Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var
Tarihî yapıları, antik kentleri, müzeleri ve de mutfağıyla sadece Türkiye’den değil, dünyanın birçok yerinden turist çeken Antep için Evliya Çelebi, “Bu kenti anlatmaya ne dil ne de kalem yeter” demiş. Demiş demesine de ben haddimi aşıp dilim ve kalemim yettiğince bu baklava tadındaki şehri anlatmaya çalışacağım size.
“Hele hele hele hele Anteplim
Gel yanıma bir dadlım
Çiftetelli çalıyor kalkın da oynayalım”
Antep’i yazmaya karar verdiğimden beri beynimde bu türkü dolaşıp duruyor. Ne yapsam durduramıyorum. Bir sonraki yazacağım ile karar vermeye de korkuyorum. Bunun yerini hüzünlü bir şarkı alırsa ne yapacağım? “Antep’in Hamamları” türküsüyle en azından neşem yerine geliyor ve omuzlarımı hafiften istemsizce aşağı yukarı oynatarak eğleniyorum.
Gerçi daha büyük dertler var! Şimdi başlıkta ve girişte “Antep” yazdım diye yüzünü ekşitenleri de görür gibiyim. “Hababam Sınıfı” filminde Badi Ekrem “Ben bu yaz neredeydim?” diye sorduğunda Şaban bile tahminlerini sıralarken “Gazi” demeyi unutmuyordu ama eski ismiyle ortaya karışık bir şey söylüyordu: “Gaziayıntap!” Kimilerinin de “Entep” dediği bu şehrin “Gazi” unvanı nasıl ortaya çıkmış peki? Uzun uzun tarih dersi vermeyeyim. Osmanlı’nın son dönemlerinde Antep, Urfa ve Maraş Fransızların eline geçer. Ama halk buna razı değildir ve mücadele başlar. 21 Ocak 1920’de, on iki yaşındaki Kamil ile annesi İnönü Caddesi’nde bulunan askerî fırın önündeki yoldan geçtiği sırada orada bulunan iki sarhoş Fransız askeri, Kâmil’in annesine sarkıntılık etmeye çalışır. Mehmet Kâmil de annesini korumak için Fransızlara taşla saldırır. Bunun üzerine Fransız askerleri küçük Kamil’i süngüler. Şehirde geniş yankı bulan ve tarihe Şehit Kamil olayı olarak geçen bu olaydan bir süre sonra Antep, Fransızlardan tamamen kurtulacak, 1921’de “Gaziantep” olacaktır. Bu hikâye size bir yerden tanıdık geldi mi? Maraş yazımdaki şehrin “Kahraman” unvanı almasıyla ilgili hikâyeyle neredeyse bire bir aynı değil mi? Sadece isimler ve şehir farklı... Maraş yazısından sonra Bilal Güneş isimli okurumuz beni uyardı. Kahramanmaraş hikâyesinin tam bir “şehir efsanesi” olduğunu söyleyerek, Antep’e gazi unvanı verildiğinde, Maraşlıların gıcıklık olsun diye zaman zaman şehrin girişindeki kent tabelasındaki Gazi’nin sonundaki “i” harfini boyayarak kapattıklarını, Anteplilerin her seferinde yazıyı düzelttiklerini anlattı. 1973 yılında Maraşlılar da “Kahraman” unvanına kavuşunca bu “kıskançlık” sona ermiş (Urfa’ya “Şanlı" unvanı ise 1984’te verilecektir). Ama bu sefer de Antepliler, Maraş’ın siyaset gereği “Kahraman” yapılmasını protesto etmek için kent girişindeki tabeladan “Gazi” unvanını kendileri silmişler. İşte bu nedenle eski Antepliler, memleketleri sorulduğunda “Antepliyim” demeyi tercih edermiş.
Bu arada hiç dikkat ettiniz mi; Gaziantep’in plakası “g” harfine göre yani 27 ama Kahramanmaraş’ınki “Maraş” ismine göre 46 ve Şanlıurfa’nın plakası da “Urfa” ismine göre 63...
'ANLATMAYA NE DİL NE DE KALEM YETER'
Gaziantep, Anadolu medeniyetinin önemli beşiklerinden biri. Evliya Çelebi, boşuna “Bu kenti anlatmaya ne dil ne de kalem yeter.” dememiş ama ben hem dilim hem kalemim yettiğince size anlatmaya çalışacağım. Klasik bir söylemle başlayayım; tıpkı birçok il gibi Antep de “Güneydoğu’nun Paris’i” olarak anılıyor. Paris’le hangi ortak noktaları var bilemem ama Türkiye’nin altıncı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ise en büyük kenti olduğu su götürmez gerçek.
