YAZARLAR

Tokalaşarak ‘iç cephe’ kurulur mu?

Erdoğan’ın, “Fitne girişimleri karşısında millet olarak, 85 milyon olarak iç cephemizi sağlam tutmaya gayret ediyoruz” demesiyle başladık… Bahçeli’nin üst üste hamlelerini izledik. “Savaş kapıya gelmişken siyaset için birbirimizi üzmeyelim” diyor olabilir miydi iktidar? Tokalaşarak bir ‘iç cephe’ inşa edilebilir mi? Herhalde bu sorunun yanıtını verecek olan iktidar değil. O, işini yapıyor.

TBMM’nin yeni yasama yılı açılışı dolayısıyla, iktidar tarafından neler duyduk, neler gördük öyle!

Erdoğan’ın, “Fitne girişimleri karşısında millet olarak, 85 milyon olarak iç cephemizi sağlam tutmaya gayret ediyoruz” demesiyle başladık…

Bahçeli’nin üst üste hamlelerini izledik:

- Sabah, ‘ayağını denk al’ dediği Özgür Özel’i akşam sohbette, ‘siyaset bu üzülme sen’ diye gönülledi.

- Geçmişte olduğu gibi sadece Ahmet Türk ya da Leyla Zana gibi bir tek vekille değil bütün DEM Parti grubuyla tokalaştı, selamlaştı üstüne bir de ‘dünyada barış diyorsak iç cephede de barış olmalı’ açıklaması yaptı…

- Hatta geçmişte onca ağır şeyler söylediği Ahmet Davutoğlu’na da, “Türkiye’nin sizin deneyiminize ihtiyacı var” dedi… Bakanlık/başbakanlık dönemlerinden bu yana her kritik aşamasında küfür kıyamet açıklamaların geldiği MHP’nin genel başkanı meğer o aynı ‘deneyim’e kıymet vermekteymiş!

Bütün bunlara bakarak ‘hayırdır’ diyenlerin aklına ilk gelen kerameti İsrail gecelerini aydınlatan İran füzelerinde aramak oldu tabii. “Savaş kapıya gelmişken siyaset için birbirimizi üzmeyelim” diyor olabilir miydi iktidar?

Peki, ‘iç cephe’ sağlam olursa ne olacak ki?

Herhalde, Türkiye muhalefetiyle, iktidarıyla bölgede ve dünyada barışı savunacak.

Güzel tabii…

Çok güzel…

***

Gel gör ki, “Türkiye” muhalefetten ve iktidardan, onların partilerinden, vekillerinden, yöneticilerinden ibaret değil.

Uygulanan ekonomik programın yarattığı tahribat, dayattığı yokluk ve yoksulluk; siyaset toptan ‘bölgede barış’ diyor diye otomatik olarak çözülecek mi?

En eskisinden en yenisine, Münevver Karabulut cinayetinden Narin Güran cinayetine, kamu vicdanının bir türlü rahatlatılamadığı onca suç dosyası otomatikman açıklığa kavuşacak ve adalet yerini bulacak mı?

Ya da aynı şekilde birikmiş ve daha da birikmekte olan çete, mafya, usulsüzlük, yolsuzluk, israf dosyaları kendi kendilerine raftan inip suçlular hak ettikleri cezaları mı alacak?

Kim bilir, hazır başlamışken yine kol kola yeni bir anayasa da yapılıp çıkılır belki işin içinden!

***

Her iktidar böyle bir düzen ister. Savaşı ya da savaş ihtimalini iç siyaseti dönüştürerek kendisi için risksiz hale getirmek isteyen ilk “hükümet” bu değil. Tarihte örneği çoktur zaten. Tarihe uzanmaya da gerek yok. Çatışmalı süreçlerin bugün, “Atlar Beyrut’a giderdim ama ABD’yi de önceden bir arardım” diye iktidara akıl veren Davutoğlu’na seçim zaferi getirdiğinde olduğu gibi daha yakın zamandaki örnekler zaten hafızalarda taze.

İyi de bunlar sadece, ‘tokalaşarak’ yapılabilecek şeyler midir iktidarlar için?

***

İktidar yazarları Özgür Özel’den söz ederken, ‘dik dur eğilme’, ‘zikzak yapma’ diyorlar bu ara hep. Söylemek istedikleri şöyle bir şey aşağı yukarı: “Özgür Özel iyi gidiyor ama bir yerde eski CHP’nin ona kurduğu tuzaklara düşüyor, boyun eğiyor, zikzak yapıyor....”

Buraya gelen yolun başlangıç noktası ise, Özel’in genel başkan olmasından bu yana geliştirdiği, yerel seçim zaferinden sonra yükselttiği “içerde ana muhalefet, dışarda Türkiye partisiyiz” söylemi. Bu söylem, Türkiye gibi sağ-muhafazakar seçmen kitlelerinin seçim sonuçlarını belirlediği ve ‘milliyetçi’ lafazanlığın her zaman etkili olduğu düşünülen bir ülkede makul görünüyor olabilir. Ancak işte bu iktidarın da muhalefet için makul görünen her şeyi kendi lehine dönüştürecek bir yeni mücadele alanına çevirebilme gücü meşhur!

Oysa iktidar olmak dış politikadaki hataların faturasını da günü gelince ödemektir. Ana muhalefet partisi de ‘Türkiye partisi’ çizgisinde diye kimse de o faturayı kesmekten geri durmaz. O gün gelip de iktidar sıkıştığında, 

“CHP ‘dışarda Türkiye partisiyiz’ dedi ama bak sınır ötesinde operasyona karşı çıkıyor.”

“DEM Parti’yle bile el sıkıştık ama muhalefet bildiğini okumaya, ‘terör ittifakı’ kurmaya devam ediyor.”

“Altılı Masa’nın küçük ortakları milletin Filistin hassasiyetini sömürüyor” vs. açıklamaların…

Ve hatta en bariz montajlısından daha ağır taarruzların gelmeyeceğinin bir garantisi var mı?

Elbette yok.

Neden?

Çünkü iktidar tarifini sadece kendisinin bildiği ‘iç cephe’de aslında hiçbir karşı adım atmadı, atmıyor!

Osman Kavala serbest bırakıldı…

Can Atalay Meclis’teki yerini aldı…

Haklarında aksi yönde verilmiş onlarca mahkeme kararına rağmen cezaevlerinde tutulan siyasetçiler tahliye edildi…

Ülkenin dört bir yanında düşük ücretle açlık sınırında çalıştırılmaya karşı direnen emekçiler haklarını aldı…

Gezi Parkı’nın önünde yıllardır ve 7/24 süren polis ablukası bitti…

Demokratikleşme ve özgürlükler konusunda adımlar atılmaya başlandı...

Şimşek programıyla çarpılan halk kesimlerinin zararlarını telafi etme paketleri hazırlandı…

Gibi haberler mi alıyoruz?

O yüzden mi ‘iç cephede barış’ konuşulur oldu?

Yok…

Sadece ‘tokalaşma’ var…

Tokalaşarak bir ‘iç cephe’ inşa edilebilir mi?

Herhalde bu sorunun yanıtını verecek olan iktidar değil.

O, işini yapıyor.

Ve yanıt, gündemiyle, söylemiyle, eylemiyle muhalefette…