Tekne faciası hakkında cevaplanması gereken sorular: 'Cezai soruşturma başlatılmalı'
Hukukçu Kleo Papapantoleon, Mora'daki mülteci teknesi kazasında Yunanistan ve AB'nin sorumluluğuna işaret ederken, gazeteciler faciayı haberleştirirken karşı karşıya kaldıkları baskıya dikkat çekti.
DUVAR - Yunanistan'ın Mora Yarımadası'nda 14 Haziran'da meydana gelen ve en az 81 kişinin hayatını kaybettiği mülteci teknesi kazası, Yunanistan ve Avrupa kamuoyunda değerlendirilmeye ve tartışılmaya devam ediyor.
Konuya ilişkin Gazete Duvar'a konuşan insan hakları hukukçusu Kleo Papapantoleon, son gelişmeleri paylaşarak tekne faciasında Yunanistan ve Avrupa Birliği'nin (AB) rolüne ve sorumluluklarına işaret etti. İsimlerinin gizli kalmasını isteyen gazeteciler ise, basın çalışanlarının 'mahalle baskısı' ile karşılaştığına ve kazanın kamuoyuna sorunlu yansıtıldığına dikkat çekti.
'HUKUKUN HER HÜKMÜNE AYKIRI'
Kazaya ilişkin değerlendirmesinde Yunanistan devletinin sorumluluklarına odaklanan hukukçu Kleo Papapantoleon, "Sadece Sahil Güvenlik'in bugüne kadar yayınladığı resmi duyurular dikkate alındığında, hukuki açıdan, suç unsurunun araştırılması gerektiği görülecektir" diyerek şu bilgileri paylaştı:
"Zira, medya kuruluşlarının yayınlarından ya da kazazedelerin ifadelerinden değil, Sahil Güvenlik'in kendi duyurularından, (yetkililerin) uzun süre boyunca, saatlerce, geminin denize elverişli olmadığının ve hareket etmediğinin tamamen farkında olduğu açık. Gemi, Yunanistan'ın yargı yetkisi altındaki bir bölgedeydi. Bu nedenle, Yunanistan'ın kurtarma yükümlülüğü doğdu. Deniz hukukunda, 'Bir kişi bana kurtarılmak istemediğini söyledi' iddiası kabul edilemez. Kurtarmama yasadışıdır ve uluslararası hukuk ile Yunanistan hukukunun her hükmüne aykırıdır."
Kurtarma ve yaşamı koruma yükümlülüğüne ek olarak, insan ticareti suçunu soruşturma gibi bir yükümlülüğün de söz konusu olduğunu kaydeden Papapantoleon, "Yunanistanlı yetkililer bu insanları kurtarmak için kesinlikle hiçbir şey yapmadığının inkar edilemez olduğuna inanıyorum. Resmi olarak iddia edilenler, temelsiz iddiaların ötesine gidemiyor. Dolayısıyla, ister o sırada gemide olsunlar, ister operasyonların merkezinde bulunsunlar, Yunanistanlı yetkililer ve Sahil Güvenlik mensupları hakkında cezai soruşturma başlatılması gerektiği sonucuna varıyorum. Bu bir prensip meselesi" ifadelerini kullandı.
"İkinci bir mesele daha söz konusu" diyen hukukçu, şöyle devam etti: "Davanın ana kaynağı kazazedelerin ifadeleridir. Bir yandan da ikinci bir kaynak görsel-işitsel materyaldir. Bölgeye intikal eden Sahil Güvenlik gemisi gibi modern bir gemide kayıt cihazının bulunmaması son derece garip bir olay. Dolayısıyla, olay yerinde bulunan ticari geminin kaptanı tarafından verilen ifade gibi bunun da araştırılması gerekiyor. Bu nedenle, Sahil Güvenlik mensuplarının başka suç teşkil eden eylem ya da ihmallerinin olup olmadığını değerlendirebilmek için tüm bu bilgiler hızla ve ciddiyetle toplanmalı."
'CEVAPLANMASI GEREKEN SORULAR VAR: NEDEN HİÇ CAN YELEĞİ YOKTU?'
