Teknolojinin sunduğu konfor ve bu konforu sağlayanların görünmezliği

“Ekranın diğer tarafında kim var?” sorusunu sormaya başlayarak, bu düzeni birlikte değiştiremesek de belki "ıslah" edebiliriz...

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Phil Jones’un şu cümlesi, dijital ekonominin karanlık yüzüne açılan bir kapı gibidir: “Teknolojinin sunduğu konfor, bu konforun bedelini ödeyenleri neden bu kadar görünmez kılıyor?” Gerçekten de yemek siparişi verirken, Temu'dan emsalsiz(!) bir ürün alırken veya Netflix’te bir dizi önerisi alırken, bu hizmetlerin nasıl işlediğini sorguluyor musunuz? Yoksa her şeyin sihirli bir algoritmanın eseri olduğuna mı inanıyorsunuz? İyi haber: Algoritmalar sihir yapmaz. Kötü haber: Sihri insanlar yapar, hem de ucuza.

HAYALET İŞÇİLERİN ORDUSU

Dijital ekonominin pürüzsüz görünen yüzünde, görünmeyen işçilerden oluşan bir hayalet ordu vardır. Yapay zekâ bir dahidir, öyle değil mi? Hayır, sadece insan emeğiyle parlatılmış bir “zihinsel kukla.” O dâhiyane algoritmaların, veri tabanlarının arkasında düşük ücretlerle çalışan, adını bile duymadığımız insanlar var: Görselleri etiketleyen, metinleri temizleyen, hata ayıklayan görünmez işçiler.

Bu işler genelde "mikro görev" diye pazarlanıyor. Yani, “gel, hızlıca 2 dolarlık bir iş yap, git” mantığı. Saatlerce çalışıp bir fincan kahve parası bile kazanamazsınız. Daha kötüsü, bu emeğin varlığı bile yok sayılır. Teknolojinin başarısı diye alkışlanan şey aslında bir sömürü zincirinden başka bir şey değildir.

ALGORİTMALAR VE İNSANLAR: VERİMLİLİK DİKTATÖRLÜĞÜ

Dijital platformlarda çalışan birine algoritmanın gözüyle bakalım: Sadece bir sayı. Performansı ölçülür, hızına göre puanlanır, yaptığı işin kalitesi analiz edilir. Ama o sayı aynı zamanda yorulan, acıkan, uyumak isteyen , hayalleri olan bir insandır. Platform kapitalizminin gözünde ise insan olmanızın bir önemi yok. Önemli olan “verimliliğiniz.”

Mesela, bir yemek siparişi uygulamasında çalışan kurye düşünün. Trafikte tehlikelerle boğuşur, yağmurda, sıcakta durmadan hareket eder. Ama algoritma bunu umursamaz; ona göre kurye, yalnızca rotasını en hızlı tamamlaması gereken bir verimlilik birimidir. Bu durum, sadece işi değil, insanı da yabancılaştırır. Kendinizden uzaklaşırsınız çünkü yaptığınız işin bir anlamı kalmaz.

TÜRKİYE VE AVRUPA’DAN DİJİTAL SÖMÜRÜ ÖRNEKLERİ

Türkiye’de Getir veya Trendyol Go gibi platformlarda çalışan kuryelerin durumu, güvencesizliğin en bariz örneğidir. Artan iş kazaları, bu sektörün karanlık yüzünü gözler önüne seriyor. Avrupa’da da tablo pek farklı değil. Almanya’daki Deliveroo gibi platformlar, işçileri bağımsız yüklenici olarak sınıflandırarak sosyal haklardan mahrum bırakıyor. Fransa’daki yasal kazanımlar ise büyük şirketlerin lobicilik gücüyle sık sık sekteye uğruyor.

Türkiye’de de işler pek iç açıcı değil. Her sipariş tesliminde “Acaba bir sonraki virajda beni ne bekliyor?” diyen kuryelerle, evde sipariş bekleyen insanların arasında görünmez bir uçurum var. Peki ya bu uçurumu kapatacak bir sistem mümkün değil mi?

KAZANANLAR VE KAYBEDENLER: BİR DÜZENİN ANATOMİSİ

Platform kapitalizmi, “kazanan her şeyi alır” anlayışıyla işliyor. Kazanan, algoritmayı pazarlayan dev şirketler, kaybeden ise elbette emeği yok sayılan ve güvencesizliğe mahkûm edilen işçiler. Üstelik bu kaybedenlerin sadece maaşı küçültülmüyor; gururu, hayalleri, geleceği de o sistemin çarklarında öğütülüyor.

Teknolojinin başarısı, kapitalizmin vahşi doğasını daha görünmez hale getiren bir kılıf gibi. Biz teknolojiyi özgürlük diye alkışlarken, bu düzen daha fazla köle yaratıyor.

EKRANIN DİĞER TARAFINDA KİMLER VAR?

Dijital dünyada her şey ne kadar da kolay, değil mi? Bir tıkla yemek sipariş ediyor, birkaç saniyede ürün satın alıyor, anında sonuçlara ulaşıyoruz. Evet, algoritmalar harika, yapay zekâ büyüleyici; ancak bu teknolojilerin görünmeyen dişlileri, emeği yok sayılan milyonlarca işçiden oluşuyor.

Ekranın diğer tarafında bizlere hizmet eden o "görünmez kahramanları" ne kadar tanıyoruz? Ya da tanımak istiyor muyuz?

Dijital dünyanın pürüzsüz yüzeyi, aslında arkasında devasa bir görünmez iş gücü barındırıyor. Düşünün: Yapay zekânın "öğrenmesi" için milyonlarca fotoğrafı etiketleyen insanlar var. Sizi rahatsız etmesin diye uygunsuz içerikleri temizleyen moderatörler, üç kuruş paraya saatlerce ekran başında en kötü görüntülere maruz kalıyor. Bir videonun izlenmesi için altyazı hazırlayanlardan tutun da uygulamalarda sorunsuz işleyen yazılımları test edenlere kadar, ekranın diğer tarafında gerçek insanlar var.

Ama bu insanların çoğu, düşük ücretler karşılığında, güvencesiz koşullarda çalışıyor. Filipinler'deki bir içerik moderatörü ya da Türkiye'deki bir veri etiketleyicisi, bizim konforumuz için saatlerce çalışıyor. Onlar sayesinde yapay zekâ "akıllanıyor," platformlar "pürüzsüz" çalışıyor, biz ise bu konforun tadını çıkarıyoruz. Ancak bu emeğin gerçek değeri hiçbir zaman görünmüyor.

Dijital dünyanın perde arkasında kimlerin olduğunu bilmek, teknolojinin insan emeği üzerindeki etkilerini sorgulamamız için ilk adım. Çünkü o "görünmez" eller olmadan, bizim konforlu dünyamız eksik kalırdı. Ama asıl mesele şu: Onların emeğini neden bu kadar görünmez kıldık?

KÖLELİK ÇAĞINDA BİR TIKLA İŞÇİ BULMA: MİKRO-İŞ PLATFORMLARI

Uluslararası teknoloji devleri, düşük ücretli ve güvencesiz işçileri bulmak için "mikro-iş platformları" adı verilen çevrimiçi ağları kullanıyor. Ancak bu işler, çoğunlukla sadece birkaç sent kazandırıyor ve çalışanlar herhangi bir sosyal hak ya da güvenceden yoksun bırakılıyor.

Şirketler, gelişmekte olan ülkelerdeki iş gücünü hedef alarak, ucuz emek havuzlarına kolay erişim sağlıyor. Kenya’da bir veri etiketleme işçisi ya da Hindistan’da bir içerik moderatörü, Batılı teknoloji devlerinin algoritmalarını "öğretmek" için saatlerce çalışırken, günlük kazançları bir kahve fiyatını bile bulamayabiliyor. İşçilerin yoksulluk ve işsizlik nedeniyle bu platformlara bağımlı hale gelmesi, bu düzenin sürmesine neden oluyor.

Bu sistem, emeğin değerini düşürüp görünmez kılarak, yapay zekâ teknolojisinin "mucizevi" doğasını aslında insan sömürüsü üzerine inşa ediyor. Yani, bu firmalar "dijital çağın modern köle tacirleri" gibi hareket ediyor; sadece zincirler görünmüyor.

DİJİTAL KÖLELİKTEN İNSAN ONURUNA: NE YAPMALI?

Bu sömürü düzenine karşı çıkmanın ilk adımı, görünmeyeni görünür kılmaktır. Platform çalışanları işçi olarak tanınmalı, sosyal hakları güvence altına alınmalı ve adil ücret politikaları uygulanmalıdır. Avrupa’da bu konuda umut verici adımlar atılmış olsa da Türkiye’de bu mücadele hâlâ çok başlarda. Ancak Moto Kurye Dayanışma Ağı gibi oluşumlar, bu mücadelenin kıvılcımlarını ateşliyor.

Ve biz tüketicilere de sorumluluk düşüyor. Sipariş verirken ya da bir uygulama kullanırken, o sistemin arkasında kimin emeğinin gizlendiğini sorgulamalıyız. Konforumuzun gerçek bedelini görmezden gelmeye devam edersek, bu düzeni değiştirmemiz mümkün değil.Eğer konforunuzu sorgulamıyorsanız, yalnızca sistemin bir dişlisi değil, sizi görünmez kılan bir algoritmanın esiri olmuşsunuz demektir. Peki ya bir gün siz de görünmeyenlerden biri olursanız?

“Ekranın diğer tarafında kim var?” sorusunu sormaya başlayarak, bu düzeni birlikte değiştiremesek de belki "ıslah" edebiliriz...