Tedipten tedhişe devletlilerin eleştiri ile imtihanı

Devletliler, kendilerini eleştiren herkesi terörist ilan etmeye başladığında, devlet yasal varlığından sıyrılıp yurttaşlar üzerinde terör estiren bir makine haline gelir. Devlete tanınan yasal şiddet tekeli, yurttaşların çoğunluğu üzerinde ölçüsüz bir baskı aracına dönüşürse ve bu baskı aracını kendilerini devlet ilan eden kişiler, kendi çıkarlarını korumak için kullanırsa artık devlet, devlet olmaktan çıkar; devlete tanınan şiddet tekelinin hukuki zemini de ortadan kalkar.

Google Haberlere Abone ol

Tezcan Durna1

Devlet terörü diye bir şey var mıdır? Bu soruya yanıt vermeden önce, devletin sahibi olduğunu düşünenlerin terör anlayışını anlamaya çalışalım. Son yıllarda ülke yurttaşlarının en az yüzde ellisi terörist ya da terörle bağlantılı olduğu iddia edilen bazı örgütlerle iltisaklı olmakla ilan edilip duruyor. İki genel seçimde de antidemokratik yüzde on seçim barajını aşarak Meclis'e hatırı sayılır sayıda milletvekili sokarak, artık “marjinal” olmadığını ispatlayan bir partinin neredeyse tüm vekil ve yetkilileri iktidarın nazarında alenen terörist. Yine aynı partinin ezici çoğunlukla seçilmiş belediye başkanları terörist olduğu gerekçesiyle görevden alındı ve yerlerine “yerli-milli” kayyumlar atandı. Aynı partinin yöneticilerinin çoğu hapiste, iki eski eş başkanı da uzun zamandır hukuksuz bir şekilde hapiste tutuluyor. Eş başkanlarından birisi hakkında Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi defaatle “tahliye edilmeli” kararı vermiş olmasına rağmen, hâlâ hapiste tutulmaya devam ediliyor. Ülkenin ana muhalefet partisinin İstanbul İl Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından kamuya açık bir konuşmada yasadışı bir örgütün militanı, yani yine terörist olmakla suçlanıyor. Yine ülkenin ana muhalefet partisi lideri, Cumhurbaşkanı ve iktidarın müttefiki partinin genel başkanı tarafından “ülke için güvenlik sorunu” olarak tanımlanıyor. Ülkede yasal yollarla habercilik yapan, ülkenin hukuk kurallarına uygun şekilde faaliyet yürüten basın-yayın organları yine iktidarın en makbul basın-yayın organlarından birisi olan Yeni Akit tarafından “İhanet Ağının Yandaş Medyası”2 olarak tanımlanıp hedef gösteriliyor.

KAMU GÖREVLİLERİNİN 125 BİNDEN FAZLASI TERÖRİST İLAN EDİLDİ

Ülkenin kamu görevlilerinin 125 binden fazlası “terörist” olmakla itham edilerek adları OHAL dönemi KHK listelerine eklenmek suretiyle kamu görevinden ihraç edildi. Bu yurttaşların hak arayışları yine KHK ile kurulan bir OHAL Komisyonu marifetiyle engellenmeye devam ediyor. OHAL Komisyonu, kuruluşunun üstünden dört yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ terörist olmakla itham edilen büyük bir çoğunluğun başvurusunu reddetti, önemlice kısmı hakkında da hâlâ olumlu ya da olumsuz bir karar vermedi.3 Barış İmzacılarının neredeyse tümü haklarında açılan ceza davalarından beraat almış olmalarına ve AYM tarafından açılan bu davaların “hak ihlaline yol açtığı” kararı verilmiş olmasına rağmen, ihraç edilen hiçbir Barış Akademisyeni hakkında göreve iade kararı verilmedi. İade kararını geçtim hiçbirisi hakkında olumlu ya da olumsuz herhangi bir karar açıklanmadı. Yani söz konusu Barış Akademisyenleri en üst mahkemeden yerele kadar bütün mahkemelerin verdiği kararlara rağmen, KHK ile kurulmuş OHAL Komisyonu'nun nazarında hâlâ “terörist”.4 Ülkede ekonomik kriz olduğunu ve ekonominin iyi yönetilmediğini belirten ekonomistler külliyen terörist! Ülkenin doğal kaynaklarının altın ve maden şirketleri ile HES inşaatları tarafından katledildiğini düşünen ve buna karşı çıkan doğa aktivistleri terörist. Ülkenin sağlıklı bir tarım politikasının olmadığı ve bu nedenle tarım üreticilerinin zor durumda olduğunu belirtenler terörist. Covid-19 pandemisi sürecinin iyi ve şeffaf yönetilmediğini iddia ederek yerinde önerilerde bulunan ve her an işbirliğine açık olduğunu dile getiren Türk Tabipleri Birliği yöneticileri terörist! Hak ihlallerini takip eden, ülkede demokratik ve hakça yaşam talebinde bulunan sivil toplum örgütleri terörist! Çember her geçen gün daralıyor. Terörist olmayan tek bir kişi kalmayıncaya kadar bu liste uzayıp gidebilir.

Şimdi yazının başındaki soruyu tekrar soralım. Devlet terörü diye bir şey var mıdır? Eğer kendini devletin sahibi zannedenlerin çıkarı halkın ezici çoğunluğunun çıkarından üstün hale gelirse, bizatihi devletin kendisi açıkça bir terör aygıtına dönüşür. Bu tarihte hep böyle olmuştur. Devletliler, kendilerini eleştiren herkesi terörist ilan etmeye başladığında, devlet yasal varlığından sıyrılıp yurttaşlar üzerinde terör estiren bir makine haline gelir. Devlete tanınan yasal şiddet tekeli, yurttaşların çoğunluğu üzerinde ölçüsüz bir baskı aracına dönüşürse ve bu baskı aracını kendilerini devlet ilan eden kişiler, kendi çıkarlarını korumak için kullanırsa artık devlet, devlet olmaktan çıkar; devlete tanınan şiddet tekelinin hukuki zemini de ortadan kalkar.

‘DEVLET TERÖRÜNÜN ALENİ HALİ’

Bu açıdan bakıldığı zaman, iktidarın içinden çıkmış bir yasal partinin genel başkan yardımcısının hedef gösterildikten sonra alenen dövülmesi, yine iktidarın ortaklarından birisinin içinden ayrılmış bir partiyi destekleyen köşe yazarı ve gazetecilere dayak atılması, basit bir şiddet olayı olarak değerlendirilemez. Bu artık yıllardan beri süregiden devlet terörünün iyice aleni hale geldiğinin göstergesidir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin devletlilerinin, kuruluşundan bu yana eleştiri ile başı pek hoş olmadı. Devleti yönetenlerin icraatlarının eleştirilmesi her zaman bizatihi devletin eleştirisi olarak değerlendirildi. Devletin başına geçen her kişi kendisini hep devletli olarak gördü ve devletin eleştirilmezlik zırhına büründü. Bu nedenle devletin başındakilerle başlarda işbirliği içinde olan ve devlete destek ve önerilerini sunan her aydın, entelektüel, köşe yazarı, gazeteci devletlilerin icraatlarını eleştirdiği anda tedip ya da tedhiş edildi. Devletin tedip için de tedhiş için de elinde her zaman pek çok seçeneği oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk ile Anadolu’ya geçerek kurduğu Yeni Gün Haber Ajansı ile milli mücadeleye destek veren Yunus Nadi Abalıoğlu’nun ilerleyen yıllarda kurduğu ve yeni kurulan rejimin ismiyle müsemma Cumhuriyet Gazetesi bile tek parti iktidarının sonlarına doğru defalarca kapatılmıştır. Gazeteyi bu dönemde kapatan Milli Şef İsmet İnönü’dür ve gazetenin başyazarı ve yöneticisi oğul Nadir Nadi, kapatılan gazetenin açıldığını dönemin Basın Yayın Umum Müdürü Selim Sarper’den öğrendiğinde hissettiklerini şu satırlarla dile getirir anılarında:

“Bir suç işlemişim de affa uğramışım gibi teşekkür ederek, Sarper’in ellerine sa­rıldığımı şimdi buraya yazarken içimde hafif bir utanma duygusu ile George Orwel’in ‘Big Brother’ını hatırlıyorum. Suçum yoktu, kimseye borçlu değildim. Olsa olsa onlar benden, daha doğrusu babamdan özür dilemeli idiler. Ne anlamı vardı eğilip bükülmelerin? Baskı altında insan demek parça parça yitirebiliyor kişiliğini…”5

Burada Cumhuriyet Gazetesi İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yı desteklemekle suçlandığı için kapatılmıştır; ancak sebebi ne olursa olsun gazete kapatmak, tedipten tedhişe giden en bilinen yollardan birisi olarak kısa Cumhuriyet tarihi boyunca hep uygulanmıştır.

