YAZARLAR

Trabzonspor için Avrupa’da umut yok, Fenerbahçe ise 2013’teki gibi büyük hayâller kurabilir

Trabzonspor’un fiziksel kaliteden ve yoğunluktan uzak olan oyun anlayışı, kendilerine Süper Lig’de otuz sekiz yıl sonra şampiyonluk getirmiş olabilir. Ama Türkiye’de geçerli olan şeylerin, uzun zamandır Avrupa’da bir hükmü kalmadı. Buna karşın Jorge Jesus’un Türkiye’deki hâkim futbol paradigmasının dışındaki anlayışı sayesinde Fenerbahçe’nin Avrupa Ligi’nde yolu açık görünüyor.

Trabzonspor’un Monaco deplasmanına çıkmadan önce elinde umutlanabileceği belki de tek şey vardı: Fransa temsilcilerine karşı bugüne kadarki başarılı karnesi. Avrupa kupalarında Fransa takımlarına rakip olduğu altı maçın sadece birini kaybeden bordo-mavililerin, buna rağmen Monaco karşısındaysa işi kolay görünmüyordu. Öyle de oldu.

Maxi Gomez’in henüz 11. dakikada sorumsuzca gördüğü kırmızı kart, takımının sahada varlık gösterme şansını neredeyse sıfırladı, fakat Trabzonspor eksik kalmasaydı da maçın ilk 10 dakikasındaki görüntü kendileri adına hiç iç açıcı değildi.

İki takım arasında iki açıdan büyük bir fark görülüyordu: Biri taktikseldi.

4-4-2 formasyonunu tercih eden Monaco, Trabzonspor’un 4-2-3-1’ine karşı merkez orta sahada bir oyuncu eksikti. Ama bu yalnızca kâğıt üzerinde böyleydi. Monaco’nun sahaya yayılımı ise Trabzonspor’u merkezde eksik bırakıyordu. Bordo-mavilileri hayli dar bir şekilde karşılayan Fransa ekibi, iki santrforu, iki kanat oyuncusu ve iki merkez orta saha oyuncusundan oluşan altılı ön blokuyla Trabzonspor’un çift pivotu Manolis Siopis ve Marek Hamsik’i abluka altına alıyor ve rakibini geriden oyun kurarken kenarlara yönlendiriyordu.

Trabzonspor’un ise rakibinin merkezi kapatan bu dar karşılama şekline karşı yapması gereken, oyunun yönünü olabildiğince hızlı bir şekilde değiştirmek, rakibini bu şekilde hareket etmeye ve boşluk vermeye zorlamaktı. Fakat bunun önündeki engel de iki takım arasındaki bir diğer büyük farktı: Fiziksel kalite.

Bu da son derece doğaldı. Çünkü Trabzonspor, 28 yaş ortalamalı bir takımla sahadayken, rakibi ise kendisinden ortalama dört yaş daha gençti. 21 yaşındaki Benoît Badiashile ve Vanderson’un, 22 yaşındaki Mohamed Camara’nın, 23 yaşındaki Youssouf Fofana ve Krépin Diatta’nın hızına, enerjisine ve temposuna karşı koyabilecek bir fiziksel kalitesi yoktu Trabzonspor’un.

Bu yüzden ilk gol öncesinde Aleksandr Golovin ile girdiği verkaçtan sonra 35 yaşındaki Marek Hamsik ile eşleşen Breel Embolo, rahat rahat ceza sahasına girip Wissam Ben Yedder’e golünü attırabildi. Ya da bu yüzden ikinci gol öncesinde sağ bek Vanderson, ceza sahasına yine rahatça girip takımına penaltı kazandırabildi. Çünkü karşılarında onların fiziksel yeterliliklerine karşılık verebilecek bir takım yoktu.

Marc Bartra, Stefano Denswil, Marek Hamsik, Enis Bardhi, Yusuf Yazıcı… Bunların hepsi teknik kalitesi yüksek oyuncular. Oyuna sonradan giren Abdülkadir Ömür, Anastasios Bakasetas ve Naci Ünüvar da öyle. Ama teknik becerisi yüksek olan bu oyuncuları fiziksel yeterliliği yüksek oyuncularla da destekleyemezseniz, o zaman Avrupa’da yarışmacı bir takım olma şansınız bulunmuyor.

Abdullah Avcı, Kopenhag ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi ön eleme rövanş maçından önce düzenlediği basın toplantısında, rakiplerinden teknik olarak üstün olduklarını ve bu yüzden kendilerini daha önde gördüklerini söylemişti: “Fizik kalite önemlidir, ama teknik her zaman fiziği kırar. Topa sahip olmak, teknik oyuncularla oynamak fiziği her zaman geçer.”

Avcı’nın bu düşüncesi, Süper Lig için geçerli olabilir. Zira düşük tempolu bir pas oyunuyla ve fiziksel yeterliliği düşük olsa da teknik becerisi yüksek oyuncularla Başakşehir’de de Trabzonspor’da da yerel düzeyde çok başarılı oldu. Ama aynı oyun ve oyuncularla, Avrupa’da yıllardır başarı elde edemiyor. Takımlarının şu ana dek Avrupa müsabakalarında aldığı sonuçlar ortada: 32 maç, 6 galibiyet, 9 beraberlik, 17 mağlubiyet.

