Toplumsal cinsiyet bakışı ile çalışma hayatı ve kadın
Türkiye’de kadınlar, erkek egemen sistemin yarattığı devantajlı koşullarda kendilerini var edebilme ve erkek normlarına göre belirlenmiş iş yerlerinde sağlıklı kalabilme mücadelesi veriyor.
Erkeklerin, ‘dünyayı güzelleştiren kadınlara’ olan minnettarlığını ifade etme olanağı bulduğu bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık. Bugün Türkiye’de ne yazık ki pek çok konuda olduğu gibi kadın sorununda da yazılıp çizilenlerin aksine içimize sinen bir iyilik hali söz konusu değil. Eve hapsolan, çalışma hayatına katılamayan, ekonomik özgürlüğünü elde edemeyen kadınlar bir yandan da işçi sağlığı ve güvenliği açısından cinsiyet körü çalışma ortamlarında kendilerini var etmeye çalışırken çok önemli sağlık sorunları yaşıyor. Çocuk bakımı, yaşlı bakımı, ev işlerinin idamesi gibi kendi başına yedi yirmi dört mesai isteyen işleri erkeklere pay edemezsek çalışma hayatındaki kadınların sağlık sorunları giderek artacak ki bu hastalıklı bir topluma yapı taşları döşemek anlamına geliyor.
Geçtiğimiz günlerde, Hacettepe Üniversitesi İş Sağlığı ve Meslek Hastalıkları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği, TMMOB Fizik Mühendisleri Odası ve Hacettepe Halk Sağlığı Enstitüsü’nün destek verdiği, ‘Toplumsal Cinsiyet Bakışı ile Çalışma Hayatı ve Kadın’ konulu bir sempozyum gerçekleştirildi. Tıp, mühendislik ve sosyal bilimlerde çalışan kadın akademisyenler farklı çalışma alanlarının kadınlar açısından benzeşen olumsuz, dezavantajlı koşullarının altını çizdiler. Aynı zamanda bugün kadının dünyada ve Türkiye’de iş yaşamındaki yerinin tarihe bir not düşümü niteliğindeydi. Kadınların iş yaşamında karşılaştığı sorunların görünür kılınması ve giderilmesine yönelik buna benzer daha fazla bilinçlendirici çalışmanın Türkiye’nin her yerinde ve her alanda yapılması 8 Martları daha anlamlı kılacaktır.
Sempozyumda özetlenen 2023 ILO verileri ile;
Dünyada iş gücüne katılımda kadınlar yüzde 48,7, erkekler yüzde 73 oranında yer alıyor.
Kadınlar yüzde 59,8; erkekler yüzde 55,4 oranında kayıt dışı istihdam edilebiliyor.
Kadınlar aynı işlerde çalışan erkeklerin kazandığının neredeyse yarısını alabiliyor.
Ücretsiz bakım ve ev işlerinin dörtte üçünü yürüten kadınların bireysel ve aile sorumlulukları iş arama davranışının önünde ciddi bir set oluşturuyor.
Kendi içimizden, TÜİK 2024 verileri ile;
İş gücüne katılım kadınlarda yüzde 36,6 erkeklerde yüzde 71,8.
3 yaş altı çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadın istihdam oranı yüzde 28, erkeklerin istihdam oranı yüzde 90,5.
Ortalama çalışma süresi kadınlarda haftalık 40,2 saat erkeklerde yüzde 45,5 saat, beraberinde çocuk bakımı yüzde 94, ev işleri yüzde 85,6 oranında kadınlar tarafından gerçekleştiriliyor.
Sempozyumda yer alan, gerçekten de 2025 Türkiye’si için çok üzücü ve en azından bir kadın olarak beni utandıran bir veri ise 2024 Dünya Ekonomik Forumu Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği raporuna göre Türkiye’nin 146 ülke arasında 127. sırada oluşu. Sıralamanın belirleyici indeksleri, ekonomik katılım ve fırsatlar, vasıfsız işlerle sınırlı olmayan emek piyasasına erişim, politik olarak karar verici yapılarda temsil edilebilirlik, doğumda beklenen yaşam umudu, üreme sağlığı hizmetlerine erişim, eğitim oranları gibi aslına bakarsanız temel olarak insan haklarını içeren parametreler.
8 Mart 2025’te kadınlar için, sağlıklı bir yaşamı olanaklı kılan ‘fiziksel, psikolojik ve sosyal iyilik halinden’ söz etmenin mümkün olmadığı, bu verilere bakarak bile kolayca anlaşılabilir. Sağlık, bakım ve temizlik işlerinde ağırlıklı olarak yer alan kadınların gece vardiyalarında da çalışmak zorunda olmaları sağlık risklerini katlayarak artırıyor. Mobbing, taciz gibi onur kırıcı olaylarla karşılaşma risklerinin erkeklerden fazla olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Tekstil, kimya sanayi, çamaşırhaneler gibi yine kadın işçilerin yoğun çalıştığı iş alanları kadınlarda ciddi akciğer sorunlarına, cilt problemlerine, kanser hastalıklarına yol açıyor. Dünyada ve Türkiye’de de sekiz kadından birinin meme kanseri olduğu gerçeğini hatırlamak gerekiyor. Yine, çağrı merkezlerinde, müşteri hizmetleri, bankacılık gibi çalışma ortamlarında seslerine çok alışık olduğumuz kadınlar ses problemleriyle, uzun süreli oturmaya, kötü kapalı hava kalitesine, hızlı ve tekrarlayan iş stresine maruz kalarak, tükenmişlikle, kronik sağlık problemleri ile karşı karşıya geliyor. Kadınlarda üreme sağlığını etkileyen fiziksel, biyolojik ve kimyasal risklerin kadın işçiler için özellikle bertaraf edilmesi iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları arasında özellikle yer almıyor.
Özetle; Cumhuriyet’le edinilen iyileşmelere rağmen bugün Türkiye’de kadınlar, eğitim olanaklarından yararlanmadaki eşitsiz konumlarından başlayarak, erkek egemen sistemin ve kadının ailedeki konumunun yarattığı devantajlı koşullarda kendilerini var edebilme ve erkek normlarına göre belirlenmiş iş yerlerinde sağlıklı kalabilme mücadelesi veriyor.
Oysa; meslek yaşamının tamamını kadın sağlığının geliştirilmesi, kadına şiddetin önlenmesi, kadınların önündeki engellerin ortadan kaldırılması çalışmalarına adamış olan Prof.Dr.Şevkat Bahar Özvarış’ın sempozyumdaki konuşmasında altını çizdiği gibi; ‘’Yaşamın, emeğin ve aşkın yarısı bizim.’’