Trabzon’da Kalandar Gecesi: Kültürel renkler korunmalı

Trabzon ve çevresinde asırlardır sürdürülen Kalandar, her yıl ocak ayının 13'ünü 14'üne bağlayan gece kutlanıyor. Uzmanlar, unutulmaya yüz tutmuş bu geleneğin sürdürülmesini istiyor.

Trabzon Tonya'da kar, kış aylarında uzun süre yerden kalkmıyor.
Google Haberlere Abone ol

Özgür Kalyoncu

TRABZON - Trabzon’da her ocak ayının 13’ünü 14’üne bağlayan gece Kalandar Gecesi olarak kutlanıyor. Kutlamalarda horonlar oynanıyor, tulumlar çalınıyor. Kara kış günlerinin habercisi olan bu gecede, aynı zamanda zengin evlerin kapısı çalınarak yiyecek ve yakacak isteniyor.

‘HALK KÜLTÜRÜNÜ DAHA İYİ ANLAMAK İÇİN ÜRETİM İLİŞKİLERİNE BAKMAK GEREKİR’

Kalandar, Latince’de ‘calendea’ şeklinde geçen bir sözcük ve ayın ilk günü anlamında olup hesap tutulan defter ve batı dillerinde ‘calender’ şeklinde yazılıp ‘takvim’ anlamına geliyor. Aynı zamanda Doğu Karadeniz halk kültürü arasında ise ‘Kalandaris’ veya ‘Kalandar’ olarak biliniyor. Kalandar ‘ocak ayı’ için de kullanılıyor.

Trabzon çevresinde etimolojik çalışmalar yapan Dr. Levent Kara, halk kültürünün sözlü kaynaklara dayandığını, bunun yanında halk kültürünü daha iyi anlayabilmek için üretim ilişkilerine bakmak gerektiğini söylüyor. Levent Kara, "Çünkü üretim ilişkileri toplumsal yapıyı belirler ve toplumsal yapı da kültürel öğeleri meydana getirir. Kültürel öğeler toplumsal yapının ürünüdür. Halk kültürü sözlü kaynaklara dayanır ve bu sözlü kaynakların biri de halk (kocakarı) takvimidir. Halkın kullandığı bu takvim, Rumi takvim olup güneşe göre düzenlenmiştir. Halk bu takvime ‘kocakarı takvimi’, bu takvimi oluşturan aylara da ‘kocakarı ayları’ der. Bu takvim, mevsimlerin oluşumunu ve mevsimlere bağlı olarak var olan üretim ilişkilerini gösterir. Bildiğimiz gibi Trabzon yöremizdeki üretim ilişkileri toprağa bağlıdır ve bunda belirleyici unsur da mevsimlerdir” diyor.

Levent Kara

‘LATİNCE KÖKENLİ BİR SÖZCÜK’

Kalandar sözcüğüne etimolojik açıdan bakıldığında kaynaklarda Latince kökenli bir sözcük olarak geçtiğini belirten Levent Kara, ‘’Sözcüğün calo (çağırmak/duyurmak), luna (ay), nova (yeni) sözcüklerinden oluştuğunu ve 'yeni ayı duyurmak’ anlamına geldiğini görüyoruz. Latince’de de zamanla değişime uğrayarak ‘calendea’ şeklinde söylenmiş ve ayın ilk günü anlamında kullanılmış. Zamanla da yılın ilk günü, yılın başlangıcı, yılbaşı, yılın ilk ayı (Ocak Ayı) anlamlarında kullanılmış. Yani Kalandar sözcüğü bir başlangıcı işaret etmiştir. Kalandar ayını takip eden ayların ya da yıl içindeki belli zaman dilimlerinin de Rumca ya da Türkçe özel isimleri var ve bu isimlendirmeler halen kullanılıyor. ‘April (nisan)’, ‘kiraz ayı’, ‘üzüm ayı’, ‘orak ayı’, ‘çürük ayı’, şeklinde ay isimlendirmeleri olduğunu görüyoruz. Bu durum da bize insanların ayları ya da yılın belli dönemlerini, o dönemin iklim durumuna, tabiatın o dönemde kendilerine sunduğu ürüne ya da tarımsal anlamda o dönemde yapılan işlere göre isimlendirdiğini gösteriyor. Ancak burada, ‘Kalandar’ dışındaki diğer aylardan söz ederken Kalandar’ın bir takvim ayı olarak işaret ettiği gibi belirli bir zaman diliminden ziyade başlangıcı ve bitişi daha belirsiz bir zaman aralığından söz ediyoruz. Örneğin kiraz ayı, haziran ve temmuz aylarını kapsayan ya da bu iki aylık dönem içinde değişkenlik gösteren bir zaman dilimini tanımlar ve başlangıcı değişkendir. Bunun sebebi de kiraz meyvesinin o yılın iklimsel şartlarına göre her yıl aynı dönemde olmayışıdır. Örneğin; İzmirli birisi için kiraz meyvesinin olduğu ay mayıs ayına denk düşerken, Karadeniz'in yüksek kesimlerinde yaşayan insanlar için kiraz meyvesinin olduğu ay, bu dönemi tarif eden haziran-temmuz dönemlerine denk düşüyor. Benzer şekilde yörede, 'çürük ayı' 'orak ayı' gibi tarif edilen dönemler de hem içinde yaşanılan coğrafyaya, hem de yıllara göre değişkenlik gösterir. Yani insanların yıl içindeki dönemleri ve zamanı tarif etme biçimleri tümüyle o yılın iklimsel durumuna göre şekilleniyor. Bu da bize coğrafyanın, iklimin, tabiatın, toprağın, üretim ve bu üretim sürecinde verilen emeğin yaşamda, dilde ve hayatı tarif etme biçimlerinde ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor” diye konuşuyor.  

Çağla Yılmaz

‘ANADOLU COĞRAFYASINDA BENZER KUTLAMALAR VAR’

Halk Bilimi Uzmanı Çağla Yılmaz, Kalandar geleneğinin Trabzon merkezli bir kutlama olduğunu ancak Anadolu coğrafyasında benzer kutlamaların farklı tarihlerde yapıldığını söylüyor. Çağla Yılmaz konuyla ilgili şu bilgileri veriyor: “Trakya’daki ‘bocuk gecesi’ benzer bir ritüeldir. Aynı şekilde ‘Sedenka’ da öyle... Kışın en soğuk gecesine tekabül eden ocak ayının başlarında bu kutlamalar yapılır. Ocak ayının 13’ü gecesi yapılan yine bir başka kutlamayı Batman’da ‘Sersal’ adı ile görüyoruz. Artvin ve Rize’de de aynı gece, benzer kutlamalar yapılıyor. Bunların hepsi tarım toplumunun getirdiği ritüellerdir. İsimler değişir, tarihler oynar ancak altında yatan mantık aynıdır.”

‘KALANDAR GELENEĞİNDE MAÇKA İLÇESİ ÖNEMLİ’

Trabzon'un Maçka ilçesinin önemini vurgulayan Yılmaz, “Günümüzde Doğu Karadeniz’de yoğun olarak kutlanan Kalandar geleneğinde Trabzon’un Maçka ilçesi için şöyle bir parantez açmak gerekir; Maçka’da günümüzde yaşayan yerel halkın bir kısmı mübadele sonrasında Çaykara ve Of bölgesinden, bir kısmı da Tonya bölgesinden Maçka’ya gelmiş ve yerleşmiş topluluklardır. Bu nedenle günümüzde Maçka’da sürdürülen Kalandar geleneği, Trabzon’un tüm ilçelerinde sürdürülen Kalandar geleneğinin bir harmonisi şeklindedir diyebiliriz” ifadelerini kullanıyor.

Merve Tanrıkulu
‘KALANDAR GELENEĞİ SINIFSALDIR’

Trabzon’un Çaykara ilçesinde yaşayan müzisyen ve aynı zamanda çevirmen Merve Tanrıkulu, geleneğin sınıfsal olduğunu vurguluyor. Kalandar ayının kara kış şartları ile paralel olduğunu anlatan Tanrıkulu, “Kalandar ayını daha iyi anlayabilmek için kara kış ayının iyi bilinmesi gerekir. Kara kış halk için kış şartlarının ağır olması nedeniyle en zor aydır. Çünkü kış soğuklarının ve kar yağışının en çok olduğu aydır. Doğal olarak halk bu ayda daha fazla yiyecek ve yakacak tüketir. Kara kış ayının çıkmasıyla Kalandar ayı başlar. Ancak halk bu dönemde daha fazla yiyecek ve yakacak tükettiği için bunlar azalır. Halk bu yiyecek ve yakacaktan arda kalanlarla Kalandar ayını geçirmek zorundadır. Yani halk, bu ayda dara düşer; dara düştüğü için de daha varlıklı komşularının kapısını çalar. Bu yönüyle Kalandar geleneği sınıfsaldır." 

Kalandar kutlamalarında horon oynanıyor.
‘KALANDAR'DA TEKERLEMELER SÖYLENİR’

Bunun için varlıklı ailelerin evlerinin seçildiğini söyleyen Yılmaz, “Kalandar ayının 13. gününün akşamı halk, kalandar atmak için daha varlıklı komşularının evlerini seçer. Sonra havanın kararması beklenir. Tanınmamak için yüzlerini boyarlar. Hava karardıktan sonra akşamın karanlığından yararlanarak Kalandar atılacak eve gidilir ve evin kapısı vurulur. Ev sahibi kapıyı açar açmaz ev sahibine görünmeden çendey (torba) kapıdan içeri atılır ve kapı kapatılır. Ev sahibi evinde bulunan yiyecek, giyecek ve yakacaktan çendeyin (torba) içine koyar ve çendeyi kapıdan dışarı bırakır. Çendey alınır alınmaz evden uzaklaşılır ve içindekiler çendey atanlarca paylaşılır” diyor.

Goncaloz kılığına girmiş köylüler, kapı kapı dolaşıyor. 

Geleneğin içinde bir çok farklı unsurun olduğunu dile getiren Yılmaz, Kalandar kutlamasının öncesi ve sonrası olarak üç gün sürdüğünü aktarıyor. Kalandar’ın kutlanmasındaki amacın yeni yılı eğlenceli bir şekilde karşılamak olduğunu ifade eden Yılmaz şunları söylüyor: “Kalandar kutlamalarında yapılan ritüeller, Anadolu’nun kadim anlatılarından besleniyor. Bu gece, Anadolu’nun genelinin zemheri dediği bir döneme tekabül ediyor; yani çok soğuk. Haliyle halk, kendi inanışlarını da oluşturmuş. Goncaloz adı verilen kötücül yaratıkların bu soğuk gecelerde dağlarda gezdiği anlatılır. Köylüler, bu gece Goncaloz kılığına girerek kapı kapı gezerler ve tanınmadan hane halkından yiyecek almaya çalışırlar. Kapısı çalınan ev, o yılın bereketi için o an elinde ne varsa; portakal, fındık, pişmiş patates gibi yiyecekleri kapıya bırakılan çantanın içine atar. Bu sırada tek tanrılı dinler öncesinin kalıntısı olan pek çok ritüel gerçekleştirilir; özellikle bereket kültürü ile ilgili çeşitli tekerlemeler söylenir.”

Yılmaz bu tekerlemeden bir örneği aktarıyor:  

“Kalandar gecesi devlet bacası,

Tasımı dolduran cennet hocası,

Doldurtmayan cehennem hocası,

Üstte erkeği, altta dişi”  

‘BU GELENEKLER KİŞİYE AİDİYET HİSSİ VERİR’

Evlerin önüne gelen Goncaloz ekibi, bazen kemençe çalarak horon kuruyor. Çalınan kapılar açılmaz ya da gelenlerin getirdiği torbaya bir şey atılmaz ise gelecek yılın o ev için bereketli geçmeyeceğine inanılıyor. Goncaloz gruplarının ellerinde ‘kelek’ denilen büyük çanlar bulunuyor. Bu çanlar çalınarak ev halkının kapının önüne çıkması sağlanıyor. Bugün, bu gelenekler gittikçe unutulmuş olsa da tarihi Anadolu’nun mistik dönemine kadar gidiyor.

Kültürel miras olarak bu ve benzeri geleneklerin yok olduğuna vurgu yapan Çağla Yılmaz, geleneğin bir şekilde yaşatılmasının gerektiğini söylüyor: “Bu ve benzeri gelenekler, her şeyden önce kişiye aidiyet hissi verir. Herkesin aynı toprakta, aynı kültürde büyümediği düşünülürse kutlamaların çeşitli olması da çok normal. Ancak maalesef bu kültürel renklilikler kayboluyor." 

Yılmaz, turizmin yerel düzeyde kültürel etkinlikleri de kapsaması durumunda bu geleneklerin yaşatılabileceğini savunuyor: ''UNESCO’nun 2005 yılında ilan ettiği ve Türkiye’nin de taraf olduğu ‘Kültürel İfadelerin Çeşitliliği Sözleşmesi’ aslında tam da bunun için var. Ancak daha biz yüzyıllardır süregelen onlarca Hıdrellez, Nevruz, Mayıs Yedisi gibi farklı geleneksel kutlamalarımız sahip çıkamazken, bu muhteşem renklerimizi eğitim sistemimize, medya sektörümüze sokamazken, dışsal yönlendirmelerin ne faydası olabilir? Yerel yönetimler başta olmak bu toprakların renkleri her alanda değerlendirilmeli diye düşünüyorum.”