Toplumsal barışı sağlayacak bir uygarlık için…
Akademisyen yazar Bülent Şık'ın kaleme aldığı 'Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler' Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Şık, çıktığı yolda iklim, biyoçeşitlilik, kimyasal kirlilik, insanın insan-dışı dünyayı tehdidi, göçmenler, yersiz-yurtsuzluk, 'uygarlık' ve 'ilerleme' krizlerini ele alıyor.
Eduardo Galeano, Ateş Anıları’nın üçüncü cildi olan 'Rüzgârın Yüzyılı'na şu cümlelerle nokta koymuştu: “Hayat Ağacı, her ne olursa olsun, etrafında dönen içten müziğin asla kesilmeyeceğini biliyor. Ne kadar ölüm yaşanırsa yaşansın, ne kadar kan akarsa aksın, erkekler ve kadınlar hava tarafından solunduğu, toprak tarafından sürüldüğü ve sevildiği müddetçe müzik onları dans ettirecek.”
Galeano insan, doğa, savaş, ölüm ve yaşam hikâyelerinin anlatıcısıydı. Bunu neden yaptığını açıklarken “şehrim Montevideo’nun, ülkem Uruguay’ın ve dünyanın sesini dinlemeyi seviyorum” demişti. Yaşamın ve doğruların tarafındaydı o.
Hayatın hep aynı coşkuyla akacağına ve hiçbir şeyin tükenmeyeceğine dair bir yanılgıyı aşma yolunda doğrulara el atanlar yani yalın bir şekilde ve büyük bir cesaretle hakikatleri anlatanlar, hiçbir şeyin değişmeden kalmayacağını ısrarla vurgular.
Galeano’nun ömrü boyunca dilinden düşürmediği Hayat Ağacı’nın altında, dünyanın dört bir köşesinde hikâyeler anlatılıyor hâlâ. Yaşamın ve doğanın sesini duyup dinleyen; değişimin getirip götürdüklerini ortaya koyan, gidecek başka bir yeryüzü olmadığını vurgulayan, “Biz” ve “Onlar” yerine “hep beraber” diyen Bülent Şık da Hayat Ağacı’nın gölgesini görüp börtü böceğinin sesini işitmeye çağırıyor hepimizi Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikâyeler’de.
‘PARA KAZANMAK SALDIRGANLIKTIR'
Şık, çıktığı yolda iklim, biyoçeşitlilik, kimyasal kirlilik, insanın insan-dışı dünyayı tehdidi, göçmenler, yersiz-yurtsuzluk, “uygarlık” ve “ilerleme” krizlerini görüyor.
Vicdan sahibi insanlar için dertlenecek, çözüm üretecek ve bu çözümleri daimi kılacak mesele çok. Tekdüze bir yaşamı değil, karmaşıklığı ve bir aradalığı savunan Şık’ın ortaya koyduğu her veri, bilgi ve öykü de yeryüzünden kopan ve kopmak istemeyen insanlar arasındaki gerilime işaret ediyor.
Sadece bunları anlatmıyor Şık; nefreti, kabullenişi, kötülüğün ve düşmanlığın kök salışı ile bunlara doğanın sesini dinleyerek başkaldıranları ve belirsizliği de ekliyor: “Hayatın özü belirsizliktir ve daha iyi bir hayatı herkes için mümkün kılma amacıyla yaptığımız her şey, iyi bir insan olma çabalarımız ve umutlarımız da o belirsizliğe dâhildir.”
Hayatın ne getireceği belirsiz belki ama nelerin yitip gittiği ortada; su kaynaklarını tüketiyoruz, tarım arazilerini yok ediyoruz, yarattığımız deniz, toprak ve hava kirliliği had safhada, küremiz hızla ısınıyor, iklim değişikliği artık yaşamımızın önemli bir parçası, itinayla geliştirdiğimiz düşmanlık ve ayrımcılık politikaları meyvelerini vermeye başladı… Şık, tüm bunlara rağmen yine de bardağın dolu tarafına bakmamız gerektiğini düşünüp “Ne yapabiliriz?” diye sorup yanıtlar ararken Hayat Ağacı’nı yeşil tutmayı isteyenlerin birbirine omuz vermesinin zorunlu olduğunu anımsatıyor. Bilgi diyor, vicdan diyor inatla. Yeryüzünü anlamaktan bahsediyor, hümanizm ve tüm canlıların yaşam hakkına saygı derken Saul Bellow’un Günü Yaşa romanını hatırlatıyor: “Para kazanmak saldırganlıktır.”