Akdeniz ile Güneydoğu Anadolu bölgelerinin birleşme noktasında yer alıyor. Komşuları; Şanlıurfa, Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Kilis ve Suriye... Gerçi Kilis şehir olunca Suriye sınırı kısaldı ama yine de sınırdan bu şehre “giriş” yapanların sayısı azımsanmayacak düzeyde.
Mülteciler Derneği’nin “Türkiye’deki Suriyeli Sayısı Şubat 2024” raporuna göre en çok Suriyeli barındıran şehir 530 bin 532 kişi ile İstanbul’ken ikinci şehir 428 bin 278 Suriyeli ile Gaziantep. Nüfus oranı olarak Suriyelilerin en yoğun olduğu şehrin ise Kilis olduğunu bu ille ilgili yazımda zaten söylemiştim. Oran olarak da ikinci şehir yine Gaziantep. 1927 yılında 214 bin 499 kişinin yaşadığı şehrin nüfusu geçen yetmiş yıl içinde tam yüzde 534 oranında artmış. Nasıl bir göç aldığını varın siz düşünün. Tabii gelenler gibi gidenler de olmuş. Mesela Antepli Ermeniler Birliği’ne göre 1914 senesinde 80 bin nüfuslu şehirde 30 bin Ermeni yaşıyormuş. Onlar gitmiş, yerlerine başkaları gelmiş.
'ATAM SUYUMUZ DA FISTIK GİBİ DEĞİL Mİ?'
Antep’in göç almaya devam etmesinin en büyük nedenlerinden biri elbette ekonomisi. Sanayi ve ticarette gelişmiş bir şehir olan Antep’te Türkiye’nin en büyük sanayi sitesi bulunuyor. Türkiye’nin sanayi ve ticaretinde beşinci sırada. Ticaret deyince yakın zamana kadar bu ticaretin büyük ölçüde sınır kaçakçılığına dayandığını eklemeden geçmeyeyim. İhracat oranlarına baktığımızda doğal olarak Antep fıstığı yüzde doksanla birinci sırada. Her şey gibi onun da kilosu o kadar pahalı ki insan sadece “Olsa da yesek.” diye iç geçirdiğiyle kalıyor. Olur da Antep’e gidip fıstık alamazsanız üzülmeyin. Onun yerine Fıstık Müzesi’ni gezerek fıstığa turistik yaklaşın. Fıstık Park içerisindeki fıstık şeklindeki müzede, Antep fıstığının üretim aşamaları çağdaş müzecilik teknikleriyle anlatılıyor, heykellerle gösteriliyor.
Size diyorum ama ben şu anda beynimi durduramıyorum ve gözümün önünden Antep fıstıklı tatlılar geçip duruyor. Durun size bir fıkra anlatayım:
Atatürk, bir gün Antep’e gitmiş. Önüne kebabından tatlısına kadar yemekler gelmeye başlamış ama hepsinin de içinde fıstık varmış. Atatürk de bıkmış fıstık yemekten. “Bana içinde fıstık olmayan bir şey getirin.” demiş. Gele gele su gelmiş. Ama Atatürk mutlu! “Oh be fıstıksız bir şey geldi sonunda.” demeye kalmadan adamın biri ne dese beğenirsiniz: “Atam suyumuz da fıstık gibi değil mi?”
'Bİ SANA HASTAYIM, Bİ DE BALCAN KEBABINA'
Bu şehir yazılarında yemek konularına girmeyi çok sevmiyorum ama Antep’te girmeyeyim de ne yapayım? İnsanların Antep seyahatlerinden önce diyet yapması, döndüğünde de tartılmaya korkması boşuna değil. Güne katmerle başlanır mı arkadaş?
Türkiye’nin ilk yerli fast food’larından birini, nohut dürümü bile keşfetmişler. Bu arada dürüm deyince lavaş gelmesin aklınıza Antepliler nohudu da kebabı da tırnak pideyle servis ediyor.
Antepliler için kebabın yeri çok özel. Yeri geliyor sevgiliye sürpriz yapmak için kullanıyorlar yeri geliyor aşklarını kebapla mukayese ediyorlar. Nasıl mı? Bakın Antep sokaklarında bir duvar yazısı: “Bi sana hastayım, bi de Balcan kebabına.” Daha bunun üstüne söz söylenmez değil mi?
HAVA SICAK MI SICAK
Enteresandır Antep’te Fırat Nehri, nehrin kolları ve çok sayıda pınar bulunmasına rağmen hiç ama hiç doğal göl yok. Bu yüzden şehrin birçok yerine yapay göller ve barajlar yapılmış. Doğal orman da çok az. Yapay kızılçam ormanları var ve meşe ormanları da koruma altında. Ama tarım konusunda bereketli topraklar... Yazları da epey sıcak hani. Sıcaklarla pek aranız yoksa seyahatinizi planlarken mevsimi ona göre seçmeye dikkat edin. Ha bir de gastronomi amaçlı gidecekseniz bayramlarda gitmemeye özen gösterin zira açık dükkân bulmakta zorlanabilirsiniz.
Gerçi karşınızdakini anlamakta da zorlanabilirsiniz. Her ne kadar eskiye göre İstanbul ağzı daha hâkim olmaya başlasa da Anteplilerin kendilerine özgü kelimeleri var. Mesela “başire” pazarlık demek. Özellikle yaşlılar, “r” ve “y” harflerini, “-iyor” eki ile bazı şahıs eklerini pek kullanmıyorlar; “h” ve “k” başta olmak üzere bazı harfler de değişime uğruyor. Mesela kalın “galın”, baklava “paklava”, bugün “bööğn”, bahçe “bahça”, ufak “uvak” gibi...
ZAMANDA YOLCULUK GİBİ
El sanatları hâlen yaşatılmaya çalışılıyor, özellikle de bakırcılık. Zaten gittiğinizde Bakırcılar Çarşısı’na, Zincirli Bedesten’e uğramamazlık etmeyin. Ahşap kaplamalı dükkânlar, taş döşenmiş sokaklar sizde başka bir zamana yolculuk yapmış hissiyatı uyandırabilir. Ha bir de Tarihî Tahmis Kahvesi’nde kahvenizi için. Genel kültür olsun diye söylüyorum; tahmis, “kahvenin dövüldüğü yer” anlamına geliyormuş.
Dünyada benzeri bulunmayan ve su mimarisinin eşsiz örnekleri olan Antep Kastelleri de oldukça enteresan yapılar. Günümüze kadar gelenleri şöyle: Şeyh Fethullah Kasteli, İhsan Bey Kasteli, Pişirici Kasteli, İmam-ı Gazali Kasteli, Ahmet Çelebi Kasteli, Kozluca Kasteli.
Hele bir de hanları yok mu? Zamanında ticari amaçlı kervanların, seyahat hâlinde yolcuların, geceyi rahat ve emniyet içerisinde geçirebilmeleri için inşa edilmiş hanların sayısı eskiden otuz birmiş. Bunlardan bir kısmı yıkılmış, bir kısmı ise mimari yönden değişikliğe uğrayarak yok olmuş. Ama hâlen ayakta olanlar da var: Şire Hanı, Bayazhan, Gümrük Hanı, Pürsefa Hanı, Tuz Hanı, Hışva Han (Lala Mustafa Paşa Hanı) Mecidiye Hanı, Emir Ali Hanı, Anadolu Hanı, Kürkçü Hanı, Elbeyli Hanı, Yeni Yüzükçü Hanı, Tütün Hanı, Hacı Ömer Hanı, Büdeyri Hanı, Millet Hanı ve Yeni Han. Dilediğinizi gidin gezin.
Sokaklarda kaybolmayı seviyorsanız yüksek duvarlar arkasında, dış mekânlardan mümkün olduğunca soyutlanmış, avluya dönük, genelde iki katlı tarihî Antep evlerinin bulunduğu Bey Mahallesi’ne doğru gidin. Bütçeniz el veriyorsa sonradan otel hâline getirilmiş eski bir konakta kalmak da keyifli olacaktır. Bu arada “Atatürk Evi”, “Oyun ve Oyuncak Müzesi”, “Hasan Süzer Etnografya Müzesi” ve “Ali İhsan Göğüş Müzesi” de bu mahallede.
TARİHÎ MEKÂNLARDA DEPREMİN ETKİSİ
Biliyorsunuz Maraş merkezli depremden Antep de etkilendi. Çok sayıda tarihî eser ya büyük hasar gördü ya da tamamen yıkıldı. Gaziantep Kalesi ile Şirvani, Kurtuluş, Ömeriye, Karagöz ve Eyüboğlu camilerinde; müze, han, hamam, geleneksel konut ve kastel gibi tarihî mekânlarda hasar oluştu. Nurdağı ilçesinde yüksek bir tepede yer alan Hz. Ukkaşe Türbesi’nde riskli görüldüğü için yeniden inşa edilen cami de tamamen yıkıldı. Bu arada kullanıma kapatılan Kurtuluş Camii’nin güvenlik kameraları, ses sistemleri gibi birçok elektronik cihazının çalınmasına ne demeli?
Neyse ki depremlerden etkilenen tarihî mirasın yüzde 99’u restorasyonun ardından tekrar ziyarete açıldı. Gaziantep Kalesi ve yirmiye yakın camide restorasyon sürüyor. Hâlbuki Gaziantep Kalesi, yıllara meydan okuyup Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden biriydi. Yıllara dayandı ama depreme dayanamadı maalesef. Neyse umarım kendi dokusuna özgü bir restorasyon geçirir de yine bir “Sünger Bob” vakası olmaz. Gerçi tamamen de yıkılmadı kale; uzaktan görebilirsiniz. Ama oldu da yakınına giderseniz de Saklı Konak’taki koleksiyoner Ali Atalar’ın başta Antep ve çevresi olmak üzere Türkiye’nin tüm bölgelerinden topladığı yüzlerce bakır eseri görmek teselli olabilir.
Ama Antep’in asıl heybetli kalesi, Rumkale... Fırat Nehri ile Merzimen Çayı’nın birleştiği, yüksek kayalarla örtülü bir tepe üzerinde konumlanan kaleyi izlemek bile müthiş bir duygu. Kaleye gitmek isterseniz de Yavuzeli ilçesine yirmi beş kilometre uzaklıktaki Kasaba köyünden veya Urfa’nın Halfeti ilçesinden tekneye binmek zorundasınız. Kalede bugün görülebilen yapılar arasında Aziz Nerses Kilisesi, Barşavma Manastırı, çok sayıda yapı kalıntısı, su sarnıçları, kuyu ve hendek yer alıyor.
MOZAİKLER DİYARI ZEUGMA
Ben bunları anlatıp duruyorum ama Antep’e gidenlerin yemeklerinden sonra en çok ilgi gösterdikleri Zeugma Antik Kenti oluyor şüphesiz. Özellikle Roma döneminde, sanat alanında çok ilerleyen Zeugma’daki kazılarda gün ışığına çıkarılan mozaikler, kentin tam anlamıyla mozaik kenti olduğunu ortaya koyuyor. Zeugma kazıları sırasında ulaşılan ve bu alanda bir “dünya rekoru”nu Antep’e kazandıran bullalar (mühür baskı) da Belkıs/Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında.
Diyelim Zeugma, Dülük, Karkamış Antik kentlerini ve Tilmen Höyük’ü gezdiniz sonraki adresiniz Zeugma Mozaik Müzesi ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi olmalı. Zira bu antik kentlerden çıkarılan eserler, bu müzelerde sergileniyor (Tabii Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde olanlar da var). 13 Nisan 2024’te 5 bin 660 kişiyi ağırlayarak, günlük ziyaretçi rekorunu kıran Zeugma Mozaik Müzesi, dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alıyor. 2000 yıllık mozaiklerin yıllar içinde define avcılarının talanıyla eksilen parçaları, lazer sistemiyle görüntü olarak tamamlanıyor. Dünyaca ünlü “Çingene Kızı” mozaiği de burada sergileniyor. Savaş Tanrısı Ares’in bronz heykeli de mozaikler dışında ziyaretçilerin müzede en fazla ilgisini çeken eserler arasında yer alıyor.
Zeugma’dan çıkarılan mozaiklerin bir bölümünün bulunduğu Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ndeki nesli tükenmiş Maraş Fili’nin eldeki iskeletleri de oldukça ilginç.
Antep’te müze bol. Şahinbey Milli Mücadele Müzesi, Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi, Gaziantep Kültür Tarihi Müzesi, Yesemek Açık Hava Müzesi, Gaziantep Hamam Müzesi, İslam Bilim Tarihi Müzesi, Gorgo Medusa Cam Eserler Müzesi, Gaziantep Mevlevihanesi Vakıf Müzesi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi, 15 Temmuz Demokrasi Müzesi, Gaziantep Savaş Müzesi, Gaziantep Zooloji ve Doğa Müzesi’nden hangisi size hitap ediyorsa tercihinizi ona göre yapın. Aziz Bedros Kilisesi de Ömer Ersoy Kültür Merkezi adı altında bir müzeye dönüştürülmüş. Kendirli Kilisesi, Kendirli Gazi Kültür Merkezi; Havra (Sinagog) da Gaziantep Üniversitesine bağlı Kültür Merkezi olarak hizmet veriyor.
Bu arada ben hayvanat bahçelerini sevmem ama Türkiye’nin en büyük hayvanat bahçesinin de Antep’te olduğunu ekleyeyim ve satırlarımı şairini bilmediğim bir Antep “şiir”iyle bitireyim:
“Etler kebaba
Kebaplar kübbana
Kübbanlar dürüme
Dönmeli gavaklıkta
Mangalın başında
Sumaklı sovanla
Üç şiş tike bir gıyma
Umrumda mı dünya”
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024
Burası Adıyaman, âlem düşman kesilir seni sevdiğim zaman 13 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI