Teşhirciliğin protest değeri

Twitter’daki “Diren Boün” şeklinde yapılan paylaşımlar çıplaklık içeriyor olmasıyla, yani bedenin sergileniyor olmasıyla Femen grubunun çıplaklığındaki gibi bir anlam tezahür etmiyor. Dolayısıyla aslında altı doldurulamamış ve anlam boşluğu olan bir eylem biçimi.

Google Haberlere Abone ol

Ayşe Burcu Tulumbacı*

“Kalabalıkların kendi aklı yoktur.”

Cinema Paradiso, 1988

Bu topraklarda her dönem karşılaştığımız toplumsal bir vakıa olarak cereyan eden direniş, Boğaziçi Üniversitesi’nde yeniden vücut buldu. Elbette her toplumsal hareketlilik gibi bu direnişi de anlamak ve bir yorum geliştirebilmek, sosyo-tarihsel bir perspektife sahip olmayı mecburi kılıyor. Hiçbir toplumsal olayın tarihten münezzeh olmadığını tekrar zikretmeye zaten hacet yok. Fakat tarih lafını zikredince yine bir neden sonuç zincirine tabii tutmak lazım geliyor, toplumsal dinamiklerin, bu direnişin alt yapısının ve sonuçlarının konuşulması gerekiyor. 

Bugün henüz sonuçlanmamış bu toplumsal olayın çıktılarından birini tartışmaya açmak yersiz olmayacaktır kanısındayım. Çünkü artık pratikte neticelenmemiş alelade bir olayın bile sosyal medyadaki bir karşılığı hemen karşımıza dikiliyor. Zaten sosyal medya, pratik yaşamla neredeyse eş-zamanlı bir uzam haline geldi. Pratiğin dijitalleştiği bu mecrada yoğun ve akışkan bir bilgi ve haber flood’una sürekli maruz kalıyoruz. Peki Boğaziçi Direnişi neticesinde maruz kaldıklarımız neler, bunları konuşalım istedim. Aslında bahsedeceğim neticenin bu direnişle derinden bir ilgisi, rabıtası yok bana kalırsa. Dolayısıyla burada patika açmaya çalışacağım perspektifin Boğaziçi Direnişi’nin nedenleriyle de doğrudan bir bağlantısı olmayacak. Sadece bu direnişle birlikte kendisine geniş bir hareket alanı bulan ve bunu da sosyal medya üzerinden gerçekleştiren bir güruhtan bahsedebilirim. 

Son günlerde Twitter’da sıkça rastladığım ve en çok dikkatimi cezbeden paylaşımlar, “Diren Boün” temalı fotoğraflar oldu. Bu paylaşılan fotoğraflarla birlikte sergilendiği düşünülen, zannedilen şey kanımca çıplaklık. Bu şekilde bakınca akla eylemlerini çıplak bir şekilde gerçekleştiren ve erkek egemen topluma karşı feminist bir oluşum olan Femen grubu geliyor. Fakat sosyal medyadaki bu paylaşımlarla Femen arasında saymakla bitmeyecek çok büyük farklar mevcut. Femen grubu, bu eylemleri sosyal medya üzerinden değil, sokakta gerçekleştiriyor, bu mühim değilse bile bütün grup üyeleri aynı mesajı vermek için, aynı amaç uğruna bir aradalar. Bu bir aradalık en büyük fark benim nezdimde. Bundan ziyade Twitter’daki “Diren Boün” şeklinde yapılan paylaşımlar çıplaklık içeriyor olmasıyla, yani bedenin sergileniyor olmasıyla Femen grubunun çıplaklığındaki gibi bir anlam tezahür etmiyor. Dolayısıyla aslında altı doldurulamamış ve anlam boşluğu olan bir eylem biçimi. “Şeffaflık anlamdan yoksunlukla el ele gider. Enformasyon ve iletişim yığınının kökeninde bir horror vacui, evet, boşluk korkusu vardır.” (1). Çünkü Boğaziçi Direnişi zaten beden politikaları üzerinden gerçekleştirilen bir direniş değil. Öyle olsaydı bir nebze tutarlı olabilirdi belki, fakat burada sergilenen şey aslında tek başına çıplaklığın kendisi de değil; erotizm ve cinsellik. Eğer öyle olmasaydı, sergilenmek istenen salt çıplaklık olsaydı, “fiziğime güvenmediğim için bikinili fotoğraf atamıyorum” veya “diren boün olayına ben de katılmak isterdim ama göbeğim buna izin vermiyor” gibi paylaşımlar görüyor olmazdık. Kısaca kendi bedenini bir sergi nesnesine çevirme durumu söz konusu bütün bu paylaşımlarda. Eğer çıplaklık bir sergi nesnesi olarak kullanılıyor olsaydı, kimin kendisini estetik algı üzerinden tanımlıyor olduğunu öğrenemezdik. Fakat bu durum bize gösteriyor ki aslında “sadece güzel ve estetik olan” bu direnişe çıplaklık içeren fotoğraflarla eşlik edebilir. “Anlam atfetmek, kaçınılmaz olarak anlamsızlık atfetmek” (2) ise, tersinden bakarsak yalnızca kendisini bu direnişe eşlik edebilecek kadar “güzel ve estetik” olarak konumlandıranlar, buna inanmış kişiler çıplaklık içeren fotoğraflarla “Diren Boün” paylaşımlarında bulunabilirler. “Sergi değeri her şeyden önce güzel görünüşe bağlıdır. Sergileme zorlaması böylelikle güzellik ve dinçlik (Fitness) zorlamasını ortaya çıkarır. Performans öznesi özgür, kendisi tarafından oluşturulmuş bir mecburiyete tabi kılar kendini.” (3).  Üstelik bu fotoğraflarla sergilenen aynı zamanda iç giyimin kullanımı ve bu konuda yapılan seçimlerin de sergilenmesi. Eğer markası Calvin Klein ise ekstra like! Sınıfsal konumun belirli göstergelerle sergileniş biçimi. Dolayısıyla aslında bu bir benlik sunumu. 