GAZETECİLER ÜZERİNDE BASKILAR HEP VARDI

Gazeteciler üstündeki baskı, sindirme, korkutmanın tedhişe varan örnekleri de azımsanmayacak kadar çoktur Türkiye tarihinde. Tan Gazetesi ve Matbaasına yapılan saldırı, gazetenin sahibi Zekeriya Sertel ve eşi Sabiha Sertel’i ülkeden kaçmak zorunda bırakmıştır. Karı koca gazeteciler, ömürlerini tıpkı Nazım Hikmet gibi ülkelerine hasret içinde yurtdışında sürgünde tüketmişlerdir.6 Zekeriya Sertel’in Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucuları arasında yer aldığını ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Basın Yayın Umum Müdürlüğü de yaptığını unutmamak gerekir. Ülke tarihinde rejimin/düzenin içiyle dışında, dostuyla düşmanı olmak arasında incecik bir çizginin olduğunu ne kadar da iyi anlatır bu savruluş. Kendi partisinin içinden çıktığı İYİ Parti’yi destekleyen Yeni Çağ Gazetesi yazarlarıyla yine AKP’nin içinden çıkan Gelecek Partisi’ni destekleyen Karar Gazetesi’nin yazarlarının MHP Genel Başkanı Bahçeli tarafından alenen tehdit edilmesi ve hedef gösterilmesi de bu nevidendir.7 Karar Gazetesi’nin yazarlarından Akif Beki’nin bugünün her söylediğinin hikmetinden sual edilemeyen Cumhurbaşkanı'nın zamanında basın sözcülüğünü yaptığını da unutmayalım. Yine aynı gazetenin neredeyse bütün yazarlarının zamanında AKP iktidarının her icraatına alkış tuttuğunu; bu icraatları eleştiren herkesi en azından demokrat olmamakla suçladıklarını da akıldan çıkarmayalım.

Tedipten tedhişe ve en nihayetinde katle giden yolda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde pek çok gazeteci yaşamını vermiştir. Ocak ayı Metin Göktepe, Hrant Dink ve en nihayet Uğur Mumcu’nun katlinin yaşandığı ay olarak gazeteci suikastları için önemli bir ay olarak duruyor karşımızda. Üç gazetecinin sevenlerinin yıllar geçtikçe eksilmemesi umut verse de, gazetecilik mesleğinin icra edilmesi giderek daha da zorlaşmaktadır.

Gazetecilik bölümünü kazandığımı babama sevinerek haber verdiğimde dört yıl önce Çetin Emeç, bir yıl önce Uğur Mumcu katledilmişti. Babam bir yandan sevinmiş, diğer yandan “iyi halt ettin” dercesine bir yüz ifadesiyle “oğlum bu ülkede gazetecileri öldürüyorlar” demişti yüzünün diğer yarısına bin hüzün kondurarak. Bu nedenle üniversitede okuduğum yıllarda hep öğrenci eylemlerine katıldığımda sakladım O’ndan. Hem üzmek istemediğim hem de tartışmamak için. Biliyordum ki babam, bir yandan Uğur Mumcu ve benzer şekilde katledilen gazetecilerin doğruları söylediği için öldürüldüğünün farkındaydı. Tam da bu nedenle hem bu gazetecileri seviyor hem de oğlunun böyle bir akıbete uğramasından korkuyordu. Zira yurttaşı olduğu devleti tanıyordu. Yurttaşı olduğu devletin içindeki çıkar odaklarının acıması olmadığının da farkındaydı. Ancak farkında olmadığı bir şey vardı. Devlet denilen şey aslında kendisiydi. Kendini devlet sanan devletlilerin perde arkasından süregiden çıkar ilişkilerinin devlet çıkarı olarak tarif edildiğinin farkındaydı, ama başka türlü bir devlet de görmediği için bu devlete itaat etmeyi de vazife ya da mecburiyet olarak görüyordu. Benim babam, ortalama bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıydı. Bu ortalama yurttaşın aynı zamanda bir sağduyusunun da olduğunu unutmaması gerekir bugünün devletlilerinin. Kendilerinden başka herkesi terörist, hain, kökü dışarda işbirlikçi ilan ettikleri sürece, devletli pozisyonlarına itaat edecek yurttaş kalmayacaktır. Kanunla sınırlandırılmamış devlet, yurttaşlarına refah değil ancak terör sunabilir. Yaşadığımız dönemin devletinin alametifarikası budur. Ancak bu devlet elbette böyle gitmez.

* Bu yazı ilk olarak Medyaport.net'te yayınlanmıştır.

1- um:ag Genel Yayın Yönetmeni.
2- https://www.yeniakit.com.tr/haber/iste-ihanet-aginin-yandas-medyasi-1504333.html
3- Bu bilgiler OHAL Komisyonu’nun kendi raporundan alınmıştır. Bilgi için: https://ohalkomisyonu.tccb.gov.tr/ (Erişim tarihi: 26/01/2021).
4- Barış için Akademisyenlerin bu süreçte yaşadığı hak ihlalleri ile ilgili ayrıntılı raporlara şu linkten ulaşılabilir: https://barisicinakademisyenler.net/node/4
5- Nadir Nadi (1972), 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, İstanbul: Sinan Yayınları, s. 138-139.
6- Her iki gazetecinin onurlu yaşamlarını ölçülü bir trajedi diliyle anlattıkları anılarını sırasıyla şu kitaplardan okuyabilirsiniz:

Sabiha Sertel, (1987), Roman Gibi: Demokrasi Mücadelesinde Bir Kadın, İstanbul: Belge Yayınları.

Zekeriya Sertel, (2001), Hatırladıklarım, Beşinci Baskı, İstanbul: Remzi Yayınları.

7- https://www.karar.com/bahceli-karar-yazarlarini-hedef-aldi-1601979 (Erişim tarihi: 25/01/2021)