Sebastião Salgado’nun Brezilya’da doğa yok edilerek açılan madenlerde çalıştırılan “işçilerin”, pardon kölelerin fotoğrafını çekmesi gibi HES’lerle doğal yaşam alanlarının yok edilişini ve buna direnen (bir anlamda kendi topraklarına yabancılaştırılmaya ve köleleştirilmeye) direnen halkları resmediyor anlattığı hikâyelerle. Kâr hırsının körelttiği vicdanları anımsatırken haklı bir soru soruyor: “İnsanların evinin önünden akan, yüzyıllar boyunca tarlalarını, bahçelerini suladıkları, kullandıkları suya el koyup ‘Bundan sonra bu suyu size parayla satacağım, arkamda devlet var!’ demenin bir parazit gibi yaşamaktan ne farkı var?”
BÜROKRATİK ŞİRKETE DÖNÜŞEN DEVLET
Şık’ın anlattığı hikâyeler, hem yeryüzüyle hem de yeryüzünün dışıyla ilgili; dünyaya içeriden ve dışarıdan bu bakışların ortak noktası ise gezegeni bir bütün olarak anlama yolunda, insan-merkezli düşünme tarzının eksikliğine yapılan göndermeler.
Gelgelelim, Şık’ın gündeme getirdiği başka sorunlar da var: “Öyle bir çağa ya da döneme girdik ki büyüme, çoğalma ve yatırım gibi kavramların ekolojik manada yol açtığı olumsuz sonuçların öne çıkarılması gerekiyor. Var olanı çoğaltma, çeşitlendirme, büyütme üzerine değil onarma, dönüştürme, muhafaza etme üzerine kafa yormamız gerekiyor daha çok. Yaklaşan kriz, yerel çözümler oluşturulmasını zorunlu kılacak, dolayısıyla gıda üretiminden beslenmeye, su tasarrufundan enerji ve sağlık politikalarına bir dizi meseleyi yerel ölçekte ve kendine yeterlilik çerçevesinde yerel yönetimlerle birlikte ele almak gerekiyor. Ortada bu sorunları sahiplenen ciddi bir siyasal irade -şimdilik- olmadığı için karşı karşıya kaldığımız sorunların büyüklüğü umut kırıcı olabiliyor. Üstelik bazı sorunlar ancak uluslararası bir işbirliği sağlanabilirse çözüm bulunacak ölçekte ve bu işbirliğinin sağlanabileceğine yönelik bir emare de ne yazık ki ufukta görünmüyor. Çok daha kritik bir soru ise iyice belirginleşiyor: Hukuki mücadele imkânlarımız bizzat adalet kurumları tarafından gasp ediliyor ya da ortadan kaldırılıyorsa nasıl mücadele edeceğiz? Devlet, şirketlerin toplumsal hayat üzerinde egemenlik kurmasını kolaylaştıran, ormanlar ve su varlıkları gibi müşterek varlıkların yağmalanmasını organize eden bir bürokratik şirket hâline dönüştüğünde ne yapacağız?”
‘MAL VE HİZMET' OLARAK GÖRÜLEN İNSAN
Gary Snyder, “Yabandan aldığımız dersler özgürlüğün görgüsünü oluşturur” demişti. Snyder’ın Özgürlüğün Görgüsü (Çeviren: İnan Mayıs Aru, SUB Yayın, 2017) başlıklı kitabı, “doğa insan için değildir” şiarının bir başka anlatımıydı.
Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikâyeler’le bu şiarın peşinden giden Şık, kendisiyle aynı yolda yürüyenlerle buluşuyor: Doğanın yaşamına ve direnişine sekte vuran pestisit kullanımını, hayatın ve doğal dengenin devamında çok önemli görevler üstlenen arıların ölümünün ve serçelerin kaybedilişinin beraberinde neleri getireceğini, ucuz işçilikle maliyeti düşük Palm yağı üretmek için kesilen ağaçları ve yok edilen biyolojik çeşitliliği hatırlatıyor.