Yunanistan'daki hukuki süreçle ilgili bilgi veren Papapantoleon, "Gün ışığına çıkan kanıtlardan çıkan sonuç, savcılığın kendi inisiyatifiyle hareket etmesi gerektiği yönünde. Zaten sivil toplum örgütleri ve Barolar Birliği bu konuda son derece önemli açıklamalar ve çağrılar yaptı. Hukuki süreç, biz yurttaşların, baroların, belirli kişilerin ifadelerine erişebildiğimiz ölçüde, sivil toplum tarafından da başlatılabilir" diyerek şöyle konuştu:
"Bu kolay bir şey değil. Ancak cevaplanması gereken sorular var. Gemi Yunan Sahil Güvenliği'nin gözleri önünde nasıl battı? Neden herhangi bir kurtarma girişimi gerçekleşmedi? Neden hiç can yeleği yoktu? Bunlar araştırılması gereken sorular. Bir de insan tacirlerinin bağımsız sorumlulukları var. Bu sorumluluklar Sahil Güvenlik'in eşzamanlı ve paralel sorumlulukları tarafından ortadan kaldırılmadığı gibi, tarafların sorumlulukları da birbirini dengelemez. Bir tarafın insanları taşımak üzere botlara yüklemesi, diğer tarafın sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Bu konuda açık olmak istiyorum. Bunlar her iki taraf için de farklı, ayrı sorumluluklardır."
AB'NİN SORUMLULUĞU: 'HER İLGİLİ TARAFIN SORUMLULUĞU VAR'
Deniz kazasında Avrupa Birliği'nin (AB) rolü üzerinde de duran hukukçu Kleo Papapantoleon, "Bu cezai soruşturma Frontex de dahil olmak üzere tüm tarafların davranışlarını, eylemlerini ve ihmallerini içermeli. Çünkü olay Yunanistan'ın yetki alanında meydana geldi. İlgili her bir tarafın yükümlülükleri vardı" ifadelerini kullandı.
Hukukçu ayrıca şu noktaların altını çizdi: "Yüzlerce insan hayati tehlike altındayken, bu kişilerin hayatlarını kurtarmak için gerekli tüm tedbirler alınmamıştır. Bu geminin içindekilerin hareket etmesi sonucu battığının tespit edilmesi durumunda, bu Sahil Güvenlik'in sorumluluğunun daha da arttığı anlamına gelir. Rüzgar faktörü olmaksızın bir geminin kendi kendine batışını yaklaşık 16 saat boyunca izlediğinizde, müdahale etme sorumluluğunuz daha da artar. Bu tür gemi kazaları daha önce de yaşandı. Değişen unsur ölü sayısıdır. Bu tür durumlarda Sahil Güvenlik artık zengin bir deneyim birikimine sahiptir."
'İNSANLIK VE TEMEL UYGARLIK ÇİZGİSİNİ KORUMALIYIZ'
Papapantoleon, yaşanan facia karşısında, toplumun rolüne de işaret etti. "Bu büyük trajedi karşısında vatandaşlar değerlendirmelerinde sakin olmalı ve sosyal medyada ortaya çıkan tüm vahşeti soğukkanlılıkla karşılamalı. Medyada, yüzlerce çocuğun kaybıyla ilgili okuduğum çok şey var. İnsanların hayatlarının, bu şekilde hayattan koparılan çocukların maruz kaldığı öfke beni endişelendiriyor. Öte yandan, Avrupa'nın topu Yunanistan'a attığını görüyorum. Bu konuda Avrupa'ya öfkeyle karşı çıkan dostlarımızı anlıyorum. Ancak Avrupa'nın tutumu bizi başka, daha karanlık düşüncelere itmemeli, en savunmasız olanlara karşı bir düşmanlık duygusu yaratmamalı. İnsanlık ve temel uygarlık çizgisini korumalıyız."
GAZETECİLER BASKIYLA KARŞILAŞTI, ÜLKEYİ TERK ETMEK ZORUNDA KALDI
Mora Yarımadası açıklarında yaşanan tekne faciasını ilk saatlerden beri yakından takip eden Yunanistanlı gazeteciler de görüşlerini paylaştı.
Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki medya kuruluşlarında çalışan gazeteciler, ülkelerinde maruz kaldıkları baskılar nedeniyle kimliklerinin gizli kalması kaydı ile yaptıkları açıklamalarda, mültecilerin yaşadıklarını gün yüzüne çıkardıkları için milliyetçi kesimlerin ‘mahalle baskısına’ maruz kaldıklarını, Mora açıklarındaki arama-kurtarma ve hukuki araştırma süreçlerinin sonuçlanmasını beklemeden ülkelerini terk etmek zorunda kaldıklarını aktardı.
‘BİR GAZETECİ OLARAK SORUYORUM: NEDEN YAYINLAMAYAYIM?'
Mülteci ve göç konularında deneyimli bir gazeteci, tekne faciasını değerlendirirken, Yunanistan devleti ile medya kuruluşlarının ‘son derece sorunlu iletişim yönetimine’ dikkat çekti. Gazeteci, konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
"Vergi mükelleflerinin bu kadar çok parasını harcıyoruz, son teknoloji ürünü ekipmanlarımız var ve şimdi (sahil güvenlik) botunda kayıt cihazı olmadığı için gerçeğin ne olduğunu bulmakta zorlanıyoruz. Dün Frontex (daha sonra batan) teknenin hareket ettiğini gösteren bir video yayınladı. Bu video, tüm hikayenin başında, gemi tespit edildiğinde çekilmiş bir videodur. Bu video en başından itibaren gösterilmedi. Bizler teknenin (batmadan hemen önce) hareket etmediğini söylediğimiz andan sonra yayınlandı. Tüm bunları size yetkili makamların ve medyanın olayı ele alış biçimini göstermek için anlatıyorum. Medya başlangıçta bazı bilgileri sızdırdı. Ardından da yetkililer tarafından bazı açıklamalar yapıldı. Bir gazeteci olarak bu durum beni üzüyor. Bir gazeteci olarak merak ediyorum: Neden tüm bilgileri yayınlamayayım? Bir şeyden mi korkuyoruz?"
‘HAYATTA KALANLAR ÇİPRAS’LA KONUŞMAK İÇİN SIRAYA GİRDİ’
Bir Avrupa medya kuruluşu için çalışan gazeteci de "Biz (gazeteciler olarak) hayatta kalanların tanıklığı için, bilgiye erişim için adeta ‘kan kusuyoruz’" diyerek şöyle konuştu:
“Neden hayatta kalanlara ulaşamayayım? Gözaltında olduklarını ve yasadışı giriş yapan bir kişinin yasal sürecinin takip edilmesi gerektiğini anlıyorum. Bunu sığınma talebi prosedürünün takip etmesi gerekiyordu. Yine de insanlar (kazazedeler) bizimle konuşmak istedi. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü (SYRIZA lideri) Aleksis Çipras bölgeye intikal etti ve açıklamalarda bulundu. Çipras (kazazedelerin tutuldukları) alana girer girmez, hayatta kalanlar onunla konuşmak için sıraya girdi.”
'DENİZDE BİR DRAM YAŞANIYOR VE SİZ ONU GÖREMİYORSUNUZ'
Yaşanan trajedinin boyutlarına da ışık tutan gazeteci, "Kurbanların sayısı çok büyük. Üç ay önce Tempe'ye (tren kazasını haber yapmak için) gitmiştik. Kurbanların sayısı farklıydı. Şimdi beş katı bir sayıdan bahsediyoruz. Bu vakada en az 300 ve muhtemelen daha fazla kayıp var. Bu hayal bile edilemeyecek bir sayı; karada değil denizde meydana gelen bir dram yaşanıyor ve siz onu göremiyorsunuz. Örneğin, Türkiye'de depremler sonrasında yaşanan felaket gibi değil, yıkımı kendi gözlerinizle göremiyorsunuz” diye konuştu.
GAZETECİLERE SALDIRILAR: ‘İDDİA EDİLEN BİR İHANET UNSURU VAR’
"Bu trajik olayı haberleştirdiğim için kişisel saldırılara maruz kalıyorum” diyen gazeteci, yabancı medyada çalışan Yunan gazetecilerin daha ağır baskılar yaşadığını söyledi:
“Yabancı muhabirlerden farklı olarak, yabancı medyada çalışan Yunan gazeteciler daha ağır baskı ve saldırı altında. İddia edilen bir ‘ihanet’ unsuru var. Bu, ne yazık ki Yunanistan'da karşılaştığımız yabancı yayınlarla ilgili bir durum. Bu durum en az iki yıldır devam ediyor. Ne zaman Yunanistan'ın imajını, bir konunun yönetimini etkileyen bir konu yazılsa, bunu organize bir karakter suikastı takip ediyor. Bu özellikle sosyal medyada gerçekleşiyor. Bugün sosyal medya profillerimi araştıran insanlarla karşılaşıyorum. Önceki paylaşımlarımı, haberlerimi tarıyorlar. Bunları birleştirerek sözüm ona ‘Helen karşıtı’ çalışmalarımı kanıtlamak istiyorlar.”