Tito, Türkiye heyeti için İvo Andriç’i görevlendirmiş!

1953'te Bursa'yı ziyaret eden Yugoslav yazar İvo Andriç "Bu kadar güzelliği ve zenginliği barındıran başka bir memleket hatırlamıyorum. İnsanlarına, taşına ve toprağına hayran gidiyorum" diye yazar.

Google Haberlere Abone ol

Aslında kimi yazarların geniş bir radarı var. Öyle ki içinde doğdukları kültürel havzanın derinliği ölçüsünde yapıtlarını süslüyorlar ve ‘destansı anlatım’a kapı açıyorlar. Bu cümleleri; ‘benim yazarlarımdan’ olan, Sezai Karakoç’un da ‘Osmanlı yazarı’ diye andığı İvo Andriç için kurdum. Bir Balkan İmparatorluğu addedilen Osmanlı Devleti’nin son demlerinde ve bayrağı altında, 1892’de İstanbul’a vezir yetiştirmekle meşhur Travnik’te dünyaya gözlerini açan Andriç; sağında, solunda, önünde, arkasında gördüğü, duyduğu, hissettiği sesleri derleyen bir romancı. Onun birinci eseri Ex Pontu’yu sanatçının repertuvarı için hatırlarsak; 1945’te yayımladığı ve bence bir kronik kitabı kadar kudretli ilk kurgusu Travnik Günlüğü ve aynı sene (Emir -Nemanja- Kustrica’nın herkese övdüğü) Drina Köprüsü, geçmişin uzun bir şimdiki zaman olduğunu tekrar eden bir temrin. Romanda da geçtiği üzere Vişegradlı Müslümanlar, Osmanlı’nın ilk başkentini görmemelerine rağmen tanırlar, bilirler. Çünkü ‘İmparatorluğun o güzel ve zengin Bursa şehri’, gazi-dervişlerin eliyle Rumeli’ni tavattun eden Türklerin çıkış noktasıdır. O yüzden şehirlerin betonlarla kaplandığı bugün bile Saraybosna’ya, Üsküp’ü, Filibe’ye, İskeçe’ye, Prizren’e gitseniz kendinizi pekâlâ Bursa’da sanabilirsiniz.

NEVİŞAHSINAMÜNHASIR SOSYALİZM!

Şimdi gelelim asıl habere… II. Dünya Savaşı esnasında Nazileri püskürten Partizanlar’ın lideri Tito, 1943’te gizlice topladığı devrim hükümeti tarafından ‘mareşal’ ilan edilir. Ardından tıpkı Gazi gibi Hükümet Başkanlığı ve Başkomutanlık rütbelerini alır, 1945’te seçimlere gider ve monarşiyi lağvederek ‘Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni ilan eder. Ülkesinde sosyalizmi uyguladığından ötürü Avrupa’yla, nevişahsınamünhasır bir yönetim anlayışı benimsediği içinse iki kutuplu dünyanın hamilerinden SSCB ile arası açılır. Stalin’in Mart 1953’teki ölümü sonrası ‘Balkan komünizmi’ni örgütleyen, 1961’de de ‘Bağlantısızlar Hareketi’ne neredeyse öncülük edecek olan Tito, Türkiye Cumhuriyeti ile de iyi ilişkiler geliştirir.

DEMOKRAT PARTİ, YUGOSLAVYA’YLA İŞ BİRLİĞİ İÇİNDE!

İşte, Demokratlar’ın kendilerince ‘Beyaz İhtilal’ kabul ettikleri iktidara geliş yıldönümünde, yani 14 Mayıs 1953 tarihinde, on altı kişiden müteşekkil Yugoslavya Parlamento Heyeti, Ankara’ya davet edilir. 18 Mayıs 1953’te Refik Koraltan’ın reisliğinde gerçekleştiren oturumda konuşan Demokrat Parti Bursa milletvekili Hulusi Köymen, dünyanın içinde bulunduğu ağır şartlar karşısında Türk, Yugoslav ve Yunan Devletleri arasında imzalanan üçlü barış antlaşmasını ‘çok mesut bir hâdise’ olarak değerlendirir: “Her türlü tecavüz maksadından tamamen uzak ve kendi aralarında olduğu kadar bütün milletlerle de sulh içinde yaşamak ve kendilerinin hürriyetlerine, istiklâllerine ve toprak bütünlüklerine hariçten vukua gelecek tecavüze karşı müdafaa gayretlerini birleştirmek arzusiyle yapılan bu Andlaşmanın bütün insanlık ve hürriyet dünyası için de aynı değer ve kıymeti taşıdığı muhakkaktır.”

ANKARA, İZMİR, İSTANBUL’DAN SONRA BURSA

Tito’nun tayin ettiği heyet, Ankara’dan sonra İzmir ve İstanbul’a da uğrar ve 25 Mayıs’ta Bursa’ya gelir. Yugoslav temsilcileri takip eden Hakimiyet gazetesi muhabiri, konuklardan birine Osmanlı’nın birinci payitahtını nasıl bulduğunu sorar. Bu kişi şöyle bir yanıt verir: “Bursa, gördüğümüz memleketlerin en güzelidir. Bu kadar güzelliği ve zenginliği bir arada barındıran başka bir memleket hatırlamıyorum. İnsanlarına, taşına ve toprağına hayran gidiyorum. Eğer yine Türkiye’ye gelirsem, ilk işim Bursa’ya gelmek olacaktır. Misafirperver Bursalılara bizim namımıza söyleyin, onlar çok mesut insanlardır, çünkü bu kadar güzel memleketleri var.”

'BURSA, OKUNMAMIŞ BİR KİTAP OLARAK YAŞIYOR İÇİMDE'

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Mevsim’in kaydettiğine göre; ‘adı belirtilmeyen bu ünlü konuk’ İvo Andriç’ten başkası değil. Yugoslav yazar; Mareşal Tito’nun söz konusu heyetin gelişinden bir sene sonra, yani 1954’te Türkiye ziyareti ile ilgili Belgrad Radyosu’na şu demeci verecektir: “Kısa bir zaman için de olsa Türkiye’yi ziyaret etme şansına eriştiğimden çok mutluyum. Türkiye, geçmişle bugünün keskin ve belirgin şekilde kesiştiği ülkelerden biridir. Geçmişin, çağdaş hayatı ve gelişmeyi sıkmadığı ve ezmediği bir ülke… Hayat da çağdaşlığa gerçek hakkını verir. Bundan dolayı bizler, özellikle de yazarlar için, Türkiye’ye yapılan gezi; gözü ve ruhu besleyen bir gıdadır. Bu nedenle, eşsiz kent Bursa, hayatımdaki en büyük sürprizlerden biri olarak kalacak. Bursa, şahane, ama sonuna dek okunmamış bir kitap olarak yaşıyor içimde. Bu kentte en belirgin biçimde geçmişin ihtişamıyla medeniyetin gelişimi görülebilir. Bu mutluluğuma küçük bir gölge düşüyorsa, o da belki Bursa’yı bir daha göremeyecek ve daha iyi tanıyamayacak olmamdan kaynaklanıyor.”

MURADİYE’Yİ GÖRDÜKTEN SONRA ‘CEM SULTAN’I YAZDI!

Lejand Kitap’tan çıkan Evliyâ Çelebi’nin İlk Seyahati adlı çalışmam için “Nobelli Yazar İvo Andriç’in Bursa Sevdası” adlı makalesini benimle paylaşan Hüseyin Mevsim’in de belirttiği gibi Osmanlı’nın ilk payitahtı Balkanlı yazarı derinden etkiler. Öyle ki bir sene sonra yayımladığı Lanetli Avlu (Uğursuz Avlu), 17. yüzyıl Osmanlı manzarasının olduğu ve kendisini Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ‘Cem Sultan’ sanan Cemil’in hikâyesidir. Romanda da geçtiği üzere “Güzel; ama ortada öğrenecek milyonlarca şey varken Cem Sultan’la ilgilenmek neden?” sorusu sizin de aklınıza gelmiş olabilir. Fakat Andriç gibi Balkanları mayalayan Bursa’yı bilmek, tanımak kişisel tarihinin hudutlarını tayin, muhayyilesinin sınırsızlığını tarif eden anlatının maymuncuğu.

TANPINAR’LA ANDRİÇ’İ BİRLEŞTİREN TRAJEDİ: 1958 KAPALIÇARŞI YANGINI

Hâl böyle olunca Andriç de kendisine edebî şöhretin kapılarını açan “Bursa’da Zaman” şairi Tanpınar da aynı hüzünde birleşiyor. 1855 Depremi sonrası şehrin başına gelen en büyük felaketlerden biri de 1958 Kapalıçarşı Yangını’dır. Bu facianın ardından iktidar yetkilileri, kenti yeniden ortaya çıkarması adına İtalyan sosyalist mimar Luigi Piccinato’yu Bursa’ya davet ederler. Fakat bu şehir plancısının nefis -ve bence bugün de cari olan- tasarıları, 27 Mayıs Askerî Müdahalesi sonrası meydana gelen politik kargaşadan ötürü akamete uğrar. Kentin yazgısında yer alan bu trajedi ile ilgili Tanpınar, Cumhuriyet gazetesinde ‘Bursa yangını’ başlıklı bir yazı kaleme alır. Uzun ve yerinde saptamalarda bulunan Beş Şehir müellifi, makalesini şöyle noktalar: “Bursa’ya benzeyen Floransa, Ravena gibi İtalyan şehirlerinin Granada, Sevilla gibi İspanyol, Buges, Gand gibi Belçika şehirlerinin güzelliklerini, bu günle tarihin kucak kucağa yaşaması vücuda getirir. Bu sadece tarihî eserlere hürmetle onları velev ki yıkık bir duvar yahut bir taş parçası olsun, ehemmiyetle muhafaza etmekle olmaz. Muhafaza, bu işte ilk şarttır. Ayrıca bu tarihin dikte ettiği dersi iyice dinlemek lazımdır. Bursa peyzajının rahatça tahammül edeceği mimarînin üslubunu, şehrin alacağı manzarayı ancak o zaman gerektiği gibi tayin edebiliriz. Zamanın yarattığı büyük ve canlı terkibler daima büyük dikkatler ister. Bursa’ya, Bursalılara ve bütün milletimize geçmiş olsun diyelim.”

TARİHİN MANTIĞI, KADERİN HÜZNÜ…

İvo Andriç de tıpkı Tanpınar gibi bu yangına bigâne kalmaz ve Belgrad’da neşredilen NIN dergisine hislerini döktüğü bir yazı yollar. Bu elim hadiseden dört yıl evvel Bursa’ya geldiğinde hissettiklerini anlatan ve kendisini de dâhil ettiği kültür potasını adlandıran Andriç, Bursa’yı sadece Osmanlı’nın eski başkenti ve en yüce padişahların uyuduğu yer olarak görmez. Ona göre; Keşiş’in eteğinde kurulmuş olan bu kadim kent, Balkanları da var edecek tarihin mantığıdır. Çelik Palas’ta konakladıkları gün, Osmanlı şehirlerinin nasıl ortaya çıktığını, yerleştiğini ve toplumsal yapıları nasıl gördüğünü hatırlatan Andriç, sözlerini şu cümlelerle tamamlar: “Sözünü ettiğim anlık görüntünün ışığında yıkan ve yapan, ilerleyen ve bizim topraklarımızda da kalan bu gücün asırlarca sürmüş yolculuğunu izledim ve gözümün önüne olabildiğince net getirmeye çalıştım… Yolculuğum boyunca yaşamış olduğum başlıca ve en derin anım buydu. Bugün bile içimde parıldayıp duran bu anla zenginleşmiş olarak Bursa’dan ayrıldım. Işıklı ve yeşil Bursa’nın anısı, onu bir kez daha görme ve hissetme isteği içimde yaşamaktadır. Bursa artık yanmış ve zarar görmüş olsa da. Kim bilir, belki tam da böylesi felakete uğramış olduğundandır.”  

Son söz: Büyük seyyahımız Evliyâ Çelebi’nin dediği gibi, şehirleri seyredin. Bakalım, karşınıza hangi fotoğraflar, hatıralar ve aşklar çıkacak, hazır mısınız?