Taylan Mintaş: Türkiye’de sinema üvey evlat konumunda
Disiplinlerarası sanatçı Taylan Mintaş'la belgesel sinemayı konuştuk. Mintaş, "Sizi diğerlerinden ayrı ve farklı kılan şey, hikâyeniz ve hikâyenizi anlatım biçiminiz" dedi.
DUVAR - Taylan Mintaş, 2008’den beri sinemayla ve video sanatı ile yakından ilgileniyor. Çeşitli kısa filmlerde sanat danışmanlığı ve görüntü yönetmenliği yapan Mintaş, farklı platformlara belgeseller çekti. 2012’de ilk uzun belgesel filmi olan "Sessizliğin Kardeşleri" filmini çekmeye başladı. Çekimleri dört yıl süren film, 2017 yılında bitti ve şu anda çeşitli ulusal ve uluslararası festivallerde yarışıyor.
Disiplinlerarası sanatçı, 2012’de ilk solo sergisini, heykel-enstalasyon ve video-enstalasyon olarak Tütün Deposu’nda gerçekleştirdi. 2016’da 2. solo sergisini resim, video ve resim-enstalasyon olarak Joint İdea’da gerçekleştiren sanatçı, 2015’te de deneysel ve video-art olan “Bi Fikrim Var!” filmini çekti. 2016’da yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı “0 Rh-” kısa filmini çeken Mintaş, yine 2016’da “From The Space Syria is Here” belgeselinin görüntü yönetmenliğini, kurgusunu ve Erol Mintaş ile birlikte ortak yapımcılığını üstlendi.
“Cinayet” isimli ilk uzun metraj kurmaca filminin üzerinde çalışan ve İstanbul’daki kişisel atölyesinde, “40” adlı video art, heykel, resim gibi farklı disiplinlerden oluşan çalışmalarına devam eden Taylan Mintaş ile bir araya geldik ve belgesel sinemayı konuştuk.
'KURGUSALLIK, BELGESEL FİLM YAPAN KİŞİYE ÖZGÜRLÜKLER SUNAR'
Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordu muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?
Tabii ki sorunuzun birden fazla cevabı var. Öncelikle ismi üzerinde belgesel. Belge, bir şeyin varlığına dair bir kanıt niteliği taşır. Öncelikle bu gerçeklik olgusunu unutmamamız gerekir. İkincisi siz bu belgeyi nasıl bir okumadan geçiriyorsunuz ve nasıl bir yorum getiriyorsunuz? Onu özünden ne kadar uzaklaştırarak manipüle ediyorsunuz? Bunların ayarını kaçırdınız mı belge, belge olmaktan çıkar ve başka bir şeye dönüşür. Üçüncü olarak da şuna kafa yormak lazım; bir belgesel filmin konusunu belirlerken nelere dikkat ediyoruz? Bir kere, biz insanlar her şeyi kurgularız. Hayatımızda kurgusallık başladığı gün diğer türdaşlarımızdan ayrıştık. Dilimizi, avlarımızı, ailemizi, savaşlarımızı, yolculuklarımızı hep bir olgu ve olay çerçevesinde kurgulamaya başladık. Bundan dolayı, yalın bir hikâyeyi antropolojik, gözlemci bir kamera ile saatlerce kayıt altına aldıktan sonra “kurgu” masasına oturduğunuz an olay başkalaşır ve okümanlarınız “manipülasyona”, ”seçme, ayıklama” ve kişisel yorumunuza uğrayarak bir film, hikâye halini alır. Belgesel filmini çektiğiniz şeyin kendisi bile bir kurgunun içinde yer alıyor. Onun için kurgusallık, belgesel film yapan kişiyi kısıtlamaz aksine fazla özgürlükler sunar. Bu yanıyla biraz tehlikeli buluyorum. Bizim bu gibi gerçeklerin farkında olup, etik ve ahlaki yönden kayıt altına aldığımız şeyi doğru bir şekilde aktarmamız “kurgulamamız” gerekir.
Küçük bir örnek vermek istiyorum; 'Diktatörün el kitabı' baz alınarak yapılan "Zorba Nasıl Olunur?" adlı belgeselde Saddam Hüseyin’in yaptığı zalimlikler ve yıkımlar anlatılıyor. Fakat bir kelimesinde dahi Kürtlere karşı yaptığı yıkım ağza alınmıyor. Saddam’ın hikâyesi tasarlanırken Kürtler bilerek göz ardı edilmiş durumda; bu halkın her şeyden azade, var olma realitesinin bile kurgu masasına getirilmediğini görüyoruz. Oysa bu adamın rejimi sırasında en büyük yıkımı ve soykırımı Kürtler yaşadı. Halen toplu mezarlarda yüzlerce Kürdün kemikleri çıkıyor. Yani belgeselde gerçeği kırparak, yarım göstererek, etik ve ahlakı göz ardı ederek bu şekilde kurgu yapmanın hakikat ve hakkaniyet üzerinde yarattığı tahribatı bir düşünün.
Az önce söylediğimi tekrarlarsam, siz gerçekliği ne düzeyde gerçek veriyorsunuz? Bir evi tanıtırken sadece güzel bir manzarayı gören penceresinin açısını gösterirseniz başka bir evi, çöplüğe bakan kısmını gösterirseniz de bambaşka bir evi göstermiş olursunuz. Ama sonuç olarak iki durumda da gerçeklikten uzak bir evi gösterirsiniz. O zaman da siz ve işiniz, etik ve ahlaki açıdan tartışmaya açık bir konumda olursunuz. Sıkıntı, evin tüm pencerelerinin gördüğü açıları göstermemekte yatıyor. En azından elimizden geleni yapalım, tabii ki bunun da farkında olmamız gereken sınırları ve zorlukları var.
'TÜRKİYE'DE SİNEMANIN KENDİSİ BİR BÜTÜN OLARAK ÜVEY EVLAT KONUMUNDA'
Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?
Türkiye’de kurmaca dâhil sinemanın kendisi bir bütün olarak üvey evlat konumunda. Kaynak bulmaktan tutun izleyiciye kadar birçok alanda, birçok sıkıntı var. Dizi sektörünün parlayıp para getirmesi ile birlikte Türkiye’de sinema uzun bir süre geriledi. Tek sebep bu değil tabii ki, sosyolojik ve politik birçok sebep sayabiliriz. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte birçok çevrimiçi platform oluştu, bunların da etkisini yadsımamak lazım.
Tabii bir süre sonra yavaştan bir hareketlenme yaşandı, güzel işler de çıktı. Hatta uluslararası festivallerde ödüller vs. alan sayılı filmler gördük. Sonra yine bir gerileme sürecine girdi maalesef. Bundandır ki belgesel sinemayı yapanların çok üzülmemesini tavsiye ediyorum. Çünkü bizim bulunduğumuz çağ, her anlamda kendisinde çok imkân ve olanaklar barındırıyor. Bu imkân ve olanakları aktif bir şekilde kendi üretim alanlarımızda kullanıp işlerimizi üretmeye devam edebiliriz.
Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?
Sondan cevap vereyim. Birincisi, aslında ben kendimi bir belgesel sinemacıdan çok bir multidisipliner sanatçı olarak görüyorum. Yaptığım işlerden dolayı kendime böyle demeyi daha doğru buluyorum. Çünkü anlatmak istediğim sorunsalımı, “şeyi”, hangi sanatsal disiplin ile daha iyi ve daha güçlü bir şekilde ifade ediyorsam en doğrusu o alanda üretmektir. Bu şekilde kendimi daha rahat ifade ettiğimi düşünüyorum.
İkincisi, belgesel sinemanın yıllar içindeki serüvenine baktığımızda inanılmaz derecede bir gelişim gösterdiğini görüyoruz. Kendi içerisinde inanılmaz bir şekilde bölümlere ayrıldı. Canlandırmadan tutun antropolojik belgesel kadar onlarca alanda kendisini geliştirip varlığını sürdürdü. Tabii ki bunda teknolojinin gelişmesinin de büyük bir katkısı var. Yadsınamayacak derecede tarihe ışık tutan belgesel filmler yapıldı. Endemik bir canlıyı kayıt altına almak için foto-belgesel ve video belgeseller yapılıp dünyanın bin bir tarafıyla paylaşılıyor. Uzay alanında yapılan belgesel filmleri izliyoruz, inanılmaz teknikler kullanılıyor. Yapay zekadan tutun canlandırmaya kadar iç içe geçmiş disiplinler belgesel sinemada sıkça kullanılır oldu. Bu gelişmeler belgesel sinemayı güncelleyip kendi varlığını sürdürmesine katkıda bulunuyor. Bütün bu gelişmelere rağmen, daha çok antropolojik “gözleme dayalı hikâye takibi” tarzında belgeseller yapmak istiyorum.
'SİZİ DİĞERLERİNDEN AYIRAN ŞEY HİKÂYENİZ'
Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk sorunuza cevabım evet. Çünkü, görsel ya da yazınsal hatta işitsel olan her türlü dokümantasyon, bilgi taşır ve zaten belgesel sinemanın temelini bunlar oluşturmaktadır.
İkinci sorunuza gelecek olursak, Youtube’daki bazı içerikler bence estetik açıdan gayet iyi ve seçtikleri konular açısından da çok iyiler. Tabii ki her şeyde olduğu gibi belgesel sinemanın da iyi ve kötü üretimleri mevcut. Bunlar kaçınılmaz gerçeklikler. Çünkü gelişen teknoloji ile birlikte bazı hikâyeleri çok daha rahat, “az maliyetle” anlatıyoruz. Eskiden kamera ve ses ekipmanı olmadan bir şeyler anlatmak ya da göstermek güçtü. Şimdi gelişen teknoloji ile birlikte bir cep telefonu ile tek başınıza neredeyse koca bir prodüksiyon ekibinin işini yapıyorsunuz. Burada sizi diğerlerinden ayrı ve farklı kılan şey, hikâyeniz ve hikâyenizi anlatım biçiminiz.
Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğrular kimin işine gelmez? Yanlış ve yalanlardan beslenen kişi-ler-in. Çoğunlukla egemen (hükmeden) olan, birkaç doğru yaptığı şeylerden sonra pek doğru bir şey yapmadığı için doğru söylenen ya da yapılan her şeye olumsuz refleks gösterir. Bu da beraberinde bir baskı mekanizması oluşturmaktadır. Karşıtını öcü gösterir. Genelde ideolojik bağlamda, herkesin veya kesimin doğrusu kendisine doğru olduğu için kimse diğerininkini görmek istemiyor. İdeolojik saplantılar sonsuz labirent gibidir. Güçlü bir iradeniz yoksa ve dikkatli olmazsanız sizi içine çekip kendileştirir. Sizi siz yapan değerleri bütünüyle bir çırpıda yok edip kendi ideolojilerine kurban eder.
Sinema anlamında ele alacak olursak, üretilen işlerin birçoğu siyasi atmosfere göre değişen ideolojik filmler. Azınlıktaki diğer sinema üreticileri ise kendisine her alanda ve platformda maddi ve manevi destek bulmakta zorlanıyor.
Aslında toplum, sahip olduğu bilinç ve bilgi çerçevesinde yöneticisini seçer. Egemen olanın ezme alışkanlığı kazanmasının en büyük nedeni, yönetilen toplumun ta kendisidir. İktidar, toplumun aynasıdır. Bundan dolayı egemen olan zümre, kendisi gibi düşünen kitleyi etrafına toplayıp geriye kalan kesimin yokluğu üzerinde varlığını inşa ediyor.
'KAFA DEĞİŞMEDİKÇE SERMAYENİN EL DEĞİŞTİRMESİ ÇOK BİR ŞEY DEĞİŞTİRMEZ'
Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. İnternet mecralarının hangisi doğru düzgün Kürtçe konuşan film alımı yapıyor? Neredeyse hiçbiri, sadece MUBI Türkiye var ama onların da alım gücü sınırlı, verebilecekleri bütçeler çok büyük bütçeler değil, bir de BluTV’nin aldığı bir iki tane filmi sayabiliriz. Neden peki? Çünkü yukarıda değindiğimiz gibi hakim ideoloji istemiyor. Hakim ideolojiden kastım maalesef sadece siyaset anlamında değil. Bunun içinde sermayedarlar ve daha birçok etken var.
Yani açıkçası yeni sermayedarlar “piyasaya” girecek. Benim gibi olanlar için çok bir şeyin değişeceğini zannetmiyorum. Sermayedarlar, belli çerçevede sosyal mecralar açıp ve o çerçeve doğrultusunda üretilmiş ya da üretilecek işleri alıyorlar. Sorunumu kendi sorunuymuş gibi görmeyen sermayedar ya da mecra yöneticileri çok büyük bir fark yaratmıyor. Aynı fikir ve ideolojiden olan elli tane farklı sermayedar da bu sosyal mecradaki platformlara girse boş. Manzara ortada maalesef. Bunu kendim yaşadım. Bir temsilci, beni arayarak; eğer şu çerçevede işler üretirseniz sizinle çalışmak isteriz, işlerinize destek veririz, dedi. İçimden geçenler kibarlık mahiyetinde dilime kadar gelmedi ama durum bu. Onun için, kafa değişmedikçe sermayenin el değiştirmesi çok bir şey değiştirmez.
Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Açıkçası etrafımda bazı hüzünlü kayıplar yaşadım. Ondan dolayı genelde günlerimi atölyemde resim, heykel ve video-art çalışmaları yaparak geçiriyorum. Bu son iki yıldır dikkatimi özellikle bu tarafa doğru yoğunlaştırmış vaziyetteyim. Belgesel anlamda birkaç fikir var fakat “Sessizliğin Kardeşleri” beni hem maddi hem de manevi anlamda çok yordu. Bir daha bu kadar yıpratıcı bir çalışmaya bulaşmak istemiyorum.
İmkanlar olgunlaştığı zaman üzerinde çalıştığım ve belli bir aşamaya getirdiğim fikirlerimi gerçekleştiririm. Bu arada sürpriz bir şeyler de anlık gelişip olursa onu da bilemem. Beni çok heyecanlandıran bir şey olursa, bir şeyleri göze alabilirim belki. Ama şu anda özellikle plastik alandaki çalışmalarıma ağırlık vermek istiyorum. Böyle hastalığın ve eve kapanmanın olduğu bir süreçte resim yapmak çok iyi geliyor.