Temel yoldaşın hayatında bir gün
Bugünlerde aklımı ‘görünen’ ve ‘görünmeyen’le bozmuş olduğumdan, müzik sektöründe görünmeyen ve şarkısı okunmayanların hikâyelerinden bahsedeceğim. Bu ilki: Bir 'rodi'nin hikâyesi...
Müzik endüstrisinin ürünleri ve bunların canlı gösterilerle sunumları hakkında toplumun epeyce fikri var. Yani, çoğu kişi hayatında bir kere de olsa bir şarkı dinlemiş, bir konsere gitmiştir. Şarkı dinleme kararını otonom bir şekilde vermemişse dahi şarkı radyo ve televizyon vesilesiyle dinlettirilmiş, bizzat kalkıp bir konsere gitmese de bir yerlerde bir sahne üzerinde bir şeyler çalmakta olan bir müzisyen topluluğunun canlı icrasına denk gelmiştir hemen herkes. Ama o ürünlerin üretildiği, gösterilerin sergilendiği mutfaklarda bu işlerin nasıl döndüğünü, ruhunu, duygusunu, kokusunu pek az kişi bilir; hatta neredeyse mutfaktakilerden başka pek kimse bilmez. Kendi içerisinde zengin bir alt kültür barındırır halbuki o mutfaklar, diğer yaratıcı sektör mutfaklarında olduğu gibi. Derinlemesine bakınca, aslında hemen hemen her işin mutfağının karakteristik özelliklerini ortak noktalardan aldığını gözlemleyebilsek de, yaratıcı sektörlerin perde arkası neredeyse ürünlerinin anlattıkları kadar ilginç, cazip ve dopdoludur. Kimine önemsiz, sıradan gelebilecek o olgular kiminde de bağımlılık yapacak kadar zengin bir vahadır. Muhtemelen benzer düşüncelerden yola çıkarak yaratılan ve hatırı sayılır etkiye sahip birkaç dizi son yıllarda bu esrarengiz sirki büyük başarıyla sahneye taşısa da bunlar arasında müzik sektörüne içerden bakanlar sayıca fazla değildir. Entourage ve Call My Agent (ülkemizde de Menajerimi Ara adlı adaptasyonu ilgi görmüştür) gibi yapımlar oyunculuğun sahne arkasına odaklanırken, Spinal Tap, Roadies gibi işlerse müzik dünyasının mutfaklarını hicivli bir anlatımla toplumun önüne taşıyor. Hem uzun süredir paydaşı, hem de tutkunu olduğum bu dünyayı biraz olsun yansıtabilmek için müzik sektöründe belli rollerdeki hayal ürünü kişilerin “hayatında bir gün” serisi yazmayı düşündüm. Hayatın, ve özellikle bu sektörün içindeki dramı, yani işin duygu aralığı ve yoğunluğu fevkalâde geniş tabiatını karşılayabilmek için yer yer, veya belki sık sık, hikâyeleştirme ve mizahtan faydalanmaya çalışacağım. Ayrıca bugünlerde aklımı ‘görünen’ ve ‘görünmeyen’le bozmuş olduğumdan, görünmeyen ve şarkısı okunmayanların hikâyelerinden bahsetmeye devam edeceğim.
Bu serinin ilkini, mutfağın en ağır işçilerinden ‘roadie’lere (bizde ‘rodi’ olarak kullanılır) ayırmak istiyorum. Roadie kelimesi kökenini İngilizce ‘road’ (‘yol’) kelimesinden alıyor. Turnede olmak yolda olmak demek olduğundan, turnede olan sanatçıların yoldaşı olan bu kişilere de bu ad verilmiştir. Roadieler, sanatçı tarafında performans ve konser prodüksiyonunun temel taşı, mutfağın vazgeçilmez demirbaşı, çoğunlukla görünmez olsalar da gerçekten ortalıkta görünmeseler tüm operasyonun hâk ile yeksan olacağı önemde, çarkın temel dişlileridir. İşte bu dişlilerden biri, sahadaki 6 senelik tecrübesiyle ne çaylak ne amir olan Temel’in hayatında bir güne bakalım; o gün de bir iş günü, sektör tabiriyle “konser günü” olsun.
