'Tavşanla Yolculuk' etmekten pişman olmayacaksınız
Benjamin Tienti'nin 'Tavşanla Yolculuk' öyküsü Ginko Çocuk tarafından okurlarıyla buluştu. Romanın kurgusunda macera ön plana çıksa da, bu genç okura uzatılmış bir havuç olarak kalmıyor, hayır, Tienti’ye göre hayatın kendisi, ondan kaçmayanı büyütüp olgunlaştıran bir macera ve bu bakış açısı romanın her satırına siniyor.
Ekin Gamze Duman
Portatif bir buzdolabında seyahat eden bir tavşan pek alışılmış bir şey değil. Bir tavşanın roman kahramanı olması da öyle. Ama Benjamin Tienti’nin ilk kitabı 'Salon Salam’ı okumuş olanlar, yazarın alışılmadık ölçüde renkli karakterlere düşkünlüğü konusunda zaten fikir sahibi.
Evet, bu romanın kahramanı bir tavşan. Adı bunu hemen ele veriyor: 'Tavşanla Yolculuk'. Bir yolculuk macerası ile karşı karşıya olduğumuz da sezinliyoruz kapağını henüz açmadan.
Ama sayfaları çevirince önce Andrea’nın evine konuk oluyoruz. Arada, tavşan Maikel söze karışmaktan geri durmasa da hikâyeyi onun ağızından dinliyoruz. Andrea ismi bizi yanıltmasın, o bir oğlan. Yemek yapmaktan ve dünyayı dışarda bırakıp biraz nem biraz da küf kokan eski bir koliye kıvrılmaktan hoşlanıyor. Size biraz çatlak biri gibi mi geldi? En azından Andrea, kendisi için böyle düşünüyor. Küçük bir hayvanat bahçesinden sahiplendiği ihtiyar tavşanı Maikel’in onun için endişelenmesi de bu yüzden olsa gerek. Maikel’e kalsa, Andrea’nın sıkı bir arkadaşa ihtiyacı var. Uzak bir köyde kendine alternatif bir yaşam kurup enerji işleriyle uğraşan annesi artık yanlarında yaşamadığından beri Andrea’nın, bir hastanede anestezist olarak çalışan babasıyla paylaştığı ev gerçekten de fazlasıyla boş.
Bu durumda neden kapılarını zor durumda olan Suriyeli bir anne kıza açmasınlar ki? Aslında başta Andrea’nın da babasının bu teklifine bir itirazı yok. Ama baba, Arapçadan başka dil bilmeyen Farah’ı ve kendini ifade etmede hiç zorlanmamasına karşın Andrea ile çok farklı dillerden konuştuğunu hemen belli eden kızı Fidaa’yı getirir getirmez sorunlar başlıyor.
DUL, SET, DASOT…BAM! Keşke, tekvandocu Fidaa’nın evi çığlıklarla inletmesi Andrea’nın rahatını bozan tek şey olsa. Ama kızın her an odasına dalıp onu karton kutuda yakalama ihtimali de fena halde canını sıkıyor. Üstelik bununla kalmıyor. Fidaa, Andrea’nın büyük bir özenle yaptığı yemeklere de burun kıvırıyor. Hatta baya baya kabalaşıyor. Andrea için bardağı taşıran damla da bu oluyor. Nereden bilsin o taşan damlanın koca bir felaket seline yol açacağını?
İşte, yolculuk macerası, tavşan Maikel’e kırık bir bacağa mal olmakla kalmayan onun uyutulmasını da gündeme getiren bu felaketler zinciriyle başlıyor. Andrea, Maikel’i bir portatif buzdolabına koyduğu gibi soluğu trende alıyor. İstikamet, enerjisinden, daha doğrusu gizil iyileştirme gücünden medet umduğu annesi. Ama trende onu sadece kaçağın peşine düşen polisler değil, polislerin elinden kurtulmasına yardımcı olan Fidaa da bekliyor.
Soluk soluğa okunan, heyecanı doruğa çıkarırken mizahı da ihmal etmeyen yazar, iki çocuğun önüne bin bir engel, birkaç kötücül tip ve her biri şahsı kendine münhasır bir dizi şahane insan çıkarıyor.
Galiba kitabın en güçlü yanı da bu. İki çocukla birlikte biz okurlar da gerçek hayatımızda mutlaka karşılaştığımız ama yakından tanıma fırsatı bulamadığımız, tanısak bile büyük ihtimalle önyargıyla yaklaşacağımız kişilerle içli dışlı oluyoruz. Kaçak gençlerle abur cubur stokunu paylaşan tuvalet görevlisi Lars, Andrea ve Fidaa’ya yardım etmek için polislere gözünü kırpmadan yalan söyleyen TIR şoförü Petra, Maikel’i veterinere götürmeleri için çocuklara cebindeki son 20 Euro’yu veren...
Benjamin Tienti birçok yazardan farklı olarak, okuruna en yumuşak ve yaralanabilir yönleriyle tanıttığı roman figürlerini orta sınıftan değil, dar gelirli emekçilerden seçiyor. Onları hoş göstermek gibi bir çabaya girmiyor, prototipler yaratmıyor. Bunun yerine küçük detayları konuşturuyor. Dinlenen müzik, tişörtteki sembol ya da sohbet arasında söylenen bir laf, okurun zihninde canlanan karakterlere renk ve soluk kazandırıyor. Aynı tasarruflu yaklaşımı başkahramanlarına şekil verirken de elden bırakmayan Tienti, Andrea’nın hassas ruhunu tarif edebilecek bir dolu sözü sıralamak yerine söylenebilecek her şeyi ve fazlasını tek bir karton koliye sığdırmayı tercih ediyor.
İyi de yapıyor. Edebiyat çok sözden ziyade, her sözün kendinden fazlasını içermesi, okurun hayalinde dallanıp budaklanması değil midir zaten? Çocuk ve gençler için yazanlar bunu bazen göz ardı etmekle kalmıyor, o yaş grubunun sınırlı evreniyle de gerekçelendirmeye kalkıyor. Oysa Tienti (belki kendi de genç olduğundan) gençlerle göz hizasında yazıyor. 'Salon Salam'dan sonra 'Tavşanla Yolculuk' da onların sınır tanımayan iç dünyasına kapı aralıyor. Romanın kurgusunda macera ön plana çıksa da, bu genç okura uzatılmış bir havuç olarak kalmıyor, hayır, Tienti’ye göre hayatın kendisi, ondan kaçmayanı büyütüp olgunlaştıran bir macera ve bu bakış açısı romanın her satırına siniyor.
Hem Andrea hem Fidaa, yolculuklarının sonunda içsel bir yol da kat etmiş oluyor. Genç insanların hayatın önlerine çıkardığı zorluklar karşısında bocalamalarına şefkatle yaklaşan yazar, belli ki kahramanlarına güveniyor ve güçlü ve zayıf yanlarını keşfetmeleri için onlara gereken özgürlüğü tanıyor.
Kısacası, hem ferah hem derin olmayı başaran bu gençlik romanı kesinlikle “iyi ki okudum!” dedirtiyor. Hatta yetişkinler de 'Tavşanla Yolculuk' etmekten pişman olmayacaktır…