YAZARLAR

Topal ördek nasıl tökezledi?

Muhalefet partilerinin kendi arasındaki uzlaşmayı ve sivil toplumla dayanışmayı başarması otoriter muktediri tökezletti. Toplumu kuşatmaya alan, seçeneksiz bırakan otoriter taktikler karşısında kuşatılmaya direnenler hep vardı ve bu geri adım attırma hali geçmişten gelen direnişin sonucu.

Yerel Seçim sonucu iktidarı topal ördek konumuna düşürdü. Tabii ki ülkede yıllardır demokratik yönetimin ‘D’si bile bulunmadığı için iktidar, bu olguyu görmezden geldiğinde toplumun da hiç olmamış gibi algılayacağı yanılgısında. En iyi bildikleri şey ülkeyi değil algıyı yönetmek ne de olsa. Ve kimsenin düşünmesine fırsat vermeden sağanak gibi yağdırarak yasa teklifleri, torba yasalar sevk ediyor TBMM’ye. Komisyonları çalıştırmıyorlar. Meclis Komisyonlarının işlevi gelen yasa teklifinde, Anayasayı ve toplum yararını gözeterek uygun görülen gerekli değişiklikleri yapmak değilmiş gibi kalem oynatmadan Genel Kurula sevk ediliyor. Üstelik not alındığı, itirazların dikkate alınacağı gibi beyanlarla… Adalet Komisyonu Başkanı Yüksel’in sözleri yasa yapımı konusunda Parlamentonun, Komisyonun hatta TBMM Genel Kurulu’nun üstünde birilerinin değerlendireceği izlenimi veriyor-du. Nitekim Adalet Bakanı Tunç anında devreye girip o "dikkate alınacaktır" ifadesini, sosyal medya paylaşımıyla boşa düşürdü. Sanki Komisyon Başkanına had bildirir gibi. Kadınlara erkek soyadının dayatılmasına ilişkin 9. Yargı Paketi'nin 15.madddesi Komisyonda geri çekilmeliydi veya kadınların kendi soyadlarını ömür boyu kullanabilmesinin yolunu açacak değişiklik yapılmalıydı. Genel Kurul’da olur mu? Bekleyip görelim.

Öğretmenlik Meslek Kanunu adıyla getirdikleri garabet yasa teklifinin 4 maddesi Genel Kurul’da reddedilince ezberi bozulan iktidar, teklifini şimdilik geri çekip, görüşmeleri Ekim ayına erteledi. Erteletme bile uzun yıllardır gördüğümüz en önemli muhalefet başarısı. Partilerin, vekillerin çabası görülmeye değerdi gerçekten. Tabii ki topal ördek sendromu yaşatan seçmen desteği sayesinde. Ama siyasilerin bu fırsatı iyi değerlendirmesi yeni beklentiler yarattı. Örneğin Tarım Komisyonunda görüşülen hayvan katliamı teklifi de benzer şekilde veya daha iyisiyle geri çektirilebilir umudu yayıldı. Beklenen tasarruf tedbirleri paketi için de… Dikkat edilirse kısacık bir zaman diliminde toplumsal düzeni kökten etkileyecek ve birbirinden apayrı pek çok yasa teklifinden söz ediyoruz. Her biri farklı toplumsal kesimlerin çalışma ve ilgi alanına giren ancak her biri tüm toplumun yaşamını düzenleyecek konular sağanak gibi gündeme yağdırılıyor. Toplumsal muhalefetin gündemini parçalamayı ve bu yolla tepkileri cılızlaştırmayı hedefleyen bir taktik bu. Ucube sistemin verdiği güçle iktidar yıllardır böyle çalışıyor. Kadın hareketi, emek hareketi, hukukçular, eğitimciler her birimiz kendi çalışma alanlarımıza odaklanmak zorunda kalıyoruz. Bir arkadaşımın benzetmesiyle her bir toplumsal kesim ters kelepçe takılarak burnu toprağa bastırılmış gibi yanı başındakini göremez hale getiriliyor. Hukuku, demokrasiyi, laik sistemi, eğitimi, cumhuriyet değerlerini, insan haklarını içi boşaltılmış kavramlara dönüştürmek için toplumsal tepkiyi zayıflatan bu yöntemi kullandı. Farklı yasalarla yargı organlarının askeri ve sivil bürokrasinin işleyişini bozup parlamentonun gücünü kırarken, kendine biat etmeyen sivil toplum örgütlerinin nefesini keserken, birbirimizi görmemiz, ortak mücadele etmemiz bu taktikle engellendi. Fakat ilk defa bu taktik kısmen geriletildiğinde görüyoruz ki sivil toplum yani kitlesel muhalefet ve kurumsal muhalefetin iş birliğiyle yani demokratik yöntemle başarılı olundu. Otoriter yönetimden çıkış için demokratik mücadelenin yetersiz kalacağını düşünenlere inat demokratik tutumun başarabileceğini gösteren belki minik ama kıymetli bir adım. Muhalefet partilerinin kendi arasındaki uzlaşmayı ve sivil toplumla dayanışmayı başarması otoriter muktediri tökezletti. Toplumu kuşatmaya alan, seçeneksiz bırakan otoriter taktikler karşısında kuşatılmaya direnenler hep vardı ve bu geri adım attırma hali geçmişten gelen direnişin sonucu.

İktidar tarafından kuşatılma girişimi ve buna direniş ülkenin her yerinde   yıllardır sürdürülüyor. İrili ufaklı kadın örgütleri başta cinsiyet temelli şiddet olmak üzere eril dayatmalara karşı mücadele ettikleri gibi eril zihniyeti besleyen iktidar politikalarına ve kamu idaresine karşı da mücadele vermek zorunda kaldıkları için çok yönlü çalışarak kuşatmayı kırıyorlar. Bunlardan birisi Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği. “Emekçi mahallesiyiz” diyor Dernek Başkanı Adile Doğan. Yoksulluk ve işsizlik artarken çalışanlar için de modern kölelik düzeni kurulduğu anlaşılıyor. İstanbul Pendik ilçesinin kıyılarında bir semt Esenyalı ve dört mahallesi var. Emekçi yoğun nüfusuyla 24 saat yaşayan bir yer Esenyalı. “Gecenin ikisinde servisten inip evine dönen de var aynı saatte servise binip işine gitmek için evinden çıkan da.” Ve bu emekçilerin çoğu kurulan modern kölelik düzeninde çalışıyor olmalı ki Adile Doğan bazı fabrika ve işyerlerinde bir işçinin iki bazen üç makinada birden çalışması için makinaların kurulum düzeninde yeni ayarlamalar yapıldığını belirtiyor. “Hatta bir işçinin daha az adımla yani daha kısa sürede diğer makinaya geçmesini sağlayacak şekilde kurulum hesapları yapıyor patronlar.” Üç işçinin emeğini bir işçi ücreti ile elde etmek isteyen sermaye sahibi kâr kaybını önlemek için emekçinin yaşamı pahasına, insan onuruna yakışır çalışma koşulu hakkını ihlal ediyor. “Şirketler kazanacak” demişti nitekim Maliye Bakanı Şimşek, patron da kazanıyor. Eskinin ‘harp zengini’ sıfatı yerine bugün için kriz zengini yaratılıyor iktidar tarafından. Çarklar işlesin diye. Ama o çarkların dişlileri arasında ömür tüketen kadın-erkek emekçinin emeği sömürülürken şanslıysa sadece hakları değilse hakları gibi hayatı da çalınıyor. Erkek ve kadın işçi aynı çarklarda ezilirken kadınlar için ikincil bir ezilme biçimi de Flora Tristan’ın ölümsüz tanımıyla proleterin proleteri olma haliyle çıkar karşımıza.

Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği, patronun baskısı altında ezildiği gibi evde de en yakını olan proleterin patronluğuna direnmek, şiddete karşı durmak isteyen kadınların buluştuğu bir sivil toplum örgütü. Şiddetsiz yaşam hakkı için iş yerinde olduğu gibi evinde de direnmek zorunda kalanların dayanışmasıyla oluşmuş. Gerçekte devletin insan hakkı ihlali olan şiddete karşı kadınları koruması ve şiddeti önlemesi gerekiyor ama yasaları uygulamadığı için kadınları bu konuda yalnız bırakıyor iktidar. Dolayısıyla dayanışma ağları örüyor kadınlar ki demokratik toplumun iyi işleyen mekanizmaları olsa bile can damarları sayılan örgütlenmelerdir, bilindiği üzere. Toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak görülüp kolluk birimlerinin şiddeti önleme işindeki en yakın yardımcısı olacak örgütlerden birisi Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği. Ve çalışma usulleri de bu yönde. Kollukla ve diğer şiddetle mücadele mekanizmalarını işletme yükümlülüğü olan kamu kurumlarıyla düzenli ilişkilenme çabası içindeler. Ne var ki iktidarın şiddeti önleme değil şiddetle mücadeleyi önleme politikası yürütmesi nedeniyle Dernek uzun zamandır kolluk kuşatması altında ve kadınlar mücadeleden vazgeçmese de tedirgin. Kolluk lafa gelince Derneği korumaktan söz etse de şiddet faillerini korkutmak yerine şiddete karşı hayatta kalmak için yollar arayan kadınları korkutmakla meşgul.

“Kurban Bayramından on gün kadar önce başladı kolluğun Dernek önündeki nöbeti. Bizim ve mahalle sakinlerinin şikayetleri üzerine biraz geri çekildiler. Şimdi ofisimizin bulunduğu sokağın iki başını tutmuş haldeler.” Tam bir kuşatma halini düşündürüyor Adile Doğan’ın sözleri. Kadınları korumak için mi acaba diye bir soru gelebilir akıllara ancak sorun sokağın giriş ve çıkışını tutmalarından ibaret değil. Dayanışma derneğinin kadınlara danışmanlık da yapması nedeniyle evinde karısını ya da kızını bulamayan erkeklerin dernek kapısına dayandığı ve karısını ya da kızını kendilerine teslim etmesini istediği biliniyor. Bazıları silahlı olan bu erkekler arasından “karakoldan derneğe bak orada bulursun” denildiği için geldiğini söyleyenler var. “İşin tuhafı” diyor Adile “böyle zamanlarda çevrede polis ya da bekçi görünmüyor.” Bir diğer usulsüzlük ise çok daha vahim ve yaşamsal öneme sahip. “Kolluk Karakola başvurup şiddet şikayetinde bulunan kadınları savcılığa yönlendiriyor. Koruma kararı verme yetkisinin savcıya ait olduğu izlenimi yaratan bu yönlendirmenin kadınların hayatına mal olabileceği gerçeğini görmüyor.” İktidarın kadına yönelik şiddeti önlemek yerine şiddetle mücadeleyi önleme politikasını açığa çıkaran bir uygulama diyorum buna. Adalet Bakanlığının koruma kararlarına yönelik yayınladığı genelgelerle bile isteye yarattığı karmaşanın sonucu. Adile devam ediyor “bir başka kadına ise senin boşanma sürecin başlamamış, bu durumda koruma kararı verilmez” denilerek kadının karakoldan geri çevrildiğini belirtiyor. Yasada olmayan bir şartı mahallede şiddet gören bir kadına dayatan polislere yönelik İçişleri Bakanlığı'nın hemen harekete geçip yaptırım uygulaması gerekir. Ancak görünen o ki verdikleri bilgilerle kadınlara haklarını anlattığı ve dayanışma ağı ördüğü için Derneğe baskı uyguluyor Bakanlık. Failler serbest, kadınlar işteki patronun, evdeki patronun baskısı altına olduğu gibi kolluk güçlerinin de kuşatmasıyla karşı karşıya.

Baskının şiddeti oranında tepki de güçleniyor elbette. Mücadele azmi de yükseliyor. Esenyalı’da sokağa çıkıp eylem yapan tek grup Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği. Sadece kadına yönelik şiddetle ve diğer kadın sorunlarıyla ilgili çalışmıyor, orada kadınlar. Yoksulluk, işsizlik de mücadele alanlarından. 6 Şubat depremlerinden sonra bölgeye ilk yardımları ulaştıran ekip olacak kadar da hızlı örgütlenmeyi başarıyorlar. Kamu kreşi bekleniyor İBB’den zira kadınlar çalışabilmek için çocuklarını mahallede bulunan “sıbyan mektebine” göndermekten mustarip. Bizim tarikat cemaat vakıfları, Bakan Tekin’in sivil toplum dediği yapıların açtığı, Diyanet’in desteklediği  ana okulları, iktidar tarafından seçeneksiz bıraktığı toplumun en önemli derdi. Çocuklarının güvenliğinden emin olacakları erişilebilir, kaliteli kreş hakkı için de mücadele etmek zorunda kalmaları korkunç.

Bir yandan kayıt dışı istihdamın yoğunluğu ile aratan güvencesizlik ve sağlıksız koşulların getirdiği yaşamsal tehdit tüm emekçi mahalleler gibi Esenyalı’nın da yaygın sorunlarından. Ekonomik krizle artan yoksulluk ve yoksunluğun çıkışsızlık duygusuna sürüklediği gençlerin parklarda oturması bile bekçiler tarafından kriminalize edilirken diğer yanda madde kullanımının yaygınlaşması ve buna bağlı intihar ve cinayetlerin artması ülkenin getirildiği çürümenin yansımaları. Eskisi, teröristi ayakkabı numarasına kadar bilirdi. Yenisi çetelerin yuvalarını eliyle koymuş gibi buluyor ama İçişlerinin hiçbir bakanı hem kadına şiddet hem de diğer toplumsal sorunlarda en yakın işbirliği yapabileceği kadın örgütleriyle ilişkilenmek istemiyor. Uyuşturucu, silah, insan kaçakçılığının yaygınlaştığı ülkede çetelerin topluma verdiği hasarla mücadele için de kadın örgütlerinin onarıcı işlevi kıymetlidir oysa. Bu nedenle kendisine gelen şiddet başvurusunu raporlaştıran, kadınları şiddetle mücadele mekanizmalarına yönlendiren Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği, Türkiye kadın hareketinin kıymetli parçalarından. En büyük şehrin, devasa metropolün çeperinden yükselen bu eşitlik ve şiddetsiz yaşam mücadelesi gerek İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi gerekse tanınan, bilinen güçlü ve deneyimli kadın örgütlerinin danışmanlık ve dayanışma desteğine açık bir yapı. Kendileri her toplumsal kesimle ve her sorun öbeğine karşı kurulan hak savunusu ağlarıyla dayanışma gerçekleştirdikleri gibi şimdi de kolluk tacizine varan baskılara karşı desteklenmeliler. Kuşatmalar dayanışma ağlarıyla kırılıyor malum…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.