Ardından, umut ile kayıtsızlık, eylem ile umursamazlık arasında sıkışıp kaldığımız günümüze dair bir belirleme yapıp uyarılarda bulunuyor Şık: “Hiçbir şeyin kutsallığının -veya dokunulmazlığının- kalmadığı, insan dâhil her şeyin bir ‘mal’ ve ‘hizmet’ olarak görüldüğü günümüzde, koruma ve muhafaza etme sözcüklerinin hâlâ bir anlamı kaldığını söylemek çok zor. Doğa ve biyolojik çeşitlilik, insan için en temel var olma zemini. Hayat dediğimizde bu bu gezegendeki göz kamaştırıcı tür çeşitliliğini ve karmaşıklığını dile getiren hayatı değil de sadece insan hayatını anlıyorsak bilmeliyiz ki ormansızlaşma ve biyolojik tür çeşitliliğinin azalması, son kertede asıl insanı yok edecektir. Bitkisel hayatın, olağanüstü özelliklere sahip o sessiz dünyanın kaybı, asıl biz insanlar için bir gelecek kaybıdır.”
GERÇEK BEKA SORUNLARI VE KOLEKTİF BELLEK
Siyasal iktidarların, doğayı gözden çıkararak şirketlerle yaptığı işbirliğinin topyekûn yok oluş tehdidini körüklemekle kalmadığını, öte yandan neyin suç sayılıp sayılmayacağını ve hangi faaliyetlerin engellenip hangilerinin serbest bırakacağını belirlediğini anımsatıyor Şık.
İster gezegenimizden ister uzaydan yeryüzüne bakalım, buralardan gitme ve buralarda kalma ya da var oluş ve yok oluş gerilimini, yaşadığımız ve ileride daha çok yaşayacağımız aşikâr. Şık, bu gerilimlerin şiddetini azaltmak için hayli yalın ve pek çok güçlük barındıran bir çözüm öneriyor: Farklılıkları değil ortaklıkları öne çıkaran, ölüme değil geleceğe yaslanan toplumsal barışı gezegen ölçeğinde kuracak bir uygarlık anlayışı.
Bu uygarlığın önemli bir parçasını, Şık’ın uzun uzun anlattığı kolektif bellek ve kriz anlarında (mesela şimdilerde dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgınında) harekete geçirilecek hatıralar oluşturuyor. Başka bir deyişle sunî olanlar sırasında değil, gerçek beka sorunları yaşanırken kullanılacak kolektif belleğe ve hatıralara işaret ediyor Şık.
NASIL BİR YAŞAM?
“Hayatı yıkıma uğratarak bir hayat inşa etmek mümkün mü?” sorusu, gerçekleştirilecek eylemlerin hangi sonuçlara yol açabileceğini etraflıca düşünmeye çağırıyor hepimizi. Bu soru, aynı zamanda geçmiş-bugün-gelecek bağlantısı kurmanın önemini gündeme getiriyor ve Şık’ın anlattıklarının özünü oluşturuyor.
Şık’a göre bu soruyu sağlıklı bir zihinle yanıtlamanın, vicdanın ve doğanın sesini işitmenin, ardından sorunlara çözümler üretmenin koşulu bir araya gelebilmek: “Önce içinde yaşadığımız pespaye durumun gerçekliğini kabul etmek, görmek gerekiyor. Geçmişte yaşanan, şimdi yaşadığımız ve zamanla daha da derinleşmesi muhtemel barbarlıklara engel olup olamayacağımızı, bu yıkıcı süreci tersine çevirip çeviremeyeceğimizi muhalif her renkten hareketin güçlü bir işbirliği yapıp yapamayacağı belirleyecek.”
Şık, anlattığı hikâyelerle Galeano’nun söz ettiği Hayat Ağacı’nın altında bundan sonra nasıl bir yaşam sürebileceğimize dair tahminler ve çözümlemeler yapıyor; su kaynaklarının tükeneceği, nefes almakta zorlanacağımız, türlerin yok olmaya yüz tutacağı, bitki çeşitliliğinin en az seviyeye ineceği, düşmanlıkların ve savaşların önünün alınamayacağı bir yaşam mı, yoksa tersi mi? Diğer bir ifadeyle kâr için kurban edilecek ve hatıralarda yerini alacak bir Hayat Ağacı mı, yoksa gölgesinde yaşamayı sürdüreceğimiz bir Hayat Ağacı mı?
Gelecek (her zaman olduğu gibi) tercihlerimizle şekillenecek. Şık, veriler ve bilgiler ışığında, var oluşa ve muhtemel yok oluşa ilişkin yorumlar yaparken vicdanlı insanlar sayesinde diri kalan umudun yer aldığı hikâyeler anlatarak tepemizde Demokles’in Kılıcı misali sallanan bu sorulara yanıtlar bulmaya uğraşıyor.