YAZARLAR

Toplumsal cinsiyet eşitliği sözlüğü

Ayrımcı dil, cinsiyetçi tutum ve davranışlar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, bu eşitsizlik de ayrımcı dil ve davranışları artırır, böylece birbirlerini üretirler.

“Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı siyasî iktidarın kâbusu haline geldi uzunca süredir. İstanbul Sözleşmesi’nin şiddetin kaynağını toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağlaması, Sözleşme’ye besledikleri düşmanlığın altında yatan önemli sebeplerden biri. Yakın dönemde, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinin kaldırılması, toplumsal cinsiyet eşitliği dersi veren hocalara soruşturma açıldığı haberleri, en son çıkan torba yasada (Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Kanun) hoşlarına gitmeyen dernekleri kapatmanın yolunun açan hükümleri kullanarak LGBT+ dernekleri didiklemelerinin altında hep bu eşitlik korkusu var. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, akan suyun önünü kesemeyeceklerini bir türlü sindiremiyorlar. Eşitlik, küresel dünyada akan bir sudur. Eşitliğin önüne geçme çabası, elinizdeki tencere kapağıyla gürül gürül akan bir nehri engelleme çabasına benziyor tam olarak.

Bu ağır şartlarda, bilgiyi her vasıtayla yayabiliriz, yaymalıyız. Birkaç haftadır ara verdiğim yazılarıma ilk olarak kendi hazırladığım basit çaplı bir toplumsal cinsiyet eşitliği sözlüğü ile başlamak istedim. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı yeni yeni hayatımıza giriyor, hangi ifadeyi niçin kullanmamız veya kullanmamamız gerektiğini bilmiyor olmamız normal. Aşağıdaki pratik tarifi elden ele yayarsak, ufak da olsa bir katkı sunmuş olabiliriz toplumsal cinsiyet eşitliğine:

Cinsiyet (“atanmış cinsiyet” de denir), bireyler doğduğunda sahip oldukları cinsel organa (eril ve dişil) göre belirlenen durumdur. Toplumsal cinsiyet ise toplum içinde atanmış cinsiyete göre bireylere yüklenen rollerdir. Bu roller, ataerkil toplumlarda bireyler arasında ayrımcılığa ve eşitsizliğe yol açar.

Toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından ise, kullandığımız dil ve iletişim büyük önem taşır. Ayrımcı dil, cinsiyetçi tutum ve davranışlar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, bu eşitsizlik de ayrımcı dil ve davranışları artırır, böylece birbirlerini üretirler.

Fransız feminist düşünür Hélène Cixous dildeki yapıya dikkat çekerek kadının konumunu analiz eder. Cixous’a göre kültür dediğimiz, dilden başka bir şey değildir. Kültür ise doğar doğmaz içinde bulunduğu dil aracılığıyla kendini (bireye) empoze eder. Bu düşüncede dilin yapısı ikili karşıt terimler üzerine gelişir. Bu karşıtlık bir hiyerarşiyi de beraberinde getirir. Cixous dildeki bu hiyerarşik yapılanmanın tümünün, insan yaşamında gelip kadın/erkek ilişkilerine dayandığını ifade eder. Ona göre güneş erkek, ay kadın, aktif erkek, pasif kadın gibi belli ikileme dayalı, kadın ve erkekle özdeş tutulan kavramlar pozitif olarak kurgulanır. Kadın böylece erkek dünyasında onun terimleriyle bir anlam kazanır; ya görmezlikten gelinir ya da “erkeğin diğeri” olarak kabul edilir. (Çağlar Fatma İrem, 2003, Feminist Perspektiften İnsan Hakları, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arşivi)

İngilizcedeki “Man” (adam) sözcüğü de buna bir örnektir. Latincedeki Homo (insan) sözcüğüyle eş anlamlıyken, zamanla anlam daralmasına uğramış ve sadece “erkek insan” ifadesine dönüşmüştür. “İnsan” zaman içinde sadece “erkek” olarak görülüp, kadın “insan” bile sayılmaz hale gelmiştir. Tüm bu dönüşüm, toplumun kadına ve erkeğe yüklediği rollerle eş zamanlı ve orantılı olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, dildeki olumsuz dönüşüm, dünyadaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle doğrudan ilgilidir.