Tüketim nesnesi olan iç giyim seçimlerinde ise genellikle daha erotik olanlara başvurulmuş. Bu erotik çamaşırlara eşlik eden pozlar var bir de. Fotoğraf, görülen nesnenin gösterilmek istenen tarafını aktarır dışarıya. Yani bilinçli ve kasıtlı bir eylemdir fotoğraf çekmek. Fotoğraf, algılanabilir dünyaya dair oluşan algıyı yeniden dizayn eder. Önce kadraja kalıcılaştırılmak istenen görüntü alınır ve yakalandığında deklanşöre basılır. Görülebilir ve algılanabilir gerçekliğin kısıtlı bir uzamda yeniden üretilmesidir. Dolayısıyla biz fotoğrafta yalnızca görülmesi istenenleri görebiliriz. “Her bir fotoğrafa baktığımızda, ne denli az olursa olsun, fotoğrafçının sınırsız görünüm olanakları arasından o görünümü seçtiğini fark ederiz. Fotoğrafçının görme biçimi konuyu seçişinde yansır.” (4). Bu paylaşımlarda bedenin kadraja alınan kısımları, verilen pozlar ve uzuvlar göz önünde bulundurulduğunda cinselliği çağrıştırıyor. Yani bilinçli ve kasıtlı olarak bedenin gösterilmek istenen, sergilenmek istenen bir uzvu, bölümü ön planda ve aynı zamanda sergilenmek istenen bir pozisyon mevcut. Bunun tamamen çıplak olarak değil, seçilmiş ve belirlenmiş iç giyimle destekleniyor olması da pornografik bir boyuttan uzaklaştırıp erotizme yaklaştırıyor bütün bu görselleri. 

“Çıplaklığın doğrudan gözler önüne serilişi erotik değildir. Bedenin erotik yeri ‘giysinin aralandığı yer’dir, derinin ‘iki dikişli kenar arasında’ örneğin eldivenle yen arasında ‘parladığı’ yerdir. Erotik gerilim çıplaklığın sürekli sergilenişinden değil ‘görünüp kaybolmasının sahnelenişi’nden kaynaklanır.” (5). 

Gerçekliğin bu kısıtlı düzlemde aktarılmak istenen, sergilenmek istenen belirli bir kısmı var ve bu niyet okuyuculuğu yapmaya mahal dahi vermeyecek kadar kasıtlı bir sergileyiş. Bedenin bir arzu nesnesi formunda sergileniş biçimi. 

