'Terzi Fikri' nasıl hâlâ yaşayabiliyor?

Fatsa’da güvenlik problemi olmamasına rağmen darbenin provası sayılabilecek büyük bir operasyon hazırlandı. Vali Reşat Akkaya’nın ilk açıklaması, “Fatsa’yı vatan topraklarına katmaya geldim” olmuştu.

Google Haberlere Abone ol

Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa'ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa'nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını
Can Yücel

12 Eylül yaklaşırken yıllardır yükselen Türkiye sosyalist hareketi adına -her ne kadar varoşlarda yoksulların konut sorununu çözen işgaller, fabrikalarda sendikaların, hak taleplerinde kitle örgütlerinin etkinliği gibi olumlu örnekler çoksa da- sokağın, yoksulların bazı temel sorunlarının onlarla birlikte alternatif yönetim modelleri ile çözüldüğü örnekler fazla değildi. Tabii burada asıl sorun, böylesi örneklerin ortaya çıkma ihtimalinde bile devletin 'tehlike'yi hissederek hemen boğmaya çalışmasıydı.
Tayyip Erdoğan’ın hafta sonu yaptığı konuşmada Fatsa'nın sosyalist belediye başkanı Fikri Sönmez’i ölümünden otuz yıl sonra hatırlatması üzerine düşünmek gerekiyor. Fındık fiyatını açıkladığı Ordu’da Erdoğan şu sözleri söylemişti: "Bu Ordu, terörün nemenem şey olduğunu iyi bilir. Ordu, Terzi Fikri’yi de iyi bilir, onların bedelini benim Ordum çok ödedi."

KARADENİZ’DE FINDIK ÜRETİCİSİ RAHATSIZ

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan fındık fiyatını açıkladığı konuşmasında neden Terzi Fikri’ye böylesi olumsuz bir atıf yaptı? Kabul etmek gerekiyor ki toplumsal tepkilerin alabileceği yönü Erdoğan hâlâ iyi tahlil ediyor. Konuşmasını yapmasından bir hafta önce Sol Parti, Fatsa’da bir fındık mitingi yapmıştı. Erdoğan’ın oy deposu olarak gördüğü Karadeniz’de kendi memleketi Rize dahil bir değişimin yaşanmakta olduğuna ilişkin gözlemler de var. Unutmamak gerekiyor ki 12 Eylül öncesinde bu bölgelerde solun önemli bir etkisi vardı. Sol bu bölgelerde Fındık üreticisi köylüleri örgütleyerek yükselmişti.
"Fatsa deneyimi", 14 Ekim 1979 ile Temmuz 1980 arasında sadece dokuz ay süren sosyalist bir belediye çalışmasıdır. Peki aradan geçen otuz beş yıla rağmen neden hâlâ Fatsa ve Terzi Fikri konuşulmaya devam ediyor? Fatsa, 12 Eylül darbesinin ardından dönemin cuntasının lideri Kenan Evren tarafından da çokça dile getirilmişti. Şöyle diyordu darbenin muktedir generali: “Orada Terzi Fikri diye biri çıkmış ‘Devlet benim’ diyor. Komite kurmuş, Fatsa'yı o komite yönetiyor. Ne yapılıp, yapılmayacağının kararını halk veriyor. Veya halk adına o komite. Yani kararı devlet vermiyor. Devlet otoritesi sıfır. Devletin kanunları Fatsa'da işlemiyor.”

'FATSA DENEYİMİ' NEYDİ?

"Devletin kanunlarının işlememesi" elbette görece bir kavramdı. Söz konusu olan devletin klasik işleyişini beklemeyen bir yerel yönetim deneyimiydi aslında… Elbette burada sadece bir belediyecilik deneyimi yaşanmadı. Devrimci Yol (Dev Yol) gibi dönemin güçlü bir sol örgütünün desteğinin önemine de vurgu yapmak gerekiyor.  Fatsa gibi bir küçük ilçede de sistemin yerel uzantıları bu girişimi baştan engellemeyi başarır ya da işlemez hale getirebilirdi.
Fatsa'da 1979 yılında yapılan ara seçimlerde, Dev Yol’un desteklediği ve mesleğinden dolayı 'Terzi Fikri' olarak tanınan Fikri Sönmez, bağımsız aday olarak 3096 aldı. CHP adayı Zeki Muslu 1133, Adalet Partisi adayı Rıza Özmaden 859 oy almıştı. Kısa sürecek Fatsa deneyimi bu seçimin kazanılması ile başladı.
Ancak burada şunun altını çizmek gerekiyor. Bu başarı bölgede yıllardır süren devrimci çalışmanın bir sonucuydu. Ve elbette Fikri Sönmez’in kişisel tarihinin de... Bölgenin temel geçim kaynağı olan fındık aynı zamanda büyük tüccarların köylünün emeğine el koymasının aracıydı. Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması ile birlikte 1960’lardan sonra fındık fiyatının belirlenmesine yönelik çok sayıda miting gerçekleştirilmişti. 1938 doğumlu, geçimini terzilik yaparak sağlayan Fikri Sönmez, bu mitinglerin etkili konuşmacılarından biriydi. Sönmez 12 Mart darbesinin ardından 1972 yılında tutuklanmış, yirmi ay hapis yattıktan sonra serbest bırakılmıştı. Yine 1978-79 yıllarında Ordu ve Giresun’da yapılan 8 “Fındıkta Sömürüye Son” mitinginin konuşmacısı ve örgütleyicisiydi.