MÜZİK SEKTÖRÜNÜN GÖRÜNMEYENİ 'RODİ'NİN SIRADAN BİR GÜNÜ
Temel dün gece 1 bira içmek için arkadaşlarının yanına uğradığı Kadıköy barından 7 bira içip çıktığı için derin ve dağınık bir uykudadır ve rüyasında sahne arkasında elektro gitar tellerini değiştirmektedir. Elindeki yeni tel setinde 6 tel vardır ama gitarı eline aldığında gitarın 9 telli olduğunu görür. Bu işte bir terslik olduğunu, içinden nasıl çıkacağını düşünür ve uykusunda yüzünü ekşitirken saat 05:15’te telefonu çalar. Rüyasındaki acil işi yüzünden telefonu cevaplamaz ama art arda dördüncü aramada gözünü aralar: Minibüsçü aramaktadır. Yani, ‘backline’ (sahne üzeri teknik ekipman) aracının şoförü. Poflayarak cevaplar. Şoför ekipmanın yüklenmesi gereken depoyu tabii ki bulamamaktadır, navigasyon teknolojisine inanmadığı ve kullanmadığı için sözlü yol tarifi ister. O sırada Temel 05:00’te depoda olması gerektiğini fark eder, yataktan fırlar. Panik içerisinde hazırlanırken bir yandan da yeri tarif eder. 05:52 deponun önünde buluşurlar. Temel’e yardımcı olması için çağırdığı çaylak roadie adayı Yunus kapının önünde beklemektedir. 52 dakikalık gecikmeye rağmen önce sigara ve çaylar içilir, ardından yükleme başlar. Büyükçe bir rock grubu yola çıkıyordur. Yani yüklü miktarda sahne üzeri ekipmanı vardır ve detaya dikkat elzemdir. Onlarca parçadan oluşan ekipman araca yüklenir ve Konya’ya doğru yola çıkılır. Grup gece orada Dolarfest adlı festivalde çalacaktır, 22:30’da. Festival akışı nedeniyle ses provası falan yapılamayacağından ötürü mutludur Temel. Ses ve ışık teknisyeni, davulcu, bas gitarist, solist, prodüksiyon amiri, menajer arasında normalden daha az mekik dokumak zorunda kalacaktır bu sayede. Daha az talep, daha az şikâyet, daha az vıdı vıdı demektir bu. Bol uyumalı bir yolculuk sonunda öğleden sonra saatlerinde Konya’daki festival alanına varılır. Alana giriş yaparken birden aklına davulcunun yeni zili gelir. Geçen hafta yayımlanan yeni şarkının kaydında kullanılmıştır o zil ve özel üretim olduğundan ikamesi yoktur. Davulcu özellikle tembihlemiştir Temel’i, “aman o zili unutma” diye. Bir umut çaylak roadie Yunus’u arar ve o zili depodaki dolaptan çıkartıp araca yüklediğini teyit etmek ister. Tabii ki yüklememiştir Yunus, hatta haberi bile yoktur zilden. Daha alana varırken yıkılmıştır Temel. Çekine çekine birazdan uçağa binmek üzere olan davulcuya mesaj atar: “Abi yeni zili unuttum. Biliyorum kabul etmeyeceksin ama yine de sorayım dedim, Feridun Abi’nin davulcusunun setinde 1-inch ufağından var senin zili. Sizden iki önce çalıyorlar. Sorayım mı senin için?”. Birkaç dakika sonra mesaj görülür ama cevap gelmez. Zaten pek olmayan tadı tuzu iyice kaçmıştır Temel’in.
Araç sahne arkasına yanaşır ve ekipman indirme başlar. Menajer arar ve işleri nasıl gittiğini sorar. Harikadır her şey, değme gitsin! Zil olayından bahseder Temel. Menajer zaten şarkıda devamlı o zili duymaktan bıktığını söyler ve güler, telefonu kapatır. Şaşırtıcı ama bağırıp çağırmak yerine bu sefer gülüp geçmiştir menajer. Hadi bakalım, belki günün geri kalanı daha iyi geçecektir. Derken ana ses masasında ciddi bir sinyal problemi olduğunu, masanın 16 kanalının çalışmadığını ve sorunun çözülemediğini öğrenir, daha genel prodüksiyon ekibiyle merhabalaşmadan. Evvelki gece Malatya’da “yağmur yemiş”tir masa, çünkü taahhüt edilmiş olmasına rağmen koruyucu çadır tedarik edilmemiştir. Bu büyük bir problemdir çünkü yedek masa yoktur ve bu işi kotarabilecek en yakındaki masa Ankara’dadır. Yüklenip gelmesi en az 3,5 saat sürecektir ve günün ilk grubu sahneye çıkmıştır bile. Festivale dahil edildikleri için bile mutluluktan deliren ve gıkını çıkartamayan ilk grup bu sinyal probleminden ötürü 5 yerine 3 kişiyle sahneye çıkar. Keman ve tuşlu çalgılar iptaldir, dolayısıyla nerdeyse tüm şarkılar sadece trafik olarak doğru akar. Melodik hiçbir unsur doğru düzgün çalınamaz ve kuru ekmek gibi bir konser verirler. Ama önemli değil, Dolarfest’te çalmıştır grup, yol parasını dahi cepten vermiş olsalar da mutludurlar. Ne de olsa sahne üzerinden konser esnasında çıplak gözle sayabildikleri 27 kişi seyretmiştir onları. Uzatmayalım, ses masası sorunu bir şekilde çözülür ve Temel az da olsa nefes alır. Bu sırada grup Konya’ya varmış, otele giriş yapmak üzeredirler. Lobideki sabırsız bekleyişin odalarına çekilip konser saatini beklemeye başlarlar.
'EN ALTTAKİ TUĞLA' TAŞIR EN BÜYÜK YÜKÜ...
Burada belki Temel’in sigara molasına eşlik edip olan biteni kısaca değerlendirebiliriz. Temel sabahın köründen beri ayaktadır, biraz da akşamdan kalmadır hâlâ. Ekibin iş başına en az kazanan elemanı olmasına rağmen tüm yük onun omuzlarında gibi hissetmektedir. Öyledir de. Prodüksiyondaki en ufak aksaklığın hesabı, onunla uzaktan yakından ilgisi olmasa da, ondan sorulabilir. Bu hesabı o günün rüzgarına göre prodüksiyon amiri de sorabilir, menajer de, grubun yıldızı da. Yaptığı iş, bu müzik sektörü denen ipini koparan hokkabazın dalabildiği ve orada büyük paralar kazanabildiği bir bataklığın kıyısında olduğundan, herkesçe yapılabilecek basit bir iş olarak addedilir. Yük taşımaktan, birtakım aletler kaldırıp indirmekten ibaret bilinen bu iş, ameliyattaki bir cerrah hassasiyetinde parmaklar ve savaştaki bir general sağlamlığında sinirler gerektirir oysa. Kale gibi durmalıdırlar, yerine göre yarı-şeffaf tül gibi geçirgen veya yüzde yüz çelik kapı gibi mahfuz olmalıdırlar. Gün boyunca onlarca defa çalan telefonlarına, gelen yüzlerce mesaja arkalarında ayı bağırırken cevap vermeleri gerekir. Zorlu hava ve ülkemizde genelde çok yıpratıcı saha koşullarına göğüs gererek, çoğu zaman kimsenin cesaret edemeyeceği mahiyette işleri üstlenir, cansiperane bir yaklaşımla gösterinin kusursuz sunumuna çabalarlar. İşte tam da böyle bir günün gecesinde başlayan konserin, sahne üzeri performans anlarının hassasiyetlerine konsantre olmuş, şahin gibi keskin gözlerle nefes almadan sahnedeki müzisyenleri ve enstrümanları gözlerken birdenbire kulaklarına viskideki buz miktarıyla ilgili bir şey fısıldanabilir. Veya sahne önünde kendisine uygun promil miktarını kat be kat aşmış, defalarca uyarılmış olmasına rağmen ısrarla çantasını sahnenin üzerine koyan bir kendini bilmez, konser sonunda pena veya baget istediğini otuz sekizinci defa bağırıyor olabilir. Tam bunlar olurken birdenbire bas gitarın sinyali gider ve basçı sahnede pandomim yapmaya, aynı zamanda Temel’e kaş-göz yapmaya başlayabilir mesela. Böyle bir durumda, ağzında tuttuğu fenerle bas amfisinin üzerine sahnede yer kaplamamak ve seyirciye görünmemek için adeta sürünerek giderken o sinyalin gidişi bile kendisinden bilinebilir. Şarkının son nakaratının ortasında sinyal geri gelir ve pandomim biter. Ama olan olmuştur bir defa. Halbuki hafta boyu menajere bas amfisindeki elektrik sorunundan bahsetmiş ve bakıma göndermek istemiştir o amfiyi. Ama elbette menajerin “çok daha mühim” işleri olduğundan bir kulağından girip diğerinden çıkmıştır ve grubun büyük hit şarkısı, bekçi radyosunun mono hoparlöründen çalınır gibi geçmiştir seyirciye.
Ve son şarkıya gelinmiştir. Sahne önündeki “afet”i henüz konserin üçüncü şarkısı esnasında görüp gözüne kestirmiş, konser boyunca da defalarca göz göze gelmiş olan yıldızımız son şarkı öncesinde Temel’i yanına doğru çağırır ve çaktırmadan günün talihlisini işaret eder. İşaret ve görev alınmıştır. Konser sonrası kulis operasyonu için şimdi de bir nevi kolluk ve halkla ilişkiler görevi de Temel’dedir artık. Görev eksiksiz şekilde yerine getirilir, Mecnun Leyla ile buluşturulur. O an, Temel’in önündeki 2,5 saatlik süreç öncesi birazcık adrenalin içeren tek an olacaktır. Sahnedeki 38 parça ekipman tek tek sökülecek, muntazam şekilde toplanacak, kutulanacak, taşınacak, yüklenecek ve sağlıcakla yola çıkartılacaktır. Ya bir sonraki konser için Konya’nın altındaki Konyaaltı Açıkhava Tiyatrosu’na, ya da eve, İstanbul’daki depoya doğru.
HEP O MALUM FİNAL...
Yola çıkmadan eşyalarını toplamak ve hızlı bir duş almak için otele uğrayan Temel asansörde yıldızımızla karşılaşır. Yaklaşık 4 senedir bu grupla çalışmakta olmasına rağmen o güne kadar yıldızımızın kendisiyle iş haricinde en fazla 400 kelime konuştuğu Temel, gün boyunca iki buçuk paket sigara içmiş olsa da, kendisine yapılan terasta baş başa bir sigara içme teklifini elbette reddedemez. O beş dakikalık sigara molasında kendisiyle hiçbir grup üyesiyle veya yakın arkadaşla dahi paylaşılmamış, kapağı açılmamış büyük sırlar paylaşılan Temel, oradan oraya bir tilt topu gibi savrulduğu gecenin de sabrının da sonlarındadır. Sahne öncesinin, arkasının ve sonrasının bu görünmez kahramanı, kendisiyle paylaşılan bu büyük sırlardan ötürü son derece mütehassis bir huşu içerisinde duşun altına girmek üzereyken telefonu çalar. Arayan minibüsçüdür, cevaplar. Kendisinden 22 yaş büyük olmasına rağmen ona “abi” diye hitap eden şoför 14 saattir yemek yemediğini, açlıktan da bütün gün doğru dürüst uyuyamadığını, bu şekilde direksiyon sallamasının tehlikeli olacağını söyleyerek Temel’e vicdanî yük bindirdikten sonra sorar: “Abi, kulisteki o tavuk dürümlerden kaldı mı, sende var mı?”