Toplumsal uzlaşmanın dikenleri ve imkanları
Demokrasiden yana saf tutanların öncelikle laiklik biçimi üzerine de ortaklaşabileceği bir toplumsal mutabakat için sözümüzü, dilimizi ortaklaştırarak cevaplar, çözümler üretmek zorundayız.
Kamusalı düzenleyen laik hukuk sistemi, mütedeyyin kesimden pek çok kişi, örgüt ve grubun itiraz etmediği dahası gerekli gördüğü bir yönetim anlayışı olduğu halde laiklik ilkesinin sık vurgulanması alerjik reaksiyon yaratabiliyor. Tıpkı Cumhuriyet Mitinglerinden miras kalan tencere, tava çalma eylemleri gibi mütedeyyin kesimde hayat tarzına itiraz edildiği izlenimi veriyor ve reddetme eğilimi anında gelişiyor. Laik hukuk sisteminin özel alana yansıyan haliyle Medeni Yasa da mütedeyyin kesimden pek çok kişi için vazgeçilmez hükümler içerir. Üstelik bugünlerde iktidarın değişiklik hazırlığı içinde olduğu bilinen aile hukukuna ilişkin pek çok düzenlemedeki değişikliklere de itiraz edilir. Tüm bunlara rağmen laik hukuk düzeni ve Medeni Yasa'nın düzenlediği aile hukukuna sahip çıkan mütedeyyin kesimle seküler kesimin dilini ortaklaştırmak yönünde sıkıntılar yaşanıyor.
Toplumu kutuplaştıran ideolojik bagajlarımız çok yüklü. Kelime ve kavramların yarattığı sloganik çağrışımlar nedeniyle ayrışmaya hazır haldeyiz. Bir kavramın sık tekrarlanması ve üstüne basılarak vurgulanan bazı kelimeler hemen eski hatıraları tetikleyerek geçmişte kalamayan geçemeyen o travmaları yeniden aynı acılığıyla hissettiriyor pek çok kişiye. Birbirinin çok uzağına düşmeyen, birlikte konuşabilen ve geleceğin siyasetine dair özlemleri de hayli benzer olan farklı düşünce ve hayat tarzlarına sahip insanların nispeten yakınlaştığı düşünceleri ifade ediş biçiminde uzlaşmaları büyük emek istiyor. Uzlaşmayı kolaylaştıracak yöntemler geliştirdiğimiz zaman ortak dili kurmanın imkanına da ulaşabileceğiz sanırım.
Günümüzde acil çözülmesi gereken temel çatışmalardan birisi dilimizi ortaklaştıramadığımız için yaşanan ayrışma hali. Ve çatışma çözüm yöntemlerini yeniden gözden geçirdiğimizde önceliği ilkeler alıyor. Belirli ilkelerin yarattığı ortak zemin üzerinde konuşmaya başlıyoruz. Bu aşama tamam, siyasal kutuplaşmanın yarattığı ayrışmaları demokratik beklentilerle aşmak mümkün. Özgürlükler, insan hakları hukuku, kadın kazanımları zemininde kolayca buluşuyor bu kesimler. Ancak laiklik ilkesinin ifade ediliş tarzı aynı insanları kolaylıkla ayrıştırabiliyorken yapılacak şey sanki bu zemini kaybetmeden herkesin bir adım geri çekilmesi olur. Söze alan açmak anlamına gelecek minik geri çekilişleri kabullenme olgunluğu, şimdi en çok ihtiyaç duyulan şey sanki. Söylemesi kolay ama gerçekleşmesi için karşılıklı güvenin gelişmesi de şart ve o geri çekilişlerin farklı kesimler için mümkün mertebe eş değer düzeyde tutulabilmesi, kelimenin tam anlamıyla herkes için bir adım ölçeğine uyabilmesi zor iş. Yine de zoru başarmayı gerekli kılan keskin ve yakıcı bir açmazla karşı karşıya olduğumuz gerçeği belki seçimi kolaylaştırabilir.
Otoriteryanizmin sürmesi mi demokrasinin inşası mı?
Açmazı bu şekilde isimlendirince demokrasinin eskisinden daha sağlam ve güçlü bir şekilde yeniden inşası yönünde karar vermek çok kolay. Harekete geçmek biraz daha zor. Eyleme geçildiğinde yöntem üzerinde uzlaşmak daha da zor ama mümkün. Bir de açmazı farklı şekilde isimlendirmek seçilebiliyor.
Otoriteryanizmin sürmesi mi durdurulması mı? Soru bu şeklide kurulduğunda ucube sisteme itiraz boyutu biraz muğlaklaşıyor ve sadece mevcut iktidarın değiştirilmesine indirgenmiş görünüyor bana göre. Ülkenin geleceğine ilişkin tahayyülümüzü adlı adınca konuşmadan otoriter yöneticinin gitmesine odaklanma izlenimi veren bu soru her ne kadar otoriteryanizmin durdurulması seçeneğinde gizlice içkin olsa da demokrasiyi açıkça konu edinmediğinde güven bunalımını aşmayı zorlaştırıyor. Sistemi yeniden demokrasi yönünde inşa etmezsek kimliğinden ve kişiliğinden bağımsız olarak seçilebilecek her kişinin yeni otokrat olması kaçınılmaz. Otokratlar arasında seçim yapmaya kimin ihtiyacı var?
Karşılıklı güven ilişkini tesis ederek ortak dili oluşturmak yönündeki çabaları işaret eden bu küçük örnek gibi laiklik ilkesinden söz ederken de açılımlı konuşmak gerekiyor. Bu nedenle sıklıkla özgürlükçü laiklik kavramını kullanmayı seçiyorum. İlginçtir özgürlükçü laiklik kavramı kimi mütedeyyinler için yeterince açıklayıcı, din karşıtı uygulanan örneğin 28 Şubat laikliğinin yeterince uzağında yeni bir uygulama biçimini işaret etmiyor. Buna karşın seküler yaşam tarzına sahip olanlar için ise laiklik, yeni bir takıya ihtiyaç duymayan başlı başına yeterince açık bir ilke olarak görülüp başına özgürlükçü ibaresinin getirilmesiyle deyim yerindeyse sulandırılmış sayılıyor.
Sadece 28 Şubat değil tabii ki, başlangıcından itibaren laiklik ilkesinin uygulanışındaki din karşıtı eğilimi ve devlete din alanını düzenleme yetkisi tanıyan boyutu görmezden gelenlerle o boyut nedeniyle nesiller boyu eziyet çekmiş insanlar arasında karşılıklı güvenin tesisi zor tabii ki. Yüzleşmeler gerekiyor bunun için. İnsan hakları hukuku içinden bakıp kadın hakları ve kazanımları, kadın eşitlik mücadelesinin yürütücüleri arasında bile yaşanan bu güven boşluğu, karşılıklı olarak samimi özeleştiriyle kendi içinde mutmain olunacak şekilde bir adım geri çekilmeye muhtaç. Birileri geçmişte dindarların yaşadığı sorunları önemsiz görmek izlenimi veren eski laiklik uygulamasının hiç de mükemmel ve tek laiklik modeli olmadığını kabul eğilimine yönelebilmeli. Birileri de onca kızdığımız benim agresif dediğim eski laiklik uygulaması ortadan kalktığında kolaylıkla Selefileşebilen bir iktidar dini ile karşılaştığımız gerçeğini sadece içten içe kabul etmek yerine dile dökebilmeli.
Din alanını devletin düzenlediği, din karşıtı, özellikle de İslam karşıtı devlet görünüşüyle ortaya çıkan laiklik uygulamasına karşı alternatif yönetim modeli laiklik ilkesinin yok sayıldığı politikalar olamaz. Daha doğrusu, oldu ama mütedeyyin kesim de memnun değil. Tek kişilik yönetimin din yorumlarına, Diyanet'in sözcülüğünde tüm toplumu tabi kılmak girişimi oldu ucube sistemde laiklik ilkesinin yok sayılışı. Ortaya çıkan bir devlet dini oldu. İslam desen değil, İslam’ın Hanefi yorumu desen değil. Hatta İslam’ın Selefi yorumu desen o bile değil.
Kapitalist holding tarikatların, cemaatlerin aracılığıyla sermayenin emrinde bir devlet dini çıktı karşımıza. Yerli milli diyerek dil kopartmalara kolayca ulaşabilen bir devlet dini bu. Şimdi tepkiler yüksek gelince geri adım atılıyor olması, Allah etmeye, bir seçim daha kazanırsa o dillerin gerçekten koparılabileceğinin de işareti. Nafaka türlerinin sınırlandırılması, yok edilmesi, aile hukukunda Medeni Yasa ile düzenlenmiş boşanma usulünün ‘hızlandırılma’ adı altında yasal güvenceden yoksun kılınarak kadın haklarının kolayca çiğnenebileceğin bir şekle büründürülmesi, yargı güvencesinden yoksun uzlaşma yöntemlerinin aile hukukunu da kapsayacak şekilde aile arabuluculuğunun getirilmesi girişimleri ürkütücü gelecek planları. Bir seçim daha kazanılırsa koparılacak şeylerin dilden ibaret kalmayacağının da göstergesi.
"Altı muhalefet partisinin güçlendirilmiş parlamenter sistem uzlaşması kadınların eşit yurttaşlık taleplerini içeriyor mu?" sorusunun yanı sıra, "Bu açmazlara cevap üretiyor mu?" sorusuyla da okunmalı açıklanacak uzun metin. Ancak meselemiz altı muhalefet partisinin ve bu uzlaşmaya taraf olmayan diğer muhalefet partilerinin üreteceği cevaplarla da kolayca çözülecek gibi değil. Demokrasiden yana saf tutanların öncelikle laiklik biçimi üzerine de ortaklaşabileceği bir toplumsal mutabakat için sözümüzü, dilimizi ortaklaştırarak cevaplar, çözümler üretmek zorundayız. Hem de acilen, hemen şimdi bunu gerçekleştirmeyi kendimize ve geleceğimize borçluyuz