YAZARLAR

Tevfik Taş: Kutsanacak bir üretkenlik, alçakgönüllü bir gülümseme

Tevfik Taş tüm bu griliklerin, koyu tonların içinde sanatın renklerine sığınmış. İnsanlığın, mücadelenin, coşkunun izlerini o renklerin içinde aramayı seçmiş. Şikayet etmek, derdine yanmak, kendine acımak yerine yeni bir ufuk açmış hem kendisi hem okurları için. Onu da yine politik kimliği ile bağdaştırmanın yolunu bularak…

2 Ağustos 2022’den 21 Mart 2023’e kadar editörlüğünü yaptım Tevfik Taş’ın. Benden 1 yaş büyükmüş, belki ay hesabı. Aynı kuşağın insanıyız, 80 öncesi lise yıllarında o kargaşanın içinde yolumuzu bulmaya çalışırken darbeyle sarsılan, 80 sonrası da toparlanmak için elde kalan tek kuşak. Bir romanın ortasından hikayeye dahil olmuş gibiydik. Güçlü karakterlerin birer birer sayfalarda görünmez olduğu, bizim ise karakterimizin yazılırken belireceği bir hikayenin içinde açtık gözümüzü. Güçlü karakterlerin hikayelerini biliyorduk ama kendimizi bilmiyorduk. Okuduk, dinledik, araştırdık, denedik. Direndik, dayanıştık, örgütlendik, büyüdük. Büyük insanlığın hikayesinde elimizden geleni yaptık, bayrağı yere düşürmemeye çalıştık.

Tevfik Taş, bu bayrak yarışında pek çok kulvarda koşmuş. Ölüm haberlerinde adının başına “şair” yazılmış ama o aynı zamanda gazeteci, yönetici, sanatçı, fotoğrafçı, sendikacı, örgütçü… Nerede insana, emeğe, katkıya ihtiyaç varsa o’cu olmuş.

Tevfik Taş

Özgeçmişinde “Halkın Kurtuluşu, Özgürlük, Demokrasi gazetelerinde başladığı gazeteciliği 1980’den sonra Yeni Ülke, Haberde ve Yorumda Gerçek, Evrensel Kültür dergisi, Evrensel gazetesi, Keşif Ve Coğrafya Dergisi, Atlas gibi yayın organlarında yazar ve gazeteci olarak sürdürdü.” diye yazıyor. Bunların bir kısmında kurucu olarak görev almış. Bir süre yöneticilik de yapmış. Bir yandan örgütlü mücadele için elinden geleni yaparken bir yandan da bir mesleğin onurla nasıl icra edileceğini göstermiş. Ardından yazılanlar o bayrağı elinden hiç düşürmediğini gösteriyor.

Tevfik Taş, ne gerekiyorsa o’cu olmuştu ama aynı zamanda ‘o’ olmuştu. Yönetici, yazar, gazeteci, şair, fotoğrafçı… Hepsinde iyi bir performans göstermiş, hepsinde iyi izler bırakmıştı.

Bizim kuşağımıza Türkiye tarihinden 27 Mayıs Muhtırası, Deniz Gezmişlerin asılması, 12 Eylül, 90’lar, beyaz Toroslar, 28 Şubat, depremler, muhtıralar, darbeler denk geldi. Dünya tarihinde Sovyetlerin yıkılması bile başlı başına bir travmaydı. Büyük örgütlülükler, büyük toplumsal hareketler, coşkular, devrimi ufukta görmeler yoktu bizim kuşağımız için. Yenilgiler ve yeniden, yeniden ayağa kalkmalar vardı.

Tevfik Taş tüm bu griliklerin, koyu tonların içinde sanatın renklerine sığınmış. İnsanlığın, mücadelenin, coşkunun izlerini o renklerin içinde aramayı seçmiş. Şikayet etmek, derdine yanmak, kendine acımak yerine yeni bir ufuk açmış hem kendisi hem okurları için. Onu da yine politik kimliği ile bağdaştırmanın yolunu bularak… Dünya resim tarihinden tablolar anlattığı 12 çocuk kitabı yazmış bu arada.

