Tekinsiz duyular: Dağılmalar
Mahsum Ece'nin ilk öykü kitabı 'Dağılmalar' İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. 'Dağılmalar' zamanın, coğrafyanın ve “ben” olmanın sınırlarının unutulduğu; ihtişamlı kimlikler şöyle dursun, hemen her şeyin tekinsizce çözünüp ortalıkta süzüldüğü bir anlatı karmaşası.
Büşra Uyar
Muğlaklaştırmak buğulu, tekinsiz anlatılar kurmanın en kestirme ve tercih edilen yolu. Yaratıcıya bir anda, pek çok güç bahşeder bu yol. Haritalar ortadan kalkar, karakterler kendilerinin ya da başkalarıyla oluşturduğu bütünün tutarlılığını kaybeder, hisler insanı gafil avlamak için pusuya yatar. Gelgelelim tanıdık bir coğrafyada, sıradan bir çıkışsızlık yazıyor olsa da yazar, en az karakterleri kadar kendi de hapsolur buraya. Kurtulmaksa başta tür bir mahirlik gerektirir elbet.
Genç sinemacı ve “yeni” edebiyatçı Mahsum Ece’nin kendi yarattığı mizansenlerden -vakti gelince- kurtulabilmek gibi bir yeteneği var ki edebiyata yeni atılmış kalemler için hayati önem taşıyan bir gereklilik bu. İletişim Yayınları’ndan çıkan 'Dağılmalar', Mahsum Ece’nin ilk öykü kitabı ve kendisinden ilk “sıyrılma” hali. Gerçek bir dağılma hâli fakat son derece şuurlu bir dağılma bu. Tüm estetiğini çıkışsızlığın muallaklığına dayamayan, kontrollü ve özgün dili de cabası.
Ece’nin dünyası, bir kelimeler dünyasından ziyade, duyular dünyası: Kör karanlıkta temizlenmeyi bekleyenler, ekmek parası için üzerimizde gezinen esnaf böcekler, saçtan ayak ucuna kadar bedende aldığı yolu hissettiren soğuk yağmur damlaları; daima görüş açısını ve teni rahatsız eden, peygamber bulutu misali insanı takip eden minik sinekler... Ama anlatısının en karakteristik özelliği şüphesiz ki, en beklenmedik iki duyuyu harekete geçirmesi: Koku ve ses. Kulak zarını paralayan sesler ve beyni yararcasına insanı rahatsız eden kokular... Tanrının kör karanlıkta, ter kokusuyla kendini hatırlatabildiği bir dünyadan ne beklenir!
Ece’nin hafızayı manipüle etmekte zorluk çekmeyen bu denli güçlü duyuları en uç noktada kullanma konusunda ciddi bir kabiliyeti var. Duyular ve hisler alıp başını giderken, karakterler (ki karakter diyebilir miyiz onlara?) kime ait olduğu bile kestirilemeyen bir geçmişte ve bugünde geziniyor. Metinlere de sıçrıyor bu gezinme hali, birkaç sayfa geride bıraktığımız bir karakter, aniden çıkıveriyor karşımıza.
Yalnız hınzırca bir hareket değil onlarınki. Sanki, kaçıyorlar. Neredeyse mitleşmiş huzursuzluklarını alıp başka bir muhite, başka bir metne göç ediyorlar durmadan. Haliyle zaman, kimlik, ev; kısaca, sırtımızı dayadığımız her şey muğlaklaşıyor. Ece de bu sıkıntılı hâli fırsat bilip, zaman zaman anlatısını kendisinden ayıran gerçeklik sınırlarını aşıveriyor. Karakterlerinin dilinde dolanıyor ya da köşelerde bir yerlerde belirip, hızlıca kayboluyor gözden. Sınırların ve gerçekliğin geçirgenliği aslında en çok, okur olarak bizi ele geçiriyor. Zira sayfaların arasından buram buram yükselen tere karışmış süt kokusunun, ekşimiş suratlarımızın başka bir açıklaması olamaz.
'Dağılmalar', bu açıdan -adı üzerinde- ilginç bir dağılma hâli. Israrla kimliksizleştirilen, unutulmaktan öte, hiç yokmuş gibi davranılan bir coğrafyanın edindiği yeni bir kimliksizlik pratiği sanki. Saf ve yeniliğiyle “tektip” bebekler kol geziyor anlatıda: Şahsiyetini sıfıra indirgeyip yalnızca korkunç kokularıyla var olan insan ve tanrı mitler, her işe koşturan yerden bitme şeytanlar, keller, Haydarlar... Tüm bunların arasında, kimliğine fazlasıyla kafayı takan istisnalar da var tabii. Onlar için de çözüm her şeyi her şeyleştirmek. Eh, pratiği yıllardır akıp gitmiyor mu zaten gözümüzün önünde?
Mahsum Ece’nin İletişim Yayınları’ndan çıkan 'Dağılmalar'ı zamanın, coğrafyanın ve “ben” olmanın sınırlarının unutulduğu; ihtişamlı kimlikler şöyle dursun, hemen her şeyin tekinsizce çözünüp ortalıkta süzüldüğü bir anlatı karmaşası. Akılda kalan her köşede çınlayan bir ses ve her köşede asılı kalmış bir koku. Evet, dağılmış, rahatsız edici bir tastamamlığın ta kendisi bu.