Türkçede de “adam” sözcüğü, ayrımcı ve cinsiyetçi dilde en görünür olan sözcüklerden biridir. “Adamdan saymak”, “adamsın”, “adam gibi”, “adam olmak” gibi ifadeler, insan olmanın olağan biçiminin erkek olmak anlamına geldiğini düşündürür. Bu ifadelerde “adam” yerine “kadın” konulduğunda, anlam sapar, genel bir ifade özelliğini yitirir.

“Erkek” sözcüğü de aynı şekilde cinsiyetçi bir ifade olarak günlük hayatta sıkça kullanılır ve eşitsizlik farkında olmadan tekrar tekrar üretilir: “Erkek sözü vermek”, “erkekçe konuşmak”, “erkekliğe sığmamak”, “erkekliğine yedirememek”, “erkeklik öldü mü?”, “erkeklik bende kalsın” vb.

Bu sebeplerle, kullandığımız dile dikkat etmek, temel insan haklarının tesisi için bir nevi yurttaşlık ödevimizdir.

Koç Holding ''Ülkem İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Destekliyorum'' projesi kapsamında ve 8 Mart (2016) Dünya Kadınlar Günü için hazırladığı bir afiş

 

NİÇİN 'BAYAN' DEĞİL 'KADIN'?

“Bayan” kelimesi bir hitap kelimesi olup, son yıllarda, siyasal İslam çevrelerince, hitabın ötesinde cinsiyet ifade eden “kadın” kelimesi yerine de kullanılmaya başlanmıştır. Erkek egemen zihniyet “kadın” kelimesini utanılacak bir kelimeymiş gibi lanse etmekte, kaba bir ifade olarak tanımlamaktadır. Ayrıca, “kadın” kelimesini “evli kadın” olarak kullanıp, “Kadın mıdır kız mıdır?” şeklinde adeta hakaretamiz bir anlam yükleyerek de kullanmaktadırlar. Oysa, nasıl ki “erkek” kelimesi kullanılırken utanılmıyorsa, kadın kelimesinin de utanılacak bir yanı yoktur. Kadın demekten çekinen bir toplum yaratılmaya çalışılmakta olup, bu tuzağa düşülmemelidir. Konuşurken, cinsiyetten bahsediyorsak muhakkak “kadın” kelimesini kullanmalı, hitap edeceksek “bayan” yerine mümkünse “hanımefendi” sözcüğünü kullanmaya dikkat etmeliyiz.

ÖZCÜ İFADELERDEN KAÇINMA MANTIĞI

Kimi zaman konuşurken (feminist teoride “özcü” olarak ifade edilen) bazı genellemeler yaparız. Örneğin; “Kadının doğasında barışçıllık vardır” gibi. Bu genellemeler, olumsuz olanı normalleştirip, genelleştirme yaptığımız kimliği bir tanıma hapsedebilir. Vermiş olduğumuz örnekten “erkeklerin savaşçı olduğu barışçıl olmadığı” sonucu çıkarılabilir. Bu da erkeklerin barışı tercih etmemesinin doğal bir durum olduğu yargısını doğurur.

Bu başlık altında kadınlar adına yapılan genellemelerden bir diğeri de, “kadınlar zariftir”, “kadınlar çiçektir”, “kadınlar başımızın tacıdır” gibi, olumlu görünen fakat esasında kadınları bir nevi küçümseyen/pasifize eden ifadelerdir. Bu genellemelerden de kaçınılmalıdır.

MÜLKİYETÇİ VE HİMAYECİ İFADELERDEN KAÇINMA MANTIĞI

Kadınlar, tarih boyunca, erkek egemen toplumlarda, erkeğin bir mülkü olarak görüldüler. Bu durumun uzantısı olarak, kadınların korunmaya muhtaç varlıklar olduğu düşünüldü ve bu yönde tutumlar geliştirildi. Bu düşünce biçimi, dile de yansıdı. Örneğin, olumlu ve sevgi dolu bir ifade olduğu düşüncesiyle günlük hayatta sık sık “kadınlarımız” kelimesi kullanılmaktadır. Oysa, bu ifade mülkiyetçi zihniyetin bir yansımasıdır. Nasıl ki “erkeklerimiz” demiyorsak, kadınlarımız da dememek gerekir.

Son olarak sıkça hatalı kullandığımız ifadelere ve doğrularına bazı örnekler verelim:

 

 
 

Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.