Gazete Duvar’a evrensel sanat eserleri üzerine yazılar yazıyordu. Başta biraz “sanatçı burada şunu mu demek istiyor” yazıları mı diye düşünmüştüm. Okudukça, onları nasıl günümüze, sınıf mücadelelerine bağladığını gördüm. “Çalınan öpücük” başlıklı yazısı örneğin, bir kadını sıkıştırıp öpmeye çalışan çapkın bir erkeği resmediyordu. Taş konuyu şöyle bağlamıştı: “Fragonard’ın, Çalınmış Öpücük’ü de neresinden bakarsak bakalım politik bir tablo. Aile kavramında, cinsellikte sabitlenmiş namusu da, kimin koyduğu ve kutsadığı bilinmeyen mahremiyeti de tartışabiliriz. Bu öpücüğü biri görürse benim hakkımda ne düşünür, yani ‘başkaları benim için ne düşünür korkusu’nu da...”

Bir başka sanat eseri için şöyle bir başlangıç yapmıştı: "Tarih işe yarasın istiyorsak; faşizmin bütün insanlığı insanlıktan çıkardığı, insanı tükettiği o yakın eski zamanlara tam da bu nedenlerle bakmalıyız. Gely Korzhev'in hem faşizm zamanlarının hem de faşist saldırganlığa karşı sahiden savaşanların derin belleği sayılabilecek eserlerini yardıma çağırmak, unuttuklarımızın, ertelediklerimizin, bütün nitelikleriyle, insanlığımıza nasıl çöktüğünü konuşmamıza olanak sağlayabilir.”

Bir kez ayaküstü tanışma fırsatı bulduk Tevfik Taş ile. İlk bakışta gri, kabarık saçları ve kısık gözleri göze çarpıyordu. Saçları olmasa çok göze çarpmak istemiyor gibiydi, mahcup daha çok. Hızlıca tanıştık, hızlıca çıktı ofisten.

Çok alçakgönüllü ve çok nazikti. Yazılarını üç gün önceden yollardı. Bir gün gecikse özürler dilerdi. ‘Bir gün önce de yollasanız olur’ dediğimde, ‘benim içim rahat etmez’ derdi. Cumartesi günleri gönderiyordu yazılarını, pazartesi yazıyı giriyordum ve salı günleri yayınlanıyordu yazıları. O cumartesi yazı yoktu, pazar günü de gelmemişti. Önce mail attım yazınız gelmedi diye, yanıt gelmedi. Sonra whatsapp’tan mesaj attım yine yanıt gelmeyince pazartesi sabahı telefon ettim. Telefonu da açılmayınca genel yayın yönetmenimize “Tevfik Taş hiç böyle yapmazdı. İyi mi acaba bir sorsak” dedim. Arkadaşları evine gittiklerinde, yerde bulmuşlar. Pıhtı atmış beynine. Hemen hastaneye kaldırılmış.

‘Yazarımızın hayatını kurtardın’ demişti Barış Avşar. Aslında o kendisini kurtarmıştı; dakikliği, titizliği, özeni olmasa hiç merak etmeyecektim. Nasıl olsa bir gün iyileşecekti ve biz yazılarından konuşacaktık. Yine bir sosyal medya paylaşımı ile öğrendim aramızdan ayrıldığını. Ardından yazılanları okuyorum şimdi, çok sevildiğini görüyorum. Bazen “kalbi yaşadıklarına dayanamadı” diye yazılıyor gidenlerin ardından. Zor bir döneme doğmuş olmak, mücadelelerle geçen bir hayat ve çokça ve haksızca ödenen bedellere bir vurgu yapılarak. Bana kalırsa Tevfik Taş, ardından yazılacaklara müdahale edebilseydi, 'benim için böyle şeyler yazmayın' derdi. “Bu hayatı ben seçtim, elimden geleni de yaptım. Siz bayrağı alın taşıyabileceğiniz yere kadar götürün!”

Kutsanacak bir üretkenlik, imrenilecek başarılar, alçakgönüllü bir gülümseme… Tevfik Taş anılarımızda yaşayacak.