Bütün bu sergileme pratiklerinde dikkatimi çeker diğer bir nokta ise aslında sosyal medyadaki başka’nın, diğeri’nin artık bir ayna olarak konumlandırılıyor olması. Bütün bu fotoğraf paylaşımlarının ardından gelen etkileşim tartışmaları beni bu düşünceye sürükledi. Sosyal medya üzerinden toplanan beğeni, aslında aynaya bakıldığında görülmek istenen şeye dair bir fikir, bir kanı oluşturmaya başladı. Kendimizi artık kendi aynamızdan, kendi bilincimiz üzerinden değil, başka olanın, diğer bir gözün üzerinden onaylama gayesinden söz edebiliriz. Bizi izleyen, bizim hakkımızda fikir sahibi olabilecek gözü, kendi görmek istediklerimize maruz bırakarak bir kanaat oluşturuyoruz. Kendimizi de bir başkasının aynası konumuna sokmaktan geri durmayarak üstelik. Artık aynaya bakarken kendimizi değil, “ben” hakkında oluşturduğumuz kanaati izliyoruz. “Her şeyi gören göz” ya da “Big Brother” artık bir teşhircilik alanı olarak yeniden üretiliyor. Dolayısıyla Peter Handke’in “Başkalarının hakkımda bilmedikleriyle geçinirim ben” (6) sözünün aksine, “ben”e dair bir bilgi vaat ederek bu teşhircilikle iktidar alanına dahil olunuyor. Bedenler üzerinden gelip geçen bu yeni ama tanıdığımız iktidar biçimi de “Şeffaflık Toplumu, haz düşmanı bir toplum” olarak karşımıza çıkıyor. Bir şeffaflık olarak algılanan “sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetime” alan açıyor, “Böylelikle şeffaflık toplumu kendini öncelikle bir olumluluk toplumu olarak gösteriyor.” (7). İyi ve kötü, olumlu ve olumsuz arasında oluşan dikotomi bağlamında çıplaklık bir direniş formunda sergilendiğinde bu duruma olumluluk atfediliyor. Olumluluğa bu denli ihtiyaç duyuluyor olması ise bilinç akışında yoğun bir olumsuzluğun içinde sürüklenildiği fikrini ortaya çıkarıyor. Bu noktada ben’in ayna olarak konumlandırılan başka’sı tarafından onaylanma ihtiyacı aslında bir tatmin aracı gibi de düşünülebilir. Belki de topyekûn bir memnuniyetsizlikten, tatminsizlikten söz edebiliriz bu noktada. Mutsuzluk sağlıklı bir şekilde nicelleştirilebilen bir durum değil belki ama tatminsizlik tartışmaya biraz daha açık. Günümüzde tatmin araçlarının belki kolay ulaşılabilir olması, belki seçeneklerin fazla olmasından dolayı tatmin olma hissi de buna ters orantılı bir şekilde azalıyor. Bu haz cumhuriyetinde artık tatmin olmanın da alelade bir hale gelmiş olması yeni tatmin araçlarına yönlendiriyor. Onaylanmak da bu yeni tatmin araçlarından biri, fakat haz da her zamanki gibi geçici bir süreç. Bu hazzın sürekli yeniden üretilmesi için yeni ayna olan “başkası” tarafından alınan beğeninin ve onayın da yenilenmesi lazım, arzu nesnesine yönelen gözün değişmesi lazım ki haz devam etsin. 

Bütün bu “direnişe” eşlik eden diğer bir yanılgı ise çıplaklığın bir özgürlük alanı açtığına dair oluşan güçlü inanç. İktidarın bunun zıddına yöneldiği bir politik alanda çıplaklığın bir direniş pratiği olması tutarsız değil belki de. Fakat başa dönecek olursak sergilenen zaten salt çıplaklık değil.  Öncelikle Gezi'de, daha sonraki birçok direnişte, bedenini teşhir etmek isteyen güruh için bu direnişler bir fırsat ve hareket alanı yaratıyor. Şeffaflık toplumunun açtığı alanda kısıtlı hareketler. Belki de dürtülerin bir direnişe kanalize edilmesi. Bundan ziyade sosyal medyanın bir özgürleşme alanı yaratıyor olma yanılsaması; sosyal medya zaten bir denetim ve gözetim aracı yani özgürlüğün karşısında konumlanmış bir mecra: dijital panoptikon. 

“Dijital denetim toplumunda pornografik teşhircilik ve panoptik denetim örtüşmektedir. Gözetim toplumu, o toplum sakinlerinin dış bir zorlamayla değil de, içsel bir ihtiyaçla kendiliklerinden bildirimde bulunduğu, başka bir deyişle özel alanından vazgeçmek zorunda kalma korkusunun gerileyip bu alanı utanmaksızın teşhir etme ihtiyacına boyun eğdiği ve özgürlüğün denetimden ayırt edilemez hale geldiği bir ortamda tamamına ermekte ve yetkinleşmektedir.” (8).

Özgürlüğü tanımlamadan bir özgürlük alanı oluşturmak da pek mümkün değil. Özgürlük bir talep neticesinde elde edilebilen bir şey midir yoksa varlığını denetimin varlığına mı borçludur? Özgürlük, doğrudan bir ilişkiler ağıdır ve iktidara içkindir. Bu dijital panoptikonda bütün ben’ler “aynılığın cehenneminde” sürekli ve artan bir onay ihtiyacı ile iktidarı yeniden üretiyor. Belki de “ayna”lığın cehenneminde…

Kaynaklar

1- Han, B.C., (2017:30). Şeffaflık Toplumu, İkinci Baskı, Metis Yayınları, İstanbul.
2- Bauman, Z., (2013:42). Sosyolojik Düşünmek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
3- Han, B.C., (2017:29;70). Şeffaflık Toplumu, İkinci Baskı, Metis Yayınları, İstanbul.
4- Berger, J., (2016:17). Görme Biçimleri, Metis Yayıncılık, İstanbul.
5- Barthes akt. Han, 2017:41
6- akt. Han, 2017
7- Han, 2017:15
8- Han, B.C., (2021:39). Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü, İnka Kitap, İstanbul.

*İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi