Titanik’in batışı üzerine özeleştiri: Mimarlar Odası Ankara Şube seçimleri
Batması imkânsız Titanik gibi görünen Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin içine girmiş olduğu sarmalın, aslında batmasını mukadder kıldığını görmek mümkün. Popülizmin handikaplarını aşamayan, organikliğini ve kolektivizmini giderek kaybeden mücadele stratejisi sonunda yenilgiye uğradı.
İki hafta kadar önce gerçekleşen TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi seçimleri, beklenmedik sonucuyla meslek ve Oda camiası dışında da yankı buldu.(1) Yirmi yıldan uzun süredir Şube yönetiminde bulunan Demokrasi İçin Mimarlar Platformu (Mavi liste), üç listenin yarıştığı seçimler sonucu yönetimi kaybetti. Beklenmedik olan ise 70 yıldır olmayan bir şeyin gerçekleşmesi ve Şube’nin sağa (Turuncu liste) kaybedilmiş olmasıydı.
Kamuoyunda cereyan eden tartışma ve değerlendirmelerin bir kısmı, kendisini solda konumlandıran ikinci bir listenin (Kırmızı liste) varlığına, yani sol oyların bölünmüş olmasına odaklandı. Bu durum karşısında oluşan tepkinin, seçim sonucunun yaklaşan yerel seçimler için korkulan senaryonun bir ön gösterimi olduğu endişesinden beslendiğini görmek zor değil. İkinci bir değerlendirme noktası ise, iktidarın, Mimarlar Odası’nın bugüne kadar yürüttüğü mücadelede ayağına basmış olduğu tüm çıkar çevrelerini de yedeğine alarak, bu seçimlere daha önce görülmemiş bir güçle yüklenmesiydi.(2)
Kuşkusuz seçim sonuçlarında her iki olgu da rol oynadı. Ancak ben bu noktaları tartışmayacağım. Aksine, bu iki olgunun ancak tali unsurlar olduğunu öne süreceğim. Bana göre, asli olan Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin geçtiğimiz yıllar boyunca yaptıkları ve yapamadıklarıdır; bu açıdan da bu seçim yenilgisinin tarihsel bir perspektifle ele alınması gerekiyor. Şunu da söylemem gerek; geçtiğimiz yirmi yılda Şube’nin Yönetim Kurulunda ve birçok çalışma grubunda görev yapmış birisi olarak yaşanan yenilgide benim de sorumluluğum var. Bu yüzden yazı boyunca mesafeli bir dil kullansam da, -eğer varsa- özellikle mimar okuyucuların yazdığım cümleleri üçüncü tekil şahıs (Şube) değil, birinci çoğul şahıs (Biz) diye okumalarını ve bu değerlendirmenin aynı zamanda bir özeleştiri olduğunu aklıda tutmalarını diliyorum.
Yazının başında değindiğim noktadan başlamak gerekiyor; TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi seçim sonuçlarının kamuoyunda yankı bulmasıyla. Aslında burada sıra dışı bir durum var. TMMOB’a (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne) bağlı 24 Oda bulunmakta ve Mimarlar Odası bunlardan yalnızca bir tanesi. Dahası, Mimarlar Odası’nın da 29 Şubesi var ve Ankara Şubesi de bunlardan sadece biri. Üstelik, bilindiği gibi, Oda seçimlerine -branştan bağımsız olarak- genelde üyeler bile çok rağbet göstermez. Buna karşın elimizde seçim sonuçları kamuoyunda yankı bulan bir -Birlik değil, Oda değil- şube var. Bunun sebebi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin son yıllarda, kamuoyunda benzeri görülmemiş bir bilinirliğe kavuşan kent mücadelesiydi. Bu mücadele nedeniyledir ki, sokaktan geçen insanlara sorduğunuzda Şube’yi Mimarlar Odası’nın kendisi, hatta TMMOB sananlarla karşılaşmak mümkündü. Bir yanda mücadele performansıyla kamuoyunda tanınır hale gelmiş, bir yanda ise aynı performansla üyelerinden teveccüh görmemiş bir şube öyleyse. Bu çarpıcı durumun, aşağıda sırasıyla tartışacağım üç boyutu olduğunu düşünüyorum. Ama önce kısaca Mimarlar Odası’nın kent mücadelesini özetlemeliyim.
MİMARLAR ODASI VE KENTSEL MÜCADELE
Mimarlar Odası kuruluşundan başlayarak kentsel gelişime ve kentleşme politikalarına ilişkin konularda etkin bir muhalefet örgütü oldu. İstanbul’da Menderes operasyonlarından Boğaz Köprüsü muhalefetine kadar bir dizi konu Oda’nın bir kentsel politika aktörü olarak konumunu belirledi. 70’lere gelindiğinde ise bu konum, gecekondu sakinlerinde vücut bulan bir toplumsal tabanla ilişkilendi. 80 sonrasında, böyle bir toplumsal muhalefet tabanının yokluğunda Oda’nın kentsel mücadeledeki en önemli enstrümanı yargı yolu oldu. İstanbul’da Taşkışla ve Ankara’da Güvenpark gibi başarıya ulaşan örnekler, 90’lı yıllar boyunca RP’li belediyelerle mücadeleler için emsal teşkil etti.
2004 Yerel seçimleri ardından kentsel dönüşüm mevzuatının ve uygulamalarının öncelikle ve özellikle Ankara’da şekilleniyor oluşu -ve buna ek olarak Gökçek döneminin nobran karakteri- Ankara’da kent mücadelesinin çerçevesini de belirledi.(3) İlk yıllarda STK’lar ve TMMOB İl Koordinasyon Kurulları çerçevesinde geniş tabanlı platformlarla yürütülmeye çalışılan mücadelenin en son vardığı nokta 2009 yerel seçimlerine yönelik “Saltanata Son” Kampanyasıydı.(4) Seçim sonuçlarına etki etmeyen bu kampanya ve sonrasında sertleşmeye başlayan kentsel dönüşüm ve yerinden edilme eksenli mücadeleler çerçevesinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi hukuk mücadelesini mümkün olduğunca hızlandırmaya ve kamuoyu ile doğrudan ilişki geliştirmeye dayalı bir strateji benimsedi.
Gezi Direnişine doğru giden süreçte basılı ve elektronik iletişim araçlarıyla denemeler yapan ve medya kanallarını meşruiyet inşası için kullanan bu strateji, AOÇ ve Kaçak Saray mücadelesi ile ulusal gündemde yer buldu. Bu durum bir anlamda seçilen stratejinin teyidi gibi görünüyordu. Bugünden bakıldığında bu eğilimi, sol popülist bir kentsel politika stratejisi olarak okumak yanlış olmaz.
POPÜLİZM
Popülizm kendine taban inşa ederken iki karakteristik eğilim gösterir. Bunlardan ilki tabanı oluşturacak kitlenin barındırdığı (özellikle sınıfsal) çelişkilerin üzerinin örtülmesi, ikincisi ise (görece pasif) kitlesel bir tabana hitap edilmesidir. Aynı şekilde Şube’nin kentsel politika stratejisi de, kentsel siyasal süreçlere katılımı yalnızca Şube’nin siyasetini olumlayan -pasif- bir kitleyle medya üzerinden buluşmaya yaslandı. Yani Şube, birlikte hareket edilecek özneler bulmak veya inşa etmek hedeflerinden giderek uzaklaştı, hatta asli görevi olan, kendi üyelerini böylesi öznelere dönüştürmek işlevini arka plana attı. Bu popülist stratejinin iki doğrudan sonucu daha oldu. Öncelikle, Şube’nin siyasal bir gündem ve bir çalışma aksı haline getirmesi gereken, kendi üye tabanındaki -aslında yaşanan kentsel politik sürecin sonucu olarak keskinleşen- sınıfsal gerilimler ikinci planda kaldı. İkinci olarak, medya üzerinden kurulan meşruiyet çerçevesi, Şube’nin söylemini de giderek popülist (ve popüler) bir tarza evriltti.
KOLEKTİVİZM
İktidarın rant odaklı girişimlerine karşı sayısı binleri bulan davalarla mücadele etme çabası, kaçınılmaz olarak hızlı davranmayı gerektirdi. Hızlı müdahale ise hızlı karar almaya, bu da kolektif karar ve iş üretme kapasitesinin giderek erimesine sebep oldu. Dava açma- basın açıklaması yapma- alanda görünür olma temposu, basının hızlı haber beklentilerini karşılama kaygısı ile karşılıklı bir ilişki içinde takibi zor bir hıza ulaştı. Bu temponun aksamasını kimse istemedi; böyle oldukça da giderek daha fazla kadro, “uzaktan bakıp takdir eden” kentli kitlenin parçası olmak rolüne razı oldu.
ORGANİKLİK
Yukarıda, Mimarlar Odası’nın kentsel mücadelesinin 70’li yıllarda bir toplumsal tabanla buluştuğuna işaret etmiştim. Aslında bu dönemde Oda’nın kentsel politikası sadece kentli kitleyle değil, üyeleriyle de -görece- ilişki içindeydi. Bu durumu organik bir kentsel politika olarak düşünmek gerek. Hem kentsel hizmetlere ilişkin talepleriyle kent yoksullarının, hem de meslek insanlarının siyasallaşmış olmasının ötesinde, organiklik, Oda’nın mesleğe ilişkin faaliyeti ile kentsel mücadelesi arasındaki ilişkiyi tanımlıyor.(5) Gerçekten de bu dönemde Odaların birlikte uygulamaya geçirdiği Ortak Mesleki Denetim Uygulaması (OMDU) kentsel mekân üretim sürecinde Mimarlar Odası’nın denetim kapasitesinin en yüksek düzeyini temsil eder. Yani organiklik, kent mücadelesinin, mekânın ve mimarlığın üretim koşullarından doğan çelişkilerin politize edilebildiği ölçüde kavuştuğu bir nitelik. Bu organikliğin önünde çok fazla engel var ve bunların sorumluluğunu Şube’ye yüklemek haksızlık olur. Yine de, Şube’nin kentsel mücadelesi eşi görülmedik bir tanınırlığa ve etkinliğe kavuştukça bu organik zeminden de o kadar uzağa düşmüş oldu. Yani üye ile arasındaki mesafe, Şube siyaset yaptığı için değil, aksine (mekânın ve mimarlığın üretim koşullarından doğan çelişkilere ilişkin) yeterince siyaset yap(a)madığı için giderek büyüdü.
Böyle bakıldığı zaman, batması imkânsız Titanik gibi görünen Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin içine girmiş olduğu sarmalın, aslında batmasını mukadder kıldığını görmek mümkün. Popülizmin handikaplarını aşamayan, organikliğini ve kolektivizmini giderek kaybeden mücadele stratejisi sonunda yenilgiye uğradı. Yazının başında belirttiğim gibi, bu yazı objektif bir anlama çabası olduğu kadar, kişisel de bir değerlendirme, bir özeleştiri. Bu kişisel değerlendirmeyi de dünde bırakmayıp, bugünden yarına uzatmak anlamlı geliyor bana. Christopher Nolan’ın Batman üçlemesinin ilk filminde Bruce Wayne’in önce babasından sonra da Alfred’den duyduğu nasihat uyarınca; düşeriz, düştüğümüz yerden kalkmayı öğrenmek için.
NOTLAR:
[1] “Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde AKP-MHP’lilerin listesi kazandı”, Sendika.org, 26 Şubat 2024, https://sendika.org/2024/02/mimarlar-odasi-ankara-subesinde-akp-mhplilerin-listesi-kazandi-701494
[2] “Mimarlar Odası Ankara Şubesi eski başkanı: İktidar bütün gücüyle yüklendi, fetih gibi görüyorlar”, SOL, 26 Şubat 2024, https://haber.sol.org.tr/haber/mimarlar-odasi-ankara-subesi-eski-baskani-iktidar-butun-gucuyle-yuklendi-fetih-gibi
[3] Türkiye genelinde yaygınlaşacak olan kentsel dönüşüm rejiminin inşasında Ankara’nın rolü için, bkz. M. Penpecioğlu, M. K. Bayırbağ ve S. Schindler, “Tamamlanmamış Kentsel Devrim: Türkiye’de Neoliberal Dönüşümün Çoklu Sosyo-Politik Örüntüleri ve Ankara Örneği”, Tamamlanmamış Kentsel Devrim: Günümüz Türkiyesi’nde Kent, Kriz ve Gündelik Hayat içinde, der. E. Acara ve M. Penpecioğlu, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 167-202.
[4] Detaylar için, bkz. B. Batuman ve T. Karakuş Candan, “Kentsel Politikada Yeni Biçim Arayışları: 2009 Yerel Seçimleri ve Ankara'da “Belediye Yönetimlerinde Saltanata Son” Kampanyası”, Praksis 24, 2010/3, 57-75.
[5] İlgilenenler için: B. Batuman, “Organic Intellectuals of Urban Politics? Turkish Urban Professionals as Political Agents in 1960-1980”, Urban Studies 45/9, 2008, 1925-1946.