‘Tencere dibin kara’ siyasetinin yoldaşları: Türkiye ve Mısır
Türkiye-Mısır arasındaki ilişkilerin hızla düzeleceğini öngörebiliriz; zira nasıl ki iki ülke arasındaki ilişkiler kurumsal devlet yapılarının verdiği kararlardan ziyade, tek adam yönetimlerinin fevrî bir şekilde aldığı kararlara dayanıyorsa, düzelme kararı da yine aynı fevrilik ve hızla alınabilir.
Türkiye’nin Mısır muhalefetine ait TV kanallarından yayın politikalarını yumuşatma ve yaptıkları programlarda Sisi rejimine yönelik sert eleştirilerinden vazgeçmelerinin talep edilmesi bölgede ciddi yankı uyandırmışa benziyor. Söz konusu haber, Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin hızlıca 2013’ten öncesine döneceğini düşündürdü. Muhtemelen de öyle olacak, taraflar arasında karşılıklı görüşmelerde sürpriz bir engel çıkmadığı taktirde ilişkilerde hızlı bir iyileşme yaşanacak gibi görünüyor.
Ancak Ankara ile Kahire arasında yaşanacak bu iyileşmeyi, salt iki ülke arasındaki ilişkilerle sınırlı tutacak bir okuma bayağı bir eksik kalacaktır. Zira bu gelişmeler, temelde Ankara-Riyad-Abu Dabi ve belki de Manama dörtlüsü arasında yaşanacak müstakbel bir cilveleşmenin girizgâhı olarak tasarlanıyor. Çünkü Ankara, Körfez ülkeleriyle yaşadığı gerilimin bedelini son üç yıla damgasını vuran ekonomik kriz sürecinde fazlasıyla ödedi ve içerde her geçen gün daha fazla karşı karşıya kaldığı sıkışmayı, karşılıklı bir normalleşmenin ardından Körfez’den geleceğini düşündüğü petrodolarlarla aşacağını hayal ediyor. Körfez ülkeleri ise Ankara’ya bu tür bir “musalaha”nın ön koşulu olarak Kahire’yi ve onun başındaki ebedî şef “Sisi”yi gösteriyor.
Mısır ve Türkiye, aslında birbiriyle yüz göz olmaya pek gönüllü değiller, ah şu para babaları, çeşmenin ağzını tutmuş olan Riyad ve Abu Dabi’nin petrodolarları olmasa. Her iki ülkenin de yaşanan onca ekonomik krize rağmen aralarında öyle ya da böyle süren bir ekonomik alışveriş var, bunun dışında tarafların birbirlerinden öyle ahım şahım beklentileri de yok.
Doğu Akdeniz meselesi ise Türkiye için çok çok daha önemli. Bu konuda karşı tarafa daha fazla bağımlı olan taraf Ankara. Niye, çünkü Türkiye’yi yönetenler dost edinme konusunda son derece başarısız, düşman edinme konusunda oldukça mahirler de ondan. Doğu Akdeniz’de kendisine askerî yardım yapması karşılığında taviz kopardığı Trablus hükümeti dışında, buradaki sorunla ilgili Türkiye’nin tezlerine sempatiyle bakan tek bir ülke yok. Libya’daki son başkanlık ve parlamento seçimlerinden sonra o bile tartışmalı hale gelebilir. Ayrıca sadece Doğu Akdeniz kıyılarında değil, Atlantik'in her iki yakasında da hatta Baltık Denizi’nde bile bu tezlere sempatiyle bakan yok. Bunun Ankara’nın diplomasi alanında elde ettiği zaferler (!) silsilesine altın harfle yazılacağına hiç şüphe yok.
Taraflar arasındaki en önemli sorun, şu aşamada Türkiye’de bulunan Mısır muhalefetine ait TV kanalları. Her iki ülkede de medyanın durumu neredeyse aynı, medya iktidar aygıtı tarafından tamamen kuşatılmış durumda, muhalif mecralara nefes aldırılmıyor. Hatta Mısır’ın, tarihsel koşullar nedeniyle Türkiye’den biraz daha kötü durumda olduğunu söylemek mümkün. Bu durum tabii medyaya ve medyada program yapanların söylemlerine de yansıyor. Bir de işin Mısır tarafı var tabii; Sisi rejimi de kendisine yakın kanalların yayın politikalarına dikkat etmesini, Erdoğan ve AKP’ye saldırmaması talimatını vermiş. Mısır’da kanalların tamamının istihbaratın kontrolünde olduğunu, hatta program sunucularının bile bir kısmının Mısır istihbaratıyla bağlantılı olduğu biliniyor
Ayrıca basına yansıyan bilgilere göre, bu karşılıklılık meselesi sadece medyayla ilgili değil, muhaliflerin üst düzey yetkililerinin karşı tarafa teslimi meselesi de öyle. Görüldüğü kadarıyla ne Mısır FETÖ üyelerinin Türkiye’ye teslimine sıcak bakıyor, ne de Türkiye, Müslüman Kardeşler hareketinin önde gelen temsilcilerini Mısır’a teslim edebilir. Muhtemelen her iki ülke de kendi topraklarında bulunan muhaliflerin üçüncü bir ülkeye gitmelerini isteyecek.
Her iki ülkenin önceliği, muhaliflerin tesliminden ziyade, başta Doğu Akdeniz meselesi olmak üzere daha öncelikli başka konularda taviz koparabilmek. Elbette istihbarat makamlarının belirli hassas davalarda bilgi alma istekleri ya da çok önemli davalarda ülke dışına kaçmış kişiler bir istisna oluşturabilir. El Arabi el Cedid gazetesinin konuyla ilgili yaptığı habere göre Mısır’ın önceliği, 2019 ve 2020’de yurtdışındaki muhalif medyanın da etkisiyle patlak veren gösterilerin bir daha tekrarlanmamasını sağlamak. Bu da ülke içinde uydu üzerinden yakından takip edilen ve yüksek izlenme oranlarına sahip olduğu iddia edilen muhalif medya kanallarının zapturapt altına alınmasının sağlanması demek.
Başka bir neden de; zaten insan hakları ihlalleri konusunda tıpkı Türkiye gibi sicili bozuk olan Mısır’ın, muhaliflerin iade edilmesinin, uluslararası insan hakları kuruluşlarıyla netameli hale gelen ilişkisinin iyice baş ağrıtıcı bir sürece dönüşmesi olabilir. Sisi rejimi, iadeye gerek bile kalmadan, vatandaşlıktan çıkarma, ülke içindeki taşınmazlarına ve mallarına el koyma ya da aileyi tehdit üzerinden muhalifleri ülkeye getirtme, ailelerin sosyal sigorta vs. gibi herkesin yararlandığı birtakım haklardan yararlanılmasından mahrum etme gibi uzaktan cezalandırma yöntemleriyle muhalifleri hizaya getirme operasyonunu sürdürebileceğinin bilincinde. O yüzden muhalifleri geri isteme konusunda çok da fazla ısrar etmiyor.
Mısır-Türkiye ilişkileriyle ilgili Arabi 21 sitesinde bir makale kaleme alan Firas Ebu Hilal, yazısını, bilmeden dile getirdiği bir espriyle bitirmiş, Ebu Hilal özetle “Türkiye Mısırlı muhalif kanalları kapatamaz çünkü bu Türkiye kanunlarına aykırı” diyor. Garibim bilmiyor ki Türkiye’de bırak kanunları, anayasanın bile yüzüne bakan yok. Güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü gibi en temel hukuk ilkeleriyle insan haklarının durumu içler acısı, vah ki vah…
Bütün bunların dışında, yazının başında dile getirdiğim gibi Türkiye-Mısır arasındaki ilişkilerin hızla düzeleceğini öngörebiliriz, zira nasıl ki iki ülke arasındaki ilişkiler kurumsal devlet yapılarının verdiği kararlardan ziyade, tek adam yönetimlerinin fevrî bir şekilde aldığı kararlara dayanıyorsa, düzelme kararı da yine aynı fevrilik ve hızla alınabilir.
Balcaz’tan bir alıntıyla bitireyim yazıyı: "Türklerin (bunu Ortadoğulular olarak da okuyabiliriz) iyi bir huyu vardır, kellenizi nasıl kolayca keserlerse, öyle kolayca da ipinizi koyverirler, her şeye ilgisizdirler." Bu ilgisizliklerinden mi kaynaklanıyor yoksa otoriter yapılarının beraberinde getirdiği boşvermişlikten mi bilinmez ama durum böyleyken böyle sayın okuyucular…
İslam Özkan Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.
İran-Azerbaycan-İsrail üçgeninde kompleks ilişkiler 07 Ekim 2021
Ahmet Örs: Modern dönemde hayattan kopan eğitim verimsizleşti 02 Ekim 2021
ABD’nin Afganistan’daki fiyaskosunun sırrı 01 Ekim 2021
'Diyanetin sahaya sürülmesi, AK Parti'deki erimeyi durdurmaz' 25 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI