Temiz ve güvenli okul: Çocukların yüksek yararını gözetmek
Okulların temizlik ve güvenlik sorunları bağlamında devlet, yurttaşlarına karşı sorumluluklarını devretmemeli, bu ülkenin çocuklarından “tasarruf” etmemeli, çocukların yüksek yararını gözetmelidir.
Birçok tartışma ile başlayan yeni öğretim yılının üzerinden neredeyse 1,5 ay geçti ve tartışılan konular tartışanların yankı odasını aşamadığı için herhangi bir kalıcı çözüm de geliştirilemedi. Cumhuriyet tarihinde eğitim hizmetlerinin sunumu ile ilgili yapısal ve ideolojik birçok tartışma yapılagelmiş olmasına rağmen ilk defa eğitim gündeminin sıklıkla değiştiğine tanık oluyoruz. Son bir yılda, öğretmenlik meslek kanunu, atanamayan öğretmenlerin durumu, ücretli öğretmen sorunu, oldubittiye getirilen eğitimde müfredat değişiklikleri (maarif modeli), okullarda çocuklara kısmi de olsa verilen okul yemeğinin kaldırılması, okulların temizlik ve güvenlik personeli sorunu, son istatistiklere göre okulu bırakan, eğitim dışında kalan öğrenci sayısındaki dramatik artış gibi eğitimle meşgul olan bizler için oldukça yorucu ve dikkat dağıtıcı bir gündem olarak hayatımızda.
Eğitime dair bu gündemlerin her biri ile ilgili çok boyutlu yazılar eğitimciler, eğitimi dert edinmiş araştırmacılar tarafından sıklıkla ele alınmakta ve eğitime dair tartışmalarda ufuk açıcı bakış açısı kazandırmaktadır. Ben de bu yazı ile özellikle eğitimde ortaya çıkan sorunların çocuk hakları bağlamında nasıl değerlendirilmesi gerektiğine odaklanacağım ve ortaya çıkan sorunların çocuğun yaşantısını nasıl etkilediğini elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Dolayısı ile bu yazıda özellikle okulların temizlik ve güvenlik sorununu çocuk hakları bağlamında değerlendirip açıklamaya çalışacağım.
Türkiye’nin de taraf olduğu, 1990 yılında imzaladığı ve 54 madde ile tavsiye niteliği taşıyan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, temel olarak çocuğun bütüncül (yüksek yararın gözetilmesi, yaşama, gelişme, ayrımcılığa maruz kalmama ve katılım vb) bir şekilde esenliğinin sağlanmasını garanti altına almaya çalışmaktadır. Bu sözleşmeye göre, 18 yaşın altındaki tüm bireyler çocuk olarak kabul edilmekte ve bu çocukların esenliklerinin garanti altına alınmasının taraf devletler tarafından gözetilmesi beklenmektedir. Özellikle çocuğun ilgilerinin, ihtiyaçlarının, yeteneklerinin gerektirdiği yönlendirmeyi yapabilmek, gelişimini desteklemek için ihtiyaç duyulan eğitim ortamlarının sağlanması beklenmektedir. Bu eğitim ortamlarını tüm çocuklar için erişilebilir kılmak için birçok ülkede kabul edildiği gibi ilköğretim kademesi zorunlu ve ücretsizdir. Çocuğun vazgeçilmez haklarından biri olan eğitim bağlamında değerlendirdiğimizde ilköğretimin zorunlu ve ücretsiz eğitim kapsamında tavsiye edilmesi tüm çocukların eğitime erişebilmesi anlamına da gelmektedir. Çocuklara karşı sorumluluklarını sözleşmenin tavsiyeleri doğrultusunda yerine getirmeye çalışan ülkelere baktığımızda eğitime ayrılan bütçeden, eğitimin sunulduğu okulların fiziksel donanımlarına, öğretmenlerin niteliğinden sınıf mevcutlarına, çocukların gelişimsel ve pedagojik ihtiyaçlarını karşılayan müfredattan düzenli okul yemeği hizmetlerine kadar birçok konuda çalışma yapıldığı görülebilmektedir. Eğitime ilişkin iyileştirme gerektiren alanlarda ise çocuğun yüksek yararının gözetilerek eğitimin tüm bileşenlerinin dahil olduğu çözüm süreçlerin işletildiği de bilinmektedir.
Türkiye’de, son yıllarda eğitime yoğunlaşan ideolojik ve yapısal müdahale ile çocuğun yüksek yararını gözeten sorumluluklar ya ihmal edilmekte ya da devredilmektedir. Örneğin yeteri kadar öğretmenin istihdam edilmediği, okulların fiziksel donanımlarının (laboratuvar, spor salonu, konferans salonu, okul bahçesi düzenlemesi, sınıfta kullanılan eğitim öğretim araçları vb) eğitimin-öğretimin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi için sağlanmadığı, sağlansa bile sorumluğun okul aile birlikleri üzerinden ailelere devredildiği, sınıf mevcutlarının eğitim-öğretimin asgari düzeyde bile olsa yürütülemeyecek düzeyde kalabalık olduğu sıklıkla karşılaştığımız, akut olmaktan çıkmış kronik sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Bu kronik sorunlara ek olarak ilerde kronikleşeceğini düşündüğüm okulların temizlik ve güvenlik sorunu ile ilk defa bu yıl karşı karşıya kaldık. Buna ilaveten okul yemeği ile ilgili düzensiz, seçim odaklı hizmetlerin popülist bir şekilde sunulması ise ayrı bir tartışma ve sorun olarak ortada durmaktadır. Tüm bunlar, okul ekolojisi içerisinde çocuğun esenliğini tehdit etmekle birlikte bu esenliğin kırılgan olmasına da neden olmaktadır.
