek emek verimliliğini de sektörün katma değerini de ve sonuç olarak turizmin ekonomik getirisini de en yüksek düzeye çeker.
KÜÇÜK SAHİL KASABASININ ÖLÜMÜ
Turizm sektöründeki ve turistik faaliyetlerdeki değişime bakarken yalnızca üretim yönüne değil aynı zamanda tüketim yönüne ve değişen taleplere de bakmak gerek. Belli bir noktaya yığılan talep ve bu talebe yönelik kapasite artırımı kısa zamanda buradaki doğal çerçevenin ve kültürel değerlerin erozyona uğramasına neden oluyor. Yirmi yıl önce doktora tezimin saha çalışmasını yapacağım yerleri belirlemek için Ayvalık’tan Alanya’ya kadar sahil şeridindeki birçok sahil noktasını ziyaret etmiştim. O dönem Türkiye’nin gerek turist sayıları gerekse turizm gelirleri açısından her yıl yeni rekorlara ulaştığı, dünyanın en hızlı gelişen destinasyonları arasındaydı. Ama o dönemde bile örneğin Kuşadası ve Marmaris’in yerleşik nüfus, iç göç, yapılaşma gibi unsurlar nedeniyle taşıma kapasitesine ulaştığı ve sürdürülebilir bir turizm döngüsü kurma fırsatını kaçırdığı literatürde yer almaktaydı. Benzer bir biçimde Bodrum da 1980 sonrasındaki yoğun ilgiyle kitle turizminin hızlı tüketim döngüsüne girmişti. Bunun en önemli göstergelerinden biri 1979’da açılıp 2017’de kapanan ve var olduğu süre boyunca Bodrum’un karakteristik mekanlarından biri olan Halikarnas diskoydu. Halikarnas’ın kapanışı tek başına anlamlı olmasa da sembolik olarak bir devrin sonuna, romanlara (Her Gece Bordum), şarkılara (Bodrum Bodrum), filmlere konu olan küçük sahil kasabasının ölümüne işaret ediyordu.
Bugün bir taraftan neoliberalizmin tüketimciliği pompalaması, diğer taraftan sosyal medyanın bu tüketim çılgınlığını, görselliği ve bilgi akışlarını hızlandırması ve yaygınlaştırması turistik faaliyetlerin de farklı bir biçimde metalaşmasına, çoğu zaman kimlik inşasının bütünsel bir parçası haline gelmesine yol açıyor. John Urry’nin 1990’larda ortaya attığı ve literatürde önemli bir yer kaplayan turist bakışı bugün bambaşka bir biçimde ve uzamda çalışıyor. Artık insanlar yeni bir yeri, farklı bir kültürü keşfetmek için seyahat etmiyor; çünkü zaten yola çıktıklarında gittikleri yeri çoktan keşfetmiş oluyorlar. Turistik faaliyetler keşfetmekten çok belli bir sınıfsal pozisyonun ispatına odaklanıyor. O koya gitmek, o restoranda yemek yemiş olmak, o dağın tepesinde selfie çekmiş olmak kişisel merakın ve beğeninin önüne geçiyor. Piyasa aklının bu derece baskın geldiği bir bağlamda küçük sahil kasabası hayalleri yerini Instagram etiketlerine bırakıyor.