Teori bir ironi okuludur
Antoine Compagnon’un 'Metis Yayınları'ndan çıkan 'Teorinin Cini' kitabındaki çıkış noktası teori ve sağduyu ekseninde teori meselesini irdelemektir “çünkü hakikat ikisinin arasında bir yerdedir.”
Antoine Compagnon’un 'Teorinin Cini-Edebiyat ve Sağduyu', Savaş Kılıç çevirisiyle Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Hakikatin teori ve sağduyu arasında bir yerde konumlandığından yola çıkan kitap, şüpheci ve ussal bir yaklaşımla teoriye sınır çekerken okuru her zaman uyanık tutmayı amaçlıyor.
Hafızam beni yanıltmıyorsa bir konferansta Enver Ercan’dan şöyle bir anekdot dinlemiştim: Bir gün, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kapısı çalar. Gelen, yoksul komşularıdır: Bir anne ve çocuğu. “Öğretmen sizin şiirinizi ödev verdi” diyerek şairin yardımını isterler. Şair buna gönülsüz olsa da yalvaran anne-oğulun ısrarına dayanamaz ve yardımı kabul eder. Aradan zaman geçer, şairin kapısı yıkılacakmış gibi çalmaya başlar. Gelen annedir, “Nasıl insansınız siz, oğlum sizin yüzünüzden sıfır aldı!” Çocuk sıfır almıştır çünkü öğretmenin sorduğu soru “Şair burada ne demek istemiş?” sorusudur. Cevap ise şairin değil öğretmenin kafasında belirlediği cevaptır. Kısaca burada bir ikiyüzlülük vardır. Şairin niyeti öğretmen tarafından temellük edilmiştir. Bu bir sağduyu meseledir, tıpkı teoride olduğu gibi. Nitekim Antoine Compagnon’un çıkış noktası da teori ve sağduyu ekseninde teori meselesini irdelemektir “çünkü hakikat her zaman ikisinin arasında bir yerdedir.” Ancak dikkat buyurun, “Şair burada ne demek istemiş?” sorusu alelade bir soru değildir. Bu soruyu çokça duymuşsunuzdur ki büyükbabanıza yahut büyükannenize sorsanız, onların da aynı soruyu duyduğunu teyit edebilirsiniz. Üstelik sadece Türkiye yurttaşlarına özgü bir durum değildir bu:
“Edebiyat teorisinin bu sancılı soruları bir daha dönmemek üzere silip attığı sanılmış olabilir. Ama cevaplar geçip gitse de sorular kalır. Sorular hep aşağı yukarı aynıdır. İçlerinden bir-ikisi vardır ki kuşaklar geçtikçe geri gelmeye devam eder. Teoriden önce, edebiyat tarihinden de önce soruluyordu bu sorular, teoriden sonra da neredeyse birebir aynı şekilde soruluyorlar.”
Nedeni, bu soruların muhtemelen doğal ya da mantıklı olduğu düşünülen yanıtlara sahip olmasıdır çünkü teori, tıpkı kendisi gibi mantığı da kurumsallaştırmıştır. Belli kuramlar, belli mantıki çıkarımları kapsar. Kısaca kuramlar reçetelere dönüşmüştür. Benzer teknikler üzerinden benzer sonuçlara ulaştırır eleştirmeni. Öte yandan eleştirmen-tarihçi arasında da ince bir çizgi vardır; eleştiri metinden, tarih ise bağlamdan hareket eder. Nitekim bir eleştirinin önermeleri “metne en küçük bir bağlam kazandırdığı” zaman edebiyat teorisine mi yoksa edebiyat tarihine mi dahil edilmelidir? Zira teori metni değerlendirmek, tarih ise açıklamak içindir. Bu bağlamda betimsel olan eleştiriler ne derece teoriktir? Üstelik edebiyat teorisi ile yazınsal kuram (çevirmen nüansa dair not düşmüş burada) kavramları da edebiyatla filolojiyi, edebiyatla analizi karşı karşıya bıraktığı için net bir ayrım içermez. Hem ikisi de edebiyatın açıklamaya ihtiyacı olduğu ön kabulünden yola çıkar. Üstelik edebiyatın teorisi ve pratiği arasında çoğu zaman ideolojiyle karşılaşırız! Böylelikle teorik başvuru polemikçidir. Başkasının önermesini yanlışlar, bir başkası da onunkini: Rakip olmadan ilerleyemez, kısırdır. Münferit eserlerin ardındaki değişmezleri bulmaya çalışarak evrenseli yakalamayı amaçlamak ve dahi bunu gramerlerle formüle etmeye çalışmak ilerleme midir? İşte burada Platon ve Aristoteles’in gayretlerinden fazlasını göremeyiz zira “günümüzdeki anlamıyla edebiyat teorisi retorik ve poetikaya sahip çıkıyor” olmakla birlikte modern edebiyat teorisi de betimleyici bir mahiyette meydana çıkar. Buradan daha çetin bir soruya atlamak gerekirse, edebiyat eleştirmenlerinin “unvanını hak etmeyen birer izlenimciden ibaret olduklarını” söylesek yanlış olur mu? Başka bir deyişle farklı kuramlardan hareket eden iki kişi “aynı normları benimsemiyorlarsa” edebi düzlemde diyalog kuramazlar…
İşte bu sorunsalları irdeleyen Compagnon; teorinin, eleştiriyi eleştiren bir üst-eleştiri olduğunu ve sorulan soruların arazını gün ışığına çıkartmasından dolayı da göreci olduğunu belirtir. Varılan sonuç ise teorisyen sayısı kadar teori olduğudur. Çoğu zaman teori güven veren bir unsur olarak karşımıza çıkar. Teoriden âzâde bir eleştiriye ne denli güvenilebilir? Teorinin yokluğu okuru tedirgin eder. Hiçbir teoriye yer vermediğini vurgulayan Compagnon ise yöntem olarak edebiyat teorisinden genel kavramları yani “ilkeler, ölçütler üstüne düşünme çabasını”, yazınsal kuramdan ise “edebiyattaki sağduyunun eleştirisini ve biçimciliğe başvuruyu” alır. Böylece kışkırtıcı sorular arasında gezinerek işleri zorlaştırmak ister:
“Dolayısıyla niyetim hiçbir şekilde işleri kolaylaştırmak değil, aksine tetikte tutmak, kuşkulu ya da kuşkucu hale getirmek, kısacası eleştirel ya da ironik hale getirmek. Teori bir ironi okuludur.”
Başlığı Baudelaire’in kendi eylemci Ciniyle, Sokrates’in yasakçı Cini arasındaki karşıtlığa atıf yapan kitap, edebiyat kavramının var olması için gerekli olan beş öğe (yazar, kitap, okur, dil, gönderge) ile niyet ifadesinin kapsamından yola çıkararak şu yedi başlığı içerir: Edebiyat, Yazar, Dünya, Okur, Üslup, Tarih, Değer, Sonuç: Teorik Serüven. Ancak böyle kapsamlı bir kitap olmasına rağmen üstte belirtilen tuzaklara düşmüş müdür? Şüphesiz düşmüştür ki bunu Compagnon da kabul eder. Ancak amacının bahsettiklerinden azade bir metinden ziyade okurun zihnini açık tutmak ve onu uyandırmak olduğunu vurgular.
Ek olarak, kitabın orijinal dilinde ilk defa 1998 yılında yayımlandığını ve Türkçeye yeni kazandırıldığını belirtmeli. Kısaca yazarın kurcaladığı sorunların bir kısmı güncelliğini yitirmiş olsa da çoğu “Şair burada ne demek istemiş?” sorusu gibi karşımızda kanlı canlı dikilmekte. Ancak Türkiye okuru bu yüzlerce engelle beraber daha çetin olanlarıyla da uğraşmakta. Mesela, teoriye dair eserlerin seneler sonra çevrilmesi sorunu. Üstelik farklı farklı yayınevlerinden. Bazen de aynı yayınevinden farklı çevirmenlerin elinden çıkmış metinler görüyoruz. Kısacası terminoloji sorununu aşmak için teoriye dair kitapları karşılaştırarak “niyetleri alımlamak” zorunda kalıyoruz. Üstelik çevirilerin seyri doğrultusunda teorik müktesebatı anakronik olarak takip etmek icap ediyor. Görüldüğü üzere sorunlar da sorunsallar da bitmiyor; katre derya içinde derya katre içinde, misali. İşte tam da bu karmaşık gidişatın kitabı 'Teorinin Cini'. Amacı edebiyatı mitlerden temizleyerek en arı haliyle sunmak değil; aksine teorinin bu teskin eden, güven veren, iyimser yapısını kırarak okurun her daim uyanık kalmasını sağlamak. Bu temel amaç ile de teoriye ve edebiyata dair teolojik oluşumu yıkmayı hedefliyor; azizleri, imanları, müritleri, havarileri… Bütün bunların sonucu olarak ise bir okur olarak farkına vardığımız yahut yeni(den) idrak ettiğimiz en vurucu husus ise edebiyatın sınırsız, teorinin sınırlı olduğu hakikati olsa gerek:
“Edebi değer teorik olarak temellendirilemez: Bu da edebiyatın değil teorinin sınırlarından biridir.”