SİLAHLI SALDIRILARIN ORTASINDA BELEDİYECİLİK

Ancak 1979 yılı kanlı bir yıldı. Türkiye’nin birçok yerinde özellikle taşrada sol-sosyalist örgütlerin taraftarlarına, öne çıkan liderlere, hatta Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticilerine yönelik ciddi silahlı saldırılar oluyordu. Fikri Sönmez’in bağımsız aday olduğu seçimler öncesinde ona karşı da bir suikast girişimi yaşandı. Eylül 1979'daki bu saldırıdan bacağından vurularak sağ kurtulmayı başardı.
Seçimler kazanıldığında ise kısa sürecek Fatsa deneyiminin ilk adımları hemen atıldı. O yıllarda yalnızca Karadeniz’de değil, Türkiye’nin bütün kırsal kesimlerinde en önemli sorun “yol ve alt yapı” sorunuydu. Köylerin ilçeler ile bağlantısı, ‘yol’ denilemeyecek çamurlu patikalar ile sağlanıyordu. İlçe içindeki mahalle araları ise en ufak yağmurda çamur deryasına dönüşüyordu. Üstelik mazotun, yağın karaborsaya düştüğü, stokçuluğun yaygınlaştığı yıllardı.
Fatsa, nüfus yoğunluğu ve sorunlar açısından bir değerlendirmeye tabi tutularak on bir bölgeye ayrıldı. Bu bölgelerde gizli oy açık sayım esasına göre seçimler yapılarak 11 komite kuruldu.

KARABORSA YASAKLANDI, YOLLAR YAPILDI

Bu komitelerin aktardığı sorunların çözümü için çalışılmaya başlandı. Bölgede karaborsa ve stokçuluk yapan depolar basılıp malların gerçek fiyattan ödemesi yapılıp dağıtımı sağlandı. Ama en önemlisi bataklığa dönen yollar, “Çamura Son Kampanyası” ile halkın katılımı da sağlanarak yapıldı. Yolların yapılması ile birlikte ilçenin bir diğer önemli sorunu olan sivrisinek konusu da halledilmiş oldu. Elbette işlerin kısa sürede bürokrasiye takılmadan yapılmasının en önemli nedeni bu konuda gösterilen iradeydi. Daha önce müteahhitlerin elinde yıllara yayılıp bitirilemeyen belediye işleri kolektif bir irade ile kısa sürede halledilebilmişti. En önemlisi ülkenin başka yerlerinde devam eden silahlı saldırılar kısa sürede durduruldu. Şehre giriş çıkışlar bu komitelerin denetimindeydi. Bir süre sonra aile içi anlaşmazlıklardan, kan davalarına, eşlerinden şiddet gören kadınlara kadar bir çok sorun için de halk mahkemeler yerine bu komitelere gelmeye başladı.
Bu durum dönemin hükümetinin ve sıkıyönetimle yönetilen ülkenin askeri bürokrasisinin dikkatini çekti. Aynı dönemde Çorum’da şehrin Alevi ve solcu mahallelerine yönelik provokasyon, kurulan barikatlar ve direniş ile durdurulmuştu.
Çorum olayları tartışılırken dönemin başbakanı Süleyman Demirel “asıl tehlikeye” işaret etti: “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın.”
Çünkü düzen, Fatsa’da ‘hep korktukları’ adil yaşamın bir küçük örneğini görmüştü. Ülkenin büyük kısmında yağ, benzin, tüpgaz kuyrukları ve çatışmalar varken ilçenin muhafazakar partilerinin bile rahatsız olmadığı bir deneyimin yayılma ‘tehlikesi’ ortaya çıkmıştı. Fatsa'ya yönelik açıklamalar bir askeri operasyonun hazırlıklarının ayak izlerini gösterirken CHP, Adalet Partisi ve Milli Selamet Partisi ilçe başkanları şu açıklamayı yapmışlardı: “Fatsa’da komünist işgal yok, ateş ile barut yok, böylesine huzurlu bir yerde olay çıkartmak niye?”

DARBEDEN ÇOK ÖNCE FATSA’YA OPERASYON HAZIRLANDI

12 Eylül askeri darbesinin ardından başlayan Dev-Yol davasının klasörleri arasında sonradan bulunan bir belge, Fatsa’ya yönelik Genelkurmay Başkanlığı’nda darbeden çok önce bir rapor hazırladığını gösteriyordu.
Genelkurmay Başkanlığı Taktik Karargâh Komutanı Tuğgeneral Ahmet Çakıroğlu tarafından sunulan raporda şunlar söyleniyordu: “Devletin yokluğunu fırsat bilen Dev-Yol militanları, güçlü olduklarını göstermek ve taraftar kazanmak maksadı ile bayilere gelen akaryakıtı vatandaşlara dağıtmış, sigaralara el koyarak normal fiyattan halka intikalini sağlamıştır, margarin bulunmadığı zamanlarda fabrikalardan temin ettikleri yağları, normal fiyattan halka dağıtmışlardır. ‘Devlet’in yapamadığını örgüt yapıyor’ fikri yaratılarak birçok sempatizan kazanılmış ve komünizm için geniş bir taban oluşturulan Fatsa, kurtarılmış bölge ilan edilerek ülke uçurumun kenarına getirilmiştir. Kısa ve uzun vadedeki önlemlerin alınması durumunda, Fatsa bölgesindeki anarşik olayların büyük ölçüde önlenebileceğine inanılmaktadır. Bugün için mümkün olan tedbirlerin alınmasının erken olduğunun düşünülmesi halinde, yarın için çok geç kalınabilecektir.”
Hazırlanan bu rapor aslında normal bir ülkede zaten olması gereken hizmetlerin belediye tarafından yapılmasının dahi bir 'komünizm tehlikesi' olarak yorumlandığını gösteriyor.
O dönem Hürriyet gazetesinin yazarı olan ve daha 2015 yılında CHP’den milletvekili seçilen Oktay Ekşi şöyle yazıyordu: “Fatsa elden gidiyor, ordu bir şeyler yapmalı.”

Dönemin Tercüman gibi sağcı gazetelerinde Fatsa ile ilgili haber çıkmayan gün yoktu. Bu küçük ilçe bir anda sağ basının hedefi olmuştu.

12 EYLÜL’ÜN PROVASI YAPILDI

Fatsa’da hiçbir güvenlik problemi olmamasına rağmen 12 Eylül darbesinin provası sayılabilecek büyük bir operasyon hazırlandı. Dönemin yeni atanan Ordu Valisi Reşat Akkaya’nın yaptığı ilk açıklama, “Fatsa’yı vatan topraklarına katmaya geldim” olmuştu. İktidarda Adalet Partisi ve MHP’nin olduğu 2. Milliyetçi Cephe hükümeti vardı. Operasyonu iki ay sonra askeri darbeyi yapacak olan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren yönetmişti.
11 Temmuz 1980 sabahı çok büyük bir askeri güçle Fatsa’ya girildi. İlçeye önce hücumbotlarla denizden baskın gerçekleştirilirken, bir mekanize piyade taburu, üç jandarma komando birliği, il alay komutanlığı takviye birliklerle katılmış, ayrıca polis ve MHP’li olduğu bilinen Vali Akkaya’nın gönderdiği ülkücü militanlar da yer almıştı. Bu kişiler önceden tespit edilen yüzlerce Fatsalının evlerini göstermiş, gözaltılar yapılmıştı. Dönemin gazeteleri “operasyon silah kullanılmadan yapıldı” başlığı ile “Devlet Fatsa’ya girdi” diyordu. Ancak beklenen büyük çatışma olmadı. Tek kayıp gece pusu kuran bir askeri birliğin komutanının kendi askerleri tarafından yanlışlıkla vurulması ile gerçekleşti.
Terzi Fikri ve yüzlerce insan tutuklanıp cezaevine kondu. İki ay sonra gelen 12 Eylül askeri darbesi ile bu kişiler tekrar işkence merkezlerine götürülüp ağır işkencelerden geçirildi. Askeri mahkemelerde, “Ben ne yaptımsa halkım için yaptım” diyen Fikri Sönmez, 4 Mayıs 1985’de kaldığı cezaevinde kalp krizi geçirerek öldü. Bir savunmasında şöyle diyordu:
“Beton duvarlara, demir parmaklıklara mecbur edildiğim için hiç ama hiç üzüntü duymuyorum. Vatansever olduğumu bugün söylediğim gibi, 25 seneden bu yana her yerde söyledim. Bunun için kavgalara girdim. İşkence gördüm, zindanlara atıldım. Eğer bir ülkede vatan, İsviçre bankalarında gizli hesap defterleri ve Amerikan doları olarak görülüyor ve bu insanlar da yönetimi ellerinde bulunduruyorlarsa vatan için darağaçlarını omuzlayanları elbette ‘vatan haini’ ilan edeceklerdir.”

 

 

DOKUZ AY SÜREN DENEYİM UNUTULMADI

Fatsa deneyimi, ülkenin kan ve kaos içinde olduğu bir dönemde topu topu dokuz ay sürdü. Ama bu kısa tecrübe bile muktedirlerin neden korktuğunun bir simgesi oldu. Sonrasında yaşanan her sol yerel belediye deneyiminde de akla gelen örnek oldu. 

Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onu tekrar hatırlatması ile "Terzi Fikri"nin hâlâ yaşadığını da bir kez daha fark etmiş olduk...