TCMB’den ücret artışlarına itiraz
TCMB’nin mevcut politika çerçevesi, belki parasal değişkenler arasındaki ‘linkleri’ kurmaya yetecek, ancak kesin olan bunu geniş toplum kesimlerinin yoksullaşması pahasına yapacak olması. Trajik olan, muhalif kesimlerin bunu sorgusuz sualsiz alkışlamasıdır.
Birkaç haftadır ekonomi gündeminin merkezinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) var. Önce Hafize Gaye Erkan’ın görevden alınması, daha sonra yerine atanan yeni başkanın kim olacağı konusu ve daha önemlisi de ekonomi politikalarında bir değişim olup olmayacağı muamması önceki haftanın temel konularıydı.
Geçen haftaki yazımda, TCMB’deki bu kritik görev değişiminin sınıfsal ya da toplumsal bir karşılığının olmadığını, görevden almanın daha çok kurum içi dinamiklerden ve Erkan’ın ekonomi yönetiminde yarattığı rahatsızlıktan kaynaklandığını yazmıştım. TCMB’deki başkan değişiminin doğrudan sonucu, Mehmet Şimşek’in yükünün daha da ağırlaşması oldu. Bu hafta, TCMB’nin yeni başkanı Fatih Karahan’ın kamuoyu karşısına ilk kez çıktığı enflasyon raporu toplantısını ve rapordaki temel çerçeveyi ele alacağım.
TCMB’NİN POLİTİKA ÇERÇEVESİ
Rapordan başlayalım. Öncelikle TCMB’nin enflasyonu düşürmek için kullandığı politika çerçevesinin, faiz artışları ve ona bağlı olarak gelen KKM’den çıkış ve rezerv biriktirme alanları dışında, önceki dönemde uygulanan önlemleri devam ettirdiğini tespit edebiliriz. Hatta, döviz kuru rejimi, seçici kredi politikası ve ücret politikası alanlarında bir değişimden çok süreklilikten bahsedebiliriz.
Gerçekten de Şimşek yönetimi göreve başladığında, kısa bir bocalamadan sonra Nebati dönemindeki döviz kuru politikasına geri dönmüştü. Günümüzde de, döviz piyasası tam olarak ekonomi yönetimi tarafından yönlendirilmektedir. Enflasyon raporunda ve sonrasındaki soru-cevap kısmında yapılan yorumlarda, enflasyonun düşüşünün temel dinamiğinin TL nominal olarak kontrollü değersizleşmesi ve bu değersizleşmenin aylık enflasyonun altında kalması olacağı anlaşılıyor. Yani, 2001 krizi öncesindekine benzer bir şekilde ‘dövizi tutarsan enflasyonu indirebilirsin’ şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım hakim.
İkinci süreklilik alanı seçici kredi politikasıdır. TCMB, bu kredi programları (reeskont ve YTAK) aracılığıyla faiz artışlarının bazı sektörlerdeki olumsuz etkilerini sınırlamayı amaçlanıyor. Bu aynı zamanda, yeni programın üzerine oturduğu dar sınıf koalisyonunu genişletme, dolayısıyla meşruiyetini sağlama amacı da güdüyor. Zira bu tip mekanizmalar olmasaydı, faiz artışlarına itirazlar çok daha önceden başlayabilirdi.
ÜCRET ARTIŞLARI HEDEF TAHTASINDA
Üçüncü ve en önemli süreklilik, ekonomi yönetiminin reel ücretleri düşürmeyi hedeflemesinde görülüyor. Nebati programı faizleri indirerek, Şimşek programı faizleri artırarak ücretleri baskılamıştır. Ücret artışlarının enflasyonu artırdığı vurgusu, TCMB’nin enflasyon raporunda ve sonrasındaki açıklamalarda da mevcut. Öyle ki enflasyon raporunda ‘ücret’ kelimesi 84 kere geçiyor ve bunların büyük çoğunluğu enflasyonun ücret artışları nedeniyle düşmediğini anlatıyor.
Bunun arkasında, enflasyonun gerilemesinin ancak ücret artışlarının sınırlanmasıyla sağlanacağı inancı var. Şimşek’in dönmeyi istediği ‘rasyonel’ politika bu. Firma kârları rekorlar kırarken buna göz yuman ekonomi yönetimi ve TCMB, çalışanların ücret artışlarına göz dikmiş durumda. Bir başka ifadeyle, zaten alım güçleri muazzam oranda gerilemiş ve milli gelirden aldığı pay düşmüş olan ücretli kesimler enflasyonun müsebbibi olarak gösterilip, reel ücretlerinin daha da baskılanması hedeflenmiş durumda. Bu anlamda enflasyon hedeflemesi, reel ücretlerin düşmesinin hedeflenmesi olarak çalışıyor. Bu, yoksullaştırma programının devamı demektir.
YENİ BAŞKAN VE İLETİŞİM KAZASI
Yukarıda kısaca özetlediğim enflasyon raporunun kamuoyuna açıklandığı toplantının değerlendirmesine gelirsek, şu hususlar öne çıkıyor. Yeni başkan Fatih Karahan’ın bürokrasi deneyiminin kısalığı, soru-cevap kısmında başkan yardımcılarına söz vermesi ve atanması sürecinde Mehmet Şimşek’in etkin olması, Karahan’ın kuruma ve işleyişe ne kadar hakim olabileceği sorularını gündeme getirdi. Esasında ekonomi yönetiminin direksiyonunda Şimşek’in olduğu ve para politikası çerçevesi dahil tüm ekonomi politikasının Şimşek tarafından yürütüldüğü bir sır değil. Zaten TCMB’deki bu görev değişikliğinin piyasalar düzeyinde herhangi bir olumsuz etki yaratmamasının nedeni, programın sahibinin Şimşek olmasıydı.
Merkez Bankası bağımsızlığının söz konusu bile olmadığı mevcut ortamda, direksiyonda Şimşek olduğu sürece TCMB başkanına düşen görev, kamuoyu ile iletişimi düzgün ve ‘kitaba’ uygun bir şekilde kurması ve yönetebilmesidir. Geçtiğimiz haftaki enflasyon raporu toplantısını bu açıdan değerlendirdiğimizde kritik bir iletişim kazasının yaşandığını söyleyebiliriz.
Esasında iletişim kazası, başkandan kaynaklanmadı. Başkan yardımcılarının sahnede başkanın yanında oturmaları, hatta kendilerine söz verildiğinde ilgili soruları yanıtlamaları dahi sorun olmayabilirdi. Ancak Cevdet Akçay'ın toplantının son anlarında, kendisine sorulan soruyu yanıtladıktan sonra, sorulmayan sorulara geçmesi ve kendini tutamayarak yaptığı gayr-ı ciddi açıklamalar, en hafif tabirle bir iletişim kazasının yaşanmasına neden oldu.
Daha ilginci, Akçay'ın bu açıklamaları, ‘kurumsallık’ ya da ‘dünya örnekleri’ gibi konuları dilinden düşürmeyen ‘muhalif’ yorumcular tarafından coşkulu bir tezahüratla karşılandı. Sözünü ettiğim muhalif tipoloji, Akçay’ın adeta iktidar saflarındaki temsilcisi olduğu izlenimine kapıldı ve Nebati dönemindeki para politikasına yönelik eleştirileri, söylenmeyenlerin itiraf edildiği cesur bir çıkış olarak gördü.
Başkan yardımcıları, elbette kamuoyuna beyanat verebilir. Hatta bu, ‘sözlü yönlendirme’ olarak adlandırılan usulün bir parçası olarak görülebilir. Bunun kuralları ilgili literatürde tartışılmıştır ve bellidir. Özellikle yeni başkan Karahan’ın ilk kez kamuoyu önüne çıktığı bir toplantıda Akçay’ın yaptığı kontrolsüz açıklamalar, Karahan’ı gölgede bırakmıştır. Akçay’ın bu çıkışı, muhtemelen bu şekilde gördüğümüz ilk ve son konuşması olacak.
Bu iletişim kazasını başta değindiğim rapor çerçevesiyle birleştirdiğimizde, Akçay’ın koptuğunu söylediği ‘linklerin’ sadece ‘politika faizi ile enflasyon ve kur’ arasında olmadığını, aynı zamanda geniş toplum kesimlerinin bugünü ile geleceği arasındaki ‘linklerin’ de koptuğunu söyleyebiliriz. TCMB’nin mevcut politika çerçevesi, belki parasal değişkenler arasındaki ‘linkleri’ kurmaya yetecek, ancak kesin olan bunu geniş toplum kesimlerinin yoksullaşması pahasına yapacak olması. Trajik olan, muhalif kesimlerin bunu sorgusuz sualsiz alkışlamasıdır. Durum bu iken muhalif gibi görünen bu sözde eleştirel tutum, iktidarın yürüttüğü otoriter konsolidasyon projesine teknik meşruiyet kazandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.