‘Teşkilat’ ve Garibe
Bir tarafta Teşkilatçılar öte tarafta Şirketçiler olarak bölünmüş bir toplum imgesi içinde Garibe’nin mücadele dolu hayatı kadar ölümü ve cenazesi de ‘Teşkilatçı’ çoğunluk tarafından nefretle algılanıyor...
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
(Ece Ayhan, Meçhul Öğrenci Anıtı)
TRT’nin ‘Teşkilat’ dizisinin son bölümünde işadamı Yıldırım, evine silahla giren MİT ajanına ‘geliyor gelmekte olan’ deyince kıyamet koptu. CHP sözcüleri, Kemal Kılıçdaroğlu’nun popüler sloganının dizinin kötü adamı tarafından tekrarlanmasını protesto ederek RTÜK’e şikayet etti. Bu bağlamda, kamu kaynakları kullanılarak çekilen ve yayınlanan TRT dizilerinin siyasal iktidarın propaganda ve manipülasyon aygıtı işlevini görüyor oluşu bir kez daha sorgulamaya açıldı.
Ekonomik krizle birlikte daha da genişlemesi beklenen düşük gelir grubuna mensup ailelerin biricik kitle iletişim ve eğlence aracı olan televizyon, iletişim teknolojisindeki radikal yeniliklere rağmen ayrıcalıklı konumunu sürdürüyor. Son yıllarda toplumu eve kapatan pandemi koşullarının televizyona bağımlılığı daha da artırmış olması kaçınılmaz. TRT, tarih müfredatındaki açığı kapatma işlevini de gören yüksek bütçeli dizileriyle reyting yarışında ön sıralarda bulunuyor. Tarihi vakaları ve şahsiyetleri konu alan ve Payitaht, Diriliş, Kuruluş, Titreyiş gibi adlar taşıyan TRT dizileri; siyasal iktidarın ideolojisini oluşturan Türk-İslam sentezini toplum arasında yaymak ve benimsetmek gibi milli ve resmi bir görevle de donanmış görünüyor.
CHP’nin eleştiri oklarının hedefindeki Teşkilat dizisi ise, tarihe değil yaşadığımız zamana ilişkin bir kurgu üzerinden yürüyor. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), bu yüksek bütçeli ve bol aksiyonlu dizi üzerinden kendini topluma tanıtıyor. Tanıtım metinlerinde, Kale mahlaslı yeni MİT binasında çekim yapıldığı ve gerçek olaylardan esinlenildiği vurguları dikkat çekiyor. Patlamalar, havada uçan arabalar, drone çekimleri, Görevimiz Tehlike’den Matrix’e birçok filmden aşırma takip, kavga, çatışma sahneleri bol miktarda bulunuyor. Esas oğlan, yerine göre Rambo ya da James Bond olabiliyor; ya da Polat Alemdar.
Teşkilat’ın ‘kahramanları’, her bölümde yabancı ülke ajanları ve onların yerli işbirlikçileriyle mücadele içine giriyorlar. Düşmanlar ve hainler, Türk mühendisleri öldürüyor, gizli bilgileri ele geçiriyor ve Teşkilat’la savaşıyor; ve her bölümün sonunda yeniliyorlar. ‘Kahramanlar’, silahlarını ateşleyip bombalarını patlatarak her bölümde birçok düşmanı ve haini öldürüyorlar. Fakat o düşmanlar ve hainler, ne kadar yenilseler de bitmek tükenmek bilmiyorlar. Çünkü onların üzerinde bir ‘Şirket’ yani dünyayı yöneten kötü adamlar meclisi bulunuyor.
Şirkete katılanın bileğine kızgın şiş ile damga vuruluyor. Bu dış güçler meclisi, istifa ya da emeklilik talebi gibi mekanizmaları olmaması bakımından cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini andırmakla birlikte, orada ‘affedilme’ de söz konusu değil. Hizmet süresi biten ya da üstlendiği misyonu başaramayan şirket mensubu, bir kılıçla kellesi kesilmek suretiyle makamından azledilmiş oluyor. Onun yerine bir başkası, bileğine kızgın şiş ile damga vurulmak suretiyle atanıyor. Böyle zalim, böyle satanistik bir şirket bu. Dahası, adamların en büyük derdi Türkler ve Türkiye devleti.
