Twitter’ın yolu yol değil

Twitter, Trump’ın posta yoluyla seçim tweet’inden sonra şiddeti özendirdiğinin altını çizdiği tweet’i ile Beyaz Saray’ın resmi hesabındaki benzer tweet’i engellemese de şerh koydu. Burada tartışılması gereken temel konu güncel politik pozisyonlar ve tartışmalardan bağımsız olarak bu platformların siyasetçilerin şiddet ve ayrımcılık söylemlerine karşı uyguladıkları genel politikalar. Twitter, başlattığı bu uygulama çerçevesinde şiddet mesajlarının yayılmaması için hangi siyasetçileri veya kanaat önderlerini mercek altına alacak, bilmiyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Her şey Twitter’ın 26 Mayıs’ta ABD Başkanı Donald Trump’ın posta yoluyla oy verilmesine hile karışabileceğine dair attığı tweet’in altına eklediği bir bilgi notuyla başladı. Twitter’ın eklediği not “Posta yoluyla oy vermeye dair gerçekleri öğrenin” başlığını taşıyordu. Bunun üzerine tüm dünyada Twitter’ın doğruluk kontrolü yapmaya başladığına dair haberler yapıldı. Güncel örnek üzerinden giderek platformlardaki siyasi içerikli paylaşımlar, siyaset-platform ilişkilerine göz atalım.

TWITTER’IN EYLEMİ DOĞRULUK KONTROLÜ DEĞİL

Yukarıda sözünü ettiğim olayın ardından doğruluk kontrolü yapan organizasyonlar ve bu işle ilgili gazeteciler birçok açıklama yaptı. Yapılan açıklamaların ortak noktası bunun bir doğruluk kontrolü eylemi olmadığı yönündeydi ki ben de bu yorumlara katılıyorum. Doğruluk kontrolünün birkaç alt alanından biri olarak iddia analizi (claim review), genellikle politikacıların herhangi bir vesileyle söylediklerini kendi bağlamı içinde kalarak inceler. Meraklısı Türkiye’deki en iyi uygulaması için Doğruluk Payı’nın internet sitesini ziyaret edip hem yöntemlerine hem de örneklerine göz atabilir. ABD’de benzer bir uygulama da The Washington Post’ta yer alıyor. Glenn Kessler’ın yönettiği sayfada farklı kanatlardan siyasetçilerin iddialarına dair analizleri bulabilirsiniz. Almanya’dan Güney Afrika’ya birçok ülkede benzer doğruluk kontrolü yapan gazetecilik kurumları mevcut. Meraklısı IFCN internet sayfasına bakabilir.

Twitter, bu eyleminin ardından daha önce bu konuda hazırlık yaptığını, kullanıcı geribildirimi için çağrıda bulunduğunu açıklasa da global ölçekte teyit mekanizmasına güvenin esas kaynağı olan şeffaflıktan yoksun. Örneğin bu doğruluk kontrolleri hangi siyasetçileri veya dijital personaları kapsayacak? Bu analizleri kim/hangi birim yapıyor? Kullanıcı/okuyucular yapılan analizin sağlamasını yapmak istediğinde hangi kaynaklara bakabilir? Yani dünya çapında kabul gören IFCN ilkeleriyle Twitter’ın yaptığı işin hiç mi hiç alakası yok. Aradan bir hafta geçmesinin ardından, Twitter da doğruluk kontrolü yapmadığını; platformdaki sağlıklı iletişimi geliştirmeye yönelik hamleler yaptığını açıkladı. (Bu arada da Trump ve Beyaz Saray’ın attığı iki tweet’i şiddeti övdüğü gerekçesiyle kısıtladı)

PLATFORMLARIN GÜNCEL POLİTİK POZİSYONLARI

İfade özgürlüğünü geliştirmek amacıyla politikalarını güncelleyen, Trump olayında da ısrarla ifade yanlış bilginin ve şiddet içeriklerinin yayılmasının engellenmesine katkı sunma iddiasındaki platform, şiddet/nefret içerikli mesajların geniş kitlelere ulaşmasını engelleyeceğini de duyurdu. Bu arada George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından tırmanan toplumsal gerilimin ortasında ABD merkezli birçok şirket eşitlik ve özgürlük talepleriyle sokağa çıkan insanlara destek veriyor. Bu destek de genel bilimsel anlamıyla politik taraf olmak anlamına geliyor.

Twitter, Snapchat, Spotify gibi popüler platformlar Siyahların Hayatları Değerlidir inisiyatifine desteğini açık veya dolaylı yollardan gösterirken Facebook bu konuda “ortada” olmayı tercih edenlerden. Zuckerberg’in kendisini ve şirketlerini bu işin dışında tutma çabası da gerek kamuoyundan gerekse çalışanlarından ciddi tepkiler almaya devam ediyor. Şiddet/ayrımcılık içeren siyasetçi paylaşımlarına karşı belki harekete geçebileceklerini duyursa da tatmin edici bir adım atacağını sanmıyorum.

Siyaset-platform ilişkisindeki en kritik konulardan biri de şüphesiz siyasi reklam meselesi. Google ve Snapchat siyasi reklamlara izin vermekle birlikte hedefleme seçeneklerini sınırlı tutuyor. Twitter, siyasi reklamlara 2019 sonbaharından itibaren yer vermeyeceğini açıklarken Facebook siyasi reklamların platformlarında yer almaya devam edeceğini söylemişti. Siyaset-platform ilişkisinin kristalize olduğu platform olarak Facebook’a kısaca bakmak gerektiğini düşünüyorum. 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Brexit’ten sonra 2019 Aralık’taki İngiltere parlamento seçimleri öncesinde siyasi reklamlara izin vermeye devam edeceğini açıklayan Facebook, bu reklamlarda partnerlik yaptığı teyit organizasyonlarının, doğruluk kontrolü yapmasına da izin vermeyeceğini açıklamıştı. Bu kararın ardından İngiltere’deki teyit merkezlerinden Full Fact, seçim öncesi yayınlanan siyasi reklamları mercek altına aldı. Örneğin 1-4 Aralık 2019 arasında Muhafazakar Parti’nin Facebook’ta verdiği yaklaşık 7 bin reklamdan yüzde 88’inin daha önce analiz edildiğini ve doğruluk kontrolünden sınıfta kaldığını açıkladı. Siyasal propaganda araçları arasında merkeze yerleşen dijital kanallar üzerinden bu denli manipülasyon yapılabiliyor olması da insanı gerçekten kaygılandırıyor.

Facebook’un yönettiği reklam mecraları üzerinde siyasi reklamlara yer vermeleri veya reklamların doğruluk kontrolüne tabi tutulmaması muhtemelen bu yılki ABD Başkanlık seçimlerinde ve sonraki yıllarda çok daha büyük tartışmalara yol açacak.

Öte yandan bu platformların en tepedeki bir hakem heyeti gibi her içeriği doğru/yanlış olarak kategorize etmesi veya insanlara ulaşmasını engellemesi de bambaşka bir tartışma konusu. Hakikatin ne olduğu, siyaset ve doğruluk arasındaki ilişki, kabul edilebilir yaygın doğrular dışında toplumun gerçekle olan ilişkisine dair hakikat, siyaset ve toplum üçgenindeki birkaç bin yıllık siyaset felsefesi tartışmalarını da unutmamak gerekir. Meraklısı Platon, Hobbes, Spinoza ve Arendt okumaları yapabilir.

ŞİDDETE KARŞI İLKESEL BİR TUTUM SÖZ KONUSU DEĞİL

Twitter, Trump’ın posta yoluyla seçim tweet’inden sonra şiddeti özendirdiğinin altını çizdiği tweet’i ile Beyaz Saray’ın resmi hesabındaki benzer tweet’i engellemese de şerh koydu. Burada tartışılması gereken temel konu ise güncel politik pozisyonlar ve tartışmalardan bağımsız olarak bu platformların siyasetçilerin şiddet ve ayrımcılık söylemlerine karşı uyguladıkları genel politikalar. Twitter, başlattığı bu uygulama çerçevesinde şiddet mesajlarının yayılmaması için hangi siyasetçileri veya kanaat önderlerini mercek altına alacak, bilmiyoruz. Ulus-devletlerin büyük kısmında totaliter eğilimli siyasetçilerin iktidarda olduğu düşünüldüğünde karşılaşacakları yasal, siyasal ve ekonomik baskıları yaşayıp göreceğiz gibi görünüyor.

Diğer taraftan halihazırda şiddet içeren kişi, sayfa ve grupları Facebook yasal zorunluluklar veya hükümet talepleriyle değerlendirip kapatıyor. Örneğin Myanmar’da Müslümanlara karşı şiddet çağrısı yapan hesap ve iletileri platformlarından kaldıran Facebook, benzer şiddet eğilimli mesajları veya grupları Almanya, Macaristan, ABD ve Türkiye’de kapatıyor mu, kapatabilir mi? Temel mesele bu.

Yazı boyunca adı geçen platformların tamamı kar amacı güden şirketlerdir. Kullanıcılarından elde ettikleri verileri işleyip müşterilerine satarak para kazanırlar. Yani ne kadar çok kullanıcı o kadar çok gelir. İfade özgürlüğünü savunma iddiaları veya liberal demokrasi kavramlarına bu kadar sıkı sıkıya sarılmalarının temel sebebi gelir kaybını engellemek.

Bütün platformlar kendi ticari çıkarları gereği bazen şiddet içerikli mesajları kısıtlama veya engelleme yoluna giderken bazen de bu mesajların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu söyleyip geçiyor. Bunları yaparken temel dayanakları ise kıymeti kendinden menkul topluluk kuralları ve okumaya başlayınca içinde kaybolacağınıza ve büyük bir kısmına anlamayacağınıza garanti verebileceğim kullanım sözleşmeleri.

Duvarları doğruluk/adalet, ifade özgürlüğü, siyaset arenası ve gelir maksimizasyonundan oluşan bir odaya sıkışıp kalan platform sahiplerinin uykuları gelecekte daha çok kaçacak gibi görünüyor.