Abdullah Avcı, süreç içinde belirli bir metodolojiye dayanarak başarılı olmaya çalışan ve bu anlamda Türkiye futbolundaki büyük bir boşluğu gideren, kıymetli bir teknik direktör. Fakat uluslararası maçlarda takımlarının yıllardır aldığı kötü neticelerden neredeyse hiçbir ders çıkarmaması, onun gibi rasyonalist bir insan için gerçekten çok tuhaf.

Elbette, Trabzonspor’un deplasmanda favori olmadığı ve 80 dakika boyunca bir kişi eksik oynadığı bir maçı kaybetmesi üzerinden büyük çıkarımlar yapmak doğru olmayabilir. Ama grubun ilk maçında Ferençvaroş da 75 dakika bir kişi eksik oynamak zorunda kalmıştı ve Trabzonspor o maçta favori olmasına rağmen rakibine neredeyse oyunun hiçbir ânında üstünlük kuramadan sahadan mağlup ayrılmıştı.

Dolayısıyla burada sorulması gereken soru şu olmalı: Ferençvaroş’un Trabzonspor’a karşı yaptığı şeyi, Trabzonspor neden Monaco’ya karşı yapamadı ve yapamazdı? Çünkü Ferençvaroş’un bir kişi eksik kalsa da kaptığı toplarla hızlı çıkıp tehlikeler yaratabilecek oyuncuları vardı, Trabzonspor’un ise yok. Bu kadar basit.

Bu yüzden Gomez’in gördüğü kırmızı kart, her ne kadar çok sorumsuzca olsa da dün akşamın sonucunu değiştirecek bir olay kesinlikle değildi. Çünkü Trabzonspor’un fiziksel kalitesi, Monaco’ya karşı 11’e 11 de karşı koyamazdı. Tam tersi Monaco bir kişi eksik kalsaydı, Macaristan’da olan şey yine olurdu. Başka bir deyişle, Trabzonspor sahada iki kişi fazla olsa, Avrupalı rakipleriyle arasındaki fiziksel fark belki ancak o zaman kapanabilir.

FENERBAHÇE’DEKİ TABLO TRABZONSPOR’DAKİNİN TAM TERSİ

Fenerbahçe bu sezon Süper Lig’de Beşiktaş ile birlikte oyununu yüksek tempo, önde baskı ve yoğunluk gibi fiziksel kaliteyi işaret eden kavramlar üzerinden tanımlayan ve bu şekilde rakiplerine üstünlük kurmayı amaçlayan iki takımdan biri. Dolayısıyla yukarıda Trabzonspor için belirttiğimiz şeylerin tam tersini onlar için söylemek mümkün.

Jorge Jesus, her anlamda Türkiye futbolundaki hâkim paradigmayı değiştirecek bir anlayışa sahip. Fiziksel kaliteyi önemsemesi bunlardan biri. Bir diğeri ise elindeki kadroyu kullanma biçimi. Süper Lig ve Avrupa Ligi’nde neredeyse iki ayrı on bir kullanacak kadar çılgın bir rotasyoncu. Dün akşam da pazar günkü Beşiktaş maçının on birinden altı farklı oyuncu kadrodaydı: Bright Osayi-Samuel, Ezgjan Alioski, İsmail Yüksek, Emre Mor, Diego Rossi ve Michy Batshuayi.

Jesus’un hemen her maçta on birinde bu kadar değişiklik yapması, AEK Larnaca maçının öncesinde kendisinin de söylediği gibi, rakiplerin de kendilerine hazırlanmasını zorlaştırıyor. Fakat aynı şekilde, bu Fenerbahçe gibi çok sayıda yeni transferi olan ve bir uyum sürecine ihtiyaç duyan bir takım için de hiç kolay olmayan bir yöntem. Ayrıca takımın formasyon anlamında da 4-1-3-2, 4-4-2 ve 3-4-3 arasında sürekli gidip geldiği düşünülürse, tüm bu değişikliklere rağmen oyuncuların, antrenörün taleplerine olumlu yanıt vermeleri, Jesus’un aynı zamanda ikna kabiliyetinin de ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor.

Fenerbahçe’nin maçların başlama vuruşunda topu geriye oynamak yerine ileriye vurmaları, nasıl bir futbol oynayacaklarının ilk işareti olarak kabul edilebilir. Sarı-lacivertliler bunu Christoph Daum döneminde de yaparlardı. Zaten sahada da birçok açıdan Daum’un Fenerbahçe’deki ilk dönemini andıran emareler görmek mümkün.

Öte yandan saha içinde maçtan maça birçok şey değişse de, Fenerbahçe’nin bazı alışkanlıkları da yavaş yavaş oturuyor. Örneğin, savunma önündeki İsmail Yüksek’in geriden oyun kurulurken iki stoperin arasına girmesi, beklerin çizgi boyunca ileriye çıkması ve kanat oyuncularının içe kat etmesi bunlardan biri. Fenerbahçe dörtlü savunmayla sahaya çıktığında toplu oyunda bunların olacağını artık hepimiz biliyoruz.

Ya da dizilişten bağımsız olarak, bitmek bilmeyen savunma arkası koşuları… Dün akşam Manchester United’ın Avrupa Ligi’nde Omonia’yı zar zor yenebildiği maçın ardından Erik ten Hag, ”Çok durağandık, rakip savunmanın arkasına daha fazla geçmek zorundayız,” diyerek takımını eleştirdi. Fenerbahçe ise bir diğer Güney Kıbrıs takımı AEK Larnaca karşısında bu konuda United’dan çok daha hünerliydi.

İlk olarak 17. dakikada Lincoln’ün ara pasıyla Diego Rossi savunma arkasına sarktı, ama sol çaprazdan yaptığı zayıf vuruş kalecinin kucağında kaldı. 25’te bu defa Emre Mor, İsmail’in ara pasıyla savunma arkasına sızmak üzereyken son anda araya giren sol bek Angel Garcia tehlikeyi önledi. Ondan bir dakika sonra Rossi’nin aşırtma ara pasıyla savunma arkasına sızan ve kaleciyle karşı karşıya kalan Michy Batshuayi gelişine vurdu ve Fenerbahçe hareketliliğinin ödülünü bu defa aldı.

Golden sonra da Fenerbahçe’nin savunma arkasına sızma girişimleri bitmedi.

35’te İsmail orta sahada kazandığı topu ceza sahasına kadar götürdü ve savunma arkasına koşu yapan Emre Mor’a ara pasını verdi. Sağ çaprazdan kaleciyle karşı karşıya kalan Emre’nin vuruşunu kaleci Kenan Piric omzuyla çıkardı.

55’te bu defa yine Emre orta sahada kazandığı topun ardından Rossi’yle verkaça girdi, savunma arkasına sızdı, uzak köşeye vuruşunu Piric parmaklarının ucuyla çeldi, direkten dönen top tekrar kendisinde kaldı.

81’de Rossi, İrfan Can Kahveci ile verkaça girip savunma arkasına sızdı, topu Piric’in üzerinden aşırmayı denedi, ama başaramadı.

Skordan bağımsız olarak sürekli karşı kaleyi düşünen Fenerbahçe’nin buna karşın her geçen maç kalesinde daha az pozisyon görmesi ise oyunlarının giderek geliştiğini gösteriyor. Savunma çizgisini orta sahada kurmalarına ve geride çok geniş bir alan bırakarak oynamalarına rağmen dün gece rakiplerine verdikleri tek fırsat bir pas hatasından dolayıydı.

Bunda merkez ikilinin payı elbette büyük. Willian Arao, Miguel Crespo, İsmail Yüksek ve Mert Hakan Yandaş arasında yapılan rotasyon, kim oynarsa oynasın iyi sonuç veriyor. Dün gece de maçın yıldızı, en fazla topla buluşan, isabetli pas veren, ikili mücadele kazanan, top kapan ve sahipsiz top kazanan oyuncu olan İsmail’di.

Ama oyunculardan bağımsız olarak, hem hücumdaki üretkenliğin hem de savunmada her geçen maç daha güvenli bir yapıya sahip olunmasının ana nedeni Fenerbahçe’nin karşı presinin örgütlülüğü ve yoğunluğu.

Sarı-lacivertlilerin şu andaki en büyük eksikliğinin ise iyi kapanan savunmalara karşı yerleşik hücumda, hızlı hücumlardaki kadar üretken olunamamasının olduğu söylenebilir. Yine de toplu oyunu geliştirmenin topsuz oyundan çok daha fazla zaman isteyen bir şey olduğunu düşünürsek, Fenerbahçe’nin bu anlamda da önünde hâlâ zamanı var.

Önemli olan ise Jesus’un zihniyetinin oyuncular tarafından tartışmasız olarak kabul edilmesi ve bu zihniyetin Fenerbahçe’ye Avrupa’da başarı getirmesi için çok uygun olması. Avrupa Ligi gruplarında 10’dan fazla iç saha maçında görev yapan teknik direktörler arasında en yüksek galibiyet yüzdesinin sahibi Jesus ve bu kesinlikle tesadüf değil.

Sarı-lacivertliler için bu sezon öncelikli hedefin uzun zamandır kazanılamayan Süper Lig şampiyonluğu olduğu açık. Ama Avrupa Ligi’nde on sezon önce elde edilen ve hatta o dönemde Jesus’un çalıştırdığı Benfica tarafından finale bir adım kala sonlandırılan yolculuğun bir benzerinin bu sezon da gerçekleşmesi hiç uzak görünmüyor. Hele ki grup liderliği elde edildiği takdirde iki tur birden geçileceği düşünülürse…


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.