Şirketin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz (6. Bölge) sorumlusu Zayed Fadi, izleyicilere tam bir nefret objesi olarak sunulmuştu ki Türkiye-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ilişkilerinde düzelme gündeme geldi. BAE Şeyhi Muhammed bin Zayed’in 10 milyar dolarlık bir yatırım paketiyle Ankara’yı ziyaret etme durumu ortaya çıkınca, dizideki Zayed’in yerini bir Türk kötü adama (Yıldırım) devrederek ortadan kaybolmasından başka bir seçenek kalmıyordu.
Yıldırım karakteri, Osman Kavala hakkında yayılan ve mahkemelerce reddedilmiş suçlamaların benzerlerini üzerinde taşıyor. ‘Geliyor gelmekte olan’ diyor olması, şimdi de Kavala ve CHP’nin dış güçlerle birlikte hükümeti seçimlerde yenmek gibi bir ‘komplo’ planladıkları iması olmalı. Dizide saraya gönülden bağlı oldukları anlaşılan MİT mensuplarının hoşuna gitmeyen her türlü siyasal olgu ya da eylem, böylelikle Şirket’e yani dış güçlerin komplosuna bağlanmış oluyor.
Tehdit büyük yerden gelince, ona karşı mücadelede de yasaların ve insan haklarının ihlali meşru oluyor. Sorun, her bölümde onlarca ‘düşmanın’ ya da ‘hainin’ silahlı çatışma, bomba ya da fiziki şiddet ile öldürülüyor olmasından ibaret değil, televizyonun MİT ajanları, her hafta ekranlarda göstere göstere insan hakları suçu işliyorlar. Teşkilat’ın birinci bölümünde siyah transporterla adam kaçırma, ikinci bölümde işkence, üçüncü bölümün finalinde yargısız infaz… Her bölüme belli bir ihlal, adeta özenle seçilerek yerleştiriliyor. Yirmi yedinci bölümü beklediğimiz bu günlerde suçlar üst üste yığılmış olmalı. Televizyondan başka eğlencesi olmayan vatandaşa devlet dersi veriliyor. MİT devlet, devlet de ‘ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün’ olduğuna göre ‘anlatılan senin hikayendir’ diyor devlet. Bu ‘kahramanlar’ böyle cinayetler işliyor, böyle işkenceler yapıyorlarsa elbet bir sebebi var. Bunlar meşru ihlaller, alışın bunlara talimatı veriliyor vatandaşa. Çünkü dünyayı yöneten dış güçlerden müteşekkil o ‘şirket’, Türkiye’yi zayıflatmak, bölmek ve parçalamaktan başka bir şey düşünmüyor. Bu amaçlarına ulaşmak için ülkede AKP haricinde siyasal partiler kurdurabilir, miting ve protestolar yaptırabilir, hatta muhalefetin seçimlerle iktidara gelmesi talebinde bile bulunabilirler!
‘Teşkilat’, bu özellikleri toplamıyla bir TV dizisinden çok bir polisiye-ideolojik şiddet kompleksi niteliği kazanmış bulunuyor. Milyonlarca ailenin oturma odasında her haftanın belli bir akşamında güncel gelişmelerin ‘perde arkası’ ya da şizoid paranoyak yorumunu içeren ‘devlet dersi’ veriliyor. O esnada, Kandıra cezaevinde tecrit hücresinde tutulan bir genç kadın Garibe Gezer, ölür. Teşkilat seyircilerinin eğer Akit gazetesinin ‘Cezaevinde beslenen bir terörist daha öldü’ manşeti olmasa bu ölümden haberi olmayacaktır. Yalnızca bu ölümü önceleyen işkence ve tecavüz şikayeti ve ölümün kuşkulu ortamıyla ilgili değil, cenazeye yapılan saygısızlık ve hoyratlık karşısında devam eden toplumsal suskunluk da çok şey söylüyor. Şizoid paranoid kolektif algı uyarınca ‘tehdit’ Garibe’den değil Şirket’ten geliyor çünkü ve öyle olunca yasaların ve insan haklarının ihlali meşru oluyor.
Bir tarafta Teşkilatçılar öte tarafta Şirketçiler olarak bölünmüş bir toplum imgesi içinde Garibe’nin mücadele dolu hayatı kadar ölümü ve cenazesi de ‘Teşkilatçı’ çoğunluk tarafından nefretle algılanıyor. Oysa Garibe, Ece Ayhan’ın dizelerinde sorulan ‘devletin ve tabiatın ortak sorusu’ ‘Maveraünnehir nereye dökülür?’ karşısında ‘en arka sırada’ parmak kaldırarak şunları söyleyen çocuktu: ‘Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!’