9 Eylül 2024’te başlayan yeni öğretim yılında önce fısıltı ile sonrasında ise yüksek sesle okulların temizlik ve güvenlik sorunlarının olduğu bu konuda “tasarruf tedbirleri” kapsamında personel istihdam rejiminde değişikliğe gidildiği, ancak ve ancak çok düşük ücrete sadece üç günlüğüne temizlik personeli istihdam edilebileceği belirtildi. Güvenlik personelinin istihdamı ile ilgili ise herhangi bir açıklama duymadık ya da ben kaçırmışımdır. Tabii ki, bu istihdam beklenildiği gibi gerçekleşmediği gibi aynı zamanda açılmış olan okullar da kendi çözümlerini geliştirmeye çalıştılar. Bunlardan en hızlı gerçekleşen çözüm, ailelerin okulların temizliği için ellerini taşın altına koyarak okullara nöbetleşe temizlikçi tutmaları ya da okul aile birliğine bağış yaparak temizlik personeli istihdam etmeleridir. Bu sayede sınıf ve okul temizliğini yaptıklarına dair haberler okuduk. Bu haberler özellikle ilk haftalarda gündem olmasına rağmen, bugünlerde herkes kendi çözümünü uyguladığı için gündemden düşmüş görünüyor.
Araştırmalar, okul temizliği ve güvenliğinin çocukların sağlığı üzerinde olumlu etkisi olduğunu vurgulamaktadır. Bu anlamda sağlık, sadece fiziksel sağlığı değil, aynı zamanda psikolojik sağlığı da ifade etmektedir. Bu bağlamda asgari hijyen koşullarını sağlamış eğitim ortamları çocukların fiziksel sağlığını güvence altına aldığı gibi aynı zamanda psikolojik sağlığını da güvence altına almaktadır. Dolayısıyla, okul temizliğini basit bir sınıf temizliği ile değil, bir bütün olarak sağlıklı okul ekolojisi ile açıklamak gerekir. Sağlıklı okul ekolojisi, çocuğun okul ile ilişkisinde belirleyici olduğu gibi, çocuğun kendi yeteneklerini fark ettiği ve yeterliliklerini zenginleştirdiği bir ortamdır aynı zamanda. Bununla birlikte sağlıklı okul ekolojisinde; çocuk, okul ile ilişkisini geliştirirken öncelikle bunu aidiyet üzerinden inşa etmektedir. Aidiyet elbette önce çocukta güven duygusunu desteklemektedir. Bununla birlikte sadece çocuğun gelişimsel ve akademik yönünü değil, aynı zamanda yeni bir toplum ve kültürü inşa etmesini sağladığı gibi, bulunduğu kültüre de katkılar sağlamasına yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla hali hazırda okullarda yaşanan temizlik ve güvenlik sorununu basit bir okul güvenliği ve sınıf temizliğine indirgemek pedagoji biliminden bihaber olmanın ötesinde çocuğun yüksek yararını ihlal etmektir aynı zamanda. Çünkü çocuk haklarına dair sözleşmenin maddeleri incelendiğinde doğrudan ya da dolaylı olarak taraf ülkelerin çocukların sağlıklı ortamlarda büyümelerini, gelişmelerini ve eğitim almalarını taahhüt etmektedir. Türkiye bu sözleşmeye taraf olduğu için ve özellikle de çocuklara karşı görev ve sorumluluklarını “tasarruf tedbirleri” kapsamında erteleyemez, başka kurumlara ve kişilere devredemez. Bu konuda karar alıcı siyasi iktidarın çocuktan “tasarruf” yapmamasını ve eğitime yeterli bütçeyi ayırmasını istemek ve temiz ve güvenli okullar için ısrarcı olmak çocuk haklarını savunmaktan başka bir şey ifade etmediğini de belirtmekte fayda bulunmaktadır. Bu bağlamda okulların ideal eğitim ortamı olmasını talep etmenin yanında ayrıca temizliği ve güvenliği için talepkar olmak her ne kadar ironik olsa da bunun kronik ve alışılmış bir soruna dönüşmemesi için de çaba sarf etmenin çocuğun esenliği için önemli bir çıkış olduğunu belirtmek gerekir.
Yazıyı bitirmeden önce, yazının başında da belirttiğim üzere belki ilk defa eğitim, yoğun bir yapısal ve ideolojik tartışmaların ortasında yer almaktadır. Özellikle neoliberal sosa batırılmış muhafazakarlık ile iktidar tarafından yeniden dizayn edilmeye çalışılan eğitimde “tasarruf tedbirlerinin” uygulanması bir ülke için olsa olsa bir zorunluluktan öte ancak bilinçli bir tercihtir. Tam olarak bu tercihten dolayı okulların temizlik ve güvenlik ihtiyacının karşılanmaması ön görülmeyen nedenlerden değil bu hizmetlerden kaynaklanan mali yükün aynı zamanda sorumluluğun devredilmesi anlamına gelmektedir. Bu da kamu hizmetlerini sunmakla yükümlü devletin çocuklara karşı sorumluluklarını devretmesi anlamına gelmektedir. Okulların temizlik ve güvenlik sorunları bağlamında tekrar hatırlatmakta fayda vardır; devlet, yurttaşlarına karşı sorumluluklarını devretmemeli, bu ülkenin çocuklarından “tasarruf” etmemeli, çocukların yüksek yararını gözetmelidir.
*Prof. Dr. / İstanbul Kültür Üniversitesi