YAZARLAR

Tek bir dişle vatanına dönen lider

Patrice Lumumba insanlık tarihinin en önemli figürlerinden biriydi. Ülkesinin bağımsızlık serüvenine imza atmakla kalmamış, Afrika’daki antikolonyal hareketin önderlerinden biri haline gelmişti. Öldürüldü ve ortadan kaldırıldı. Ama ondan geriye kalanlar önce bir romanda sonra gerçek hayatta ortaya çıktı. Bir diş… Belçika yıllar sonra, ölümünden sorumlu olduğu Lumumba’nın geriye kalan bu tek parçasını, Kongo’ya mahcubiyetle iade etti. Tek bir dişle, Lumumba, dünyaya kafa tutmaya devam ediyor. 

Bir zamanlar Kongo’da polislik yapmış yazar Gerard Soete, 1978’de dünyanın en ilginç ve tekinsiz kitaplarından birini yayımladı: De Arena - Het Verhaal van de Moord op Lumumba (Arena - Lumumba Cinayetinin Hikâyesi).

Kitaba konu olan Patrice Lumumba, artık dünyanın büyük bölümü için mazinin gölgelerine karışmış bir isim; onu hatırlayanlar giderek azalıyor. Ama Lumumba, insanlık tarihinin en önemli figürlerinden biriydi. Bağımsız Kongo’nun, Kongo Cumhuriyeti’nin (şimdi Demokratik Kongo) ilk başbakanıydı. Ülkesinin Belçika’dan ayrılmasında ve bağımsızlığını ilân etmesinde büyük bir rol oynamıştı. Batı dünyasının, hele de Belçika’nın başını fena ağrıtmıştı. Bu ‘küçük’ huzursuzluk, onun ortadan kaldırılmasıyla son buldu.

Patrice Lumumba Bağımsız Kongo Cumhuriyeti ilk başbakanı 

Lumumba’nın hikâyesine geleceğim. Ama önce cinayetinin, polis-yazar Soete’nin satırlarındaki hikâyesi… ‘Cehennemin Dibine’ başlıklı bölümden okuyoruz:

“Alet çantasından bir pense çıkardı ve Peygamber’in [kitapta Lumumba’nın lakabı] üst çenesinden iki dişi söktü. Altınla kaplanmışlardı.”

Bu cümle, herhangi bir romanın herhangi bir cümlesi değil. Bu cümle, tarihi bir cümle. Gerçekle kurgunun, tarihin en berbat hikâyelerinden birinde çakıştığı, üst üste bindiği bir cümle.

Lumumba, öldürülmekle kalmamıştı. Onun için alelacele kazılan mezardan çıkarılmış ve kaybedilmişti. Cesedi parçalara ayrılmış ve bir asit kuyusunda eritilmişti.

Bunları biliyoruz. Çünkü onu ortadan kaldıran kişi işlediği suçu itiraf etti.

Gerard Soete

Cesetten kurtulmadan önce iki dişini söküp yanına aldığını da itiraf etti.

Bu kişi, neler yaptığını 17 yıl sonra bir romanda kaleme alan Gerard Soete’nin ta kendisiydi.

Soete, Lumumba ile iki arkadaşı Maurice Mpolo ve Joseph Okito’nun cesetlerini teslim alıp ortadan kaldıran kişiydi.

*

Soete, Kongo’daki polis komiserliği yıllarından sonra, Belçika’da Sint-Kruis kasabasına yerleşmiş ve kendine bir yazarlık ve öğretmenlik kariyeri inşa etmişti. 

Ama geçmişini eşelemekten de geri durmuyordu.

Gerçeği yıllar sonra Belçikalı ve Alman araştırmacılarla gazetecilere anlatan, hatta o gazetecilere, Lumumba’yı öldüren kurşunla beraber bir sigara kutusunda sakladığı dişleri gösteren de Soete’nin kendisiydi.

Eski polis, Lumumba ve iki arkadaşını kendisinin öldürmediğini ama onları ortadan kaldırma işinin kendisine verildiğini tüm açıklığıyla anlattı. Bundan pişman olmadığını da anlattı. Zira Lumumba’yı tehlikeli buluyordu.

Soete, 2000 yılında, bu itiraflardan bir yıl sonra öldü.

Hakkında hiçbir soruşturma açılmamıştı.

***

Gelelim esas hikâyeye…

Patrice Lumumba 1925’te Belçika Kongosu’nda (Belçika’nın 1908-1960 yılları arasındaki kolonisi) doğdu. Gençlik yılları ülkesinin bağımsızlığı mücadelesiyle geçti. Sadece Kongo’nun değil, tüm Afrika’nın birliğini ve bağımsızlığını savunuyordu. Yıllar içinde kendine ciddi bir takipçi kitlesi edindi ve başta Belçika, Batı dünyasının dikkatle izlediği ‘tehlikeli’ siyasetçilerden biri haline geldi.

Belçika, 1960’da Kongo’nun bağımsızlığını nihayet kabul etmek zorunda kaldığında, Lumumba da masadaydı. Ülkesinin ilk başbakanı oldu ve bağımsızlık seremonisinde, orada hazır bulunan Belçika Kralı Baoudain’in dinlemek zorunda kaldığı, önceden planlanmamış, sert bir konuşma yaptı.

 " (…) Karnımızı doyurmaya, üstümüze başımıza evimize barkımıza çekidüzen vermeye, çocuklarımızı gerektiği gibi sevgiyle yetiştirmeye yetmeyen maaşlar karşılığında canımızı çıkaran işlerde çalıştık. ‘Siyah’ [Lumumba, ‘negroe’ ifadesini kullanıyor] olduğumuz için gece gündüz alaylara, aşağılamalara ve şiddete maruz kaldık. Kim bir siyaha, arkadaşça hislerle falan değil, ’siz’ kelimesi sadece beyazlara ayrıldığı için, ‘sen’ diye hitap edildiğini unutabilir?

Topraklarımız, güya hukuk gözeterek ama aslında güçlünün haklarını koruyarak, elimizden alındı. Hukukun beyazlar ve siyahlar adına eşit işlemediğini biliyorduk; hukuk, birine müsamaha gösterirken diğerine insanlık dışı ve zalimce davranıyordu. Siyasi görüşleri ve dini inançları yüzünden çile çekenleri gördük; kendi vatanlarında sürgün oldular, ölümden de beterini yaşadılar.

Şehirlerde beyazlar için görkemli konaklar, siyahlar içinse köhne kulübeler vardı. Beyazlar sefa sürerken, siyahlar sinemalara, restoranlara, ‘Avrupalı’ dükkânlara alınmıyordu

Ve nihayet, birçok kardeşimizi infaz eden kurşunları, zulüm ve sömürüye boyun eğmeyenlerin atıldığı zindanları kim unutabilir?”

Bir küçük not:

O gün Batılı gazeteler, bir parçasını burada naklettiğim, bugün muhtemelen alkışlayacakları bu konuşmayı ‘saldırgan’ diyerek tarif ettiler.

Patrice Lumumba  konuşmasını yaparken

***

İlerleyen günlerde olaylar çok hızlı gelişti.

İçeriden, dışarıdan herkesin Kongo üzerinde bir hesabı, bir çıkarı vardı. Zaten büyük pazarlıklarla ve ince dengeler üzerinde kurulan ülke ve hükümet, özellikle dış etkilerle beraber sallanmaya başladı. Orduda isyan çıktı. Maden yoğun Katanga bölgesi, Belçika’nın da örtülü desteğiyle bağımsızlığını ilan etti.

Lumumba, herkes için bir tehlikeydi.

Özellikle de Kongo’nun Batı’nın gözündeki en değerli varlığını, madenleri millileştirmeye karar verip, Batı’nın madencilik haklarını tasfiyesini düşünmesi onu bir hedef haline getirmişti.

Sadece Belçika değil, ülkede maden işleten İngiltere ve Lumumba’yı ‘komünist’ olarak gören, Kongo’nun onun yüzünden Sovyetler Birliği’nin çekim sahasına girmesini istemeyen ABD de fena halde rahatsızdı.

Sonradan ortaya çıkacağı üzere, birçok suikast planlanmıştı. Yapamadılar.

Ama tarih daha girift bir şekilde ilerledi. Genelkurmay Başkanı Sese Seko Mobutu darbe yapıp hükümeti devirdi [Mobutu, 1965’teki bir sonraki darbesinde bilfiil başa geçecek, 1971’de ülkenin ismini Zaire olarak değiştirecek ve 1997’ye kadar da Zaire’yi yönetecekti; bugün kullanılan Demokratik Kongo Cumhuriyeti ismi onun görevden uzaklaştırılmasıyla kabul edilmiştir.]

Darbeden sonra yakalanan Patrice Lumumba ve arkadaşları Katanga yetkililerine teslim edildi. 

Darbe sonrasında kaçan Lumumba yakalandı ve ayrılıkçı Katanga yetkililerine teslim edildi. Lumumba ve iki arkadaşı, 17 Ocak 1961’de, Belçikalı lejyonerler ve Katangalı askerlerce kurşuna dizilerek idam edildi.

İdamın infaz edilmesinin ardından, Lumumba ve arkadaşları gömülmüştü. Ama bu da yeterli bulunmadı. Lumumba, yeryüzünden tamamen silinmek isteniyordu.

Bu görevi, sonradan yaptığı işin kitabını yazacak olan Soete’ye verdiler.

Kaderin garip bir cilvesi, Soete, görevini ‘tam’ anlamıyla yapamadı. Lumumba’nın iki dişini söktü, cebine attı ve Belçika’ya götürdü.

***

Lumumba'nın ülkesine dönen dişi. 

İşte o dişlerden biri…

Cinayetin üzerinden 61 yıl geçtikten sonra…

Haziran sonunda vatanına döndü.

Belçika’nın cinayetteki dahli bağımsız araştırmacıların çabasıyla büyük oranda ortaya çıkarıldıktan yıllar sonra… Belçika Parlamentosu’nda kurulan bir komisyon, olaya karışmış Belçikalı aktörleri sadece ‘ahlaken’ sorumlu bulduğunu açıklamakla yetindikten yıllar sonra… İşin üstüne giden Belçikalı yazar Ludo de Witte’nin mahkeme kararıyla dişlerden birine [diğeri kaybolmuştu] el koydurmasından yıllar sonra… Ve nihayet Lumumba’nın kızı Juliana Lumumba, Belçika’nın günümüzdeki kralı Philippe’den dişi şahsen istedikten yıllar sonra…

Bütün bunlardan sonra, ancak bu yıl, Kongo’nun 61’inci bağımsızlık yıldönümünde, Lumumba’nın tek dişi vatanına dönebildi.

Belçika Başbakanı Alexander De Croo, Egmont Sarayı’nın avlusunda yapılan ‘cenaze’ töreninde, “acı veren, çirkin gerçeğin artık konuşulması gerektiğini” söyleyecekti. “Belçikalı bakanlar, diplomatlar, memurlar ve askerler harekete geçmemeyi seçtiler.”

Halen de geçiyor sayılmazlar. Sadece laf.

 

Kral Philippe de daha geçen sene, Kongo’nun bağımsızlığının altmışıncı yıl dönümünde atalarının Belçika’da yaptıklarından ne kadar pişman olduğunu ilan etmişti. Bir bakıma, Lumumba’nın bundan altmış bir yıl önce o gün, seromonide söylediklerini bir bir doğrulamıştı. Milyonlarca insanın ölümünü. İşkence, aşağılama, hırsızlık, aklınıza gelen her şeyi…

Pişmanlık, evet… Ama özür yoktu. Özürle beraber, legal süreç açılacak çünkü.

O yüzden, sadece laf.

***

Lumumba’nın dişini taşıyan tabut Kongo’ya uçmadan evvel son bir tören daha yapıldı.

Tören, Brüksel’deki Kongo mahallesi Matonge’deydi. Patrice Lumumba Meydanı’nda… Küçük, özelliksiz bir meydan. Ancak 2018’te bu ismin verildiği ama Lumumba’nın bir büstünün bile olmadığı, sadece onun bir fotoğrafıyla karısı Pauline’e yazdığı mektuptan bir pasajı içeren plakaya sahip bir meydan… Belçika, bu kadarına rıza göstermişti.

Kongolular o gün oradaydı. Kahramanlarını uğurladılar.

Törenden sonra, uçak yolculuğundan hemen önce oğlu Ronald, çok yalın ve çok gerçek bir şey söyledi:

“Kongo, Kongo’ya dönüyor” dedi.

Döndü de.

Patrice Lumumba, artık vatanında.

Francois, Roland ve Juliana Lumumba babaları Patrice Lumumba için düzenlenen törene